Korkusuz
Ümit Zileli

Bir devrimciyi sonsuzluğa uğurlamak!

Bir sel gibi akıyorlardı...

Her yaştaydılar... Onun nokta koyduğu yaşın çok üstünde olanlar, çok altında olanlar, delikanlılar, gencecik kızlar, ak saçlı gençler... Dimdik yürüyor, dimdik ağlıyorlardı... Göğüslerinde yitirdikleri devrimcinin her daim gülümseyen fotoğrafı, ellerinde onun adını yazdıkları ve yalnızca bir sözcük daha ekledikleri dövizleri taşıyorlar ve aynı gür sesle haykırıyorlardı:



-Tarık Akan ölümsüzdür!..

Öğleden sonra başlayacak uğurlama törenine sabahın erken saatlerinden itibaren akın etmişler, saatlerce beklemişlerdi... Salonun içi, salonun dışı, salonun etrafı yürekli, vicdanlı, sevgi ve saygının erdemine inanmış binlerce yurtsever, aydın insanın adeta gönüllü işgaline uğramıştı...

Bu ülkenin yetiştirdiği, yüz akı tüm değerler oradaydı... Fazıl Say onun için yazdığı besteyi çaldı... Zülfü Livaneli, Zuhal Olcay, Hüseyin Turan, Güvenç Dağüstün, onun kurduğu Taş Mektep’in öğrencileri hep birlikte “Yiğidim Aslanım” şarkısını söylediler... Genco Erkal en güzel şiirleri seslendirdi onun için... Sonra kızı Özlem konuştu; şahane bir içtenlik, muhteşem bir tevazu ile seslendi Türkiye’ye:

-Biz babamı kaybetmedik, Türkiye Tarık Akan’ı kazandı...

Sonra can dostları, zapt edemedikleri gözyaşlarıyla anlattılar kısacık bir ömre sığan inanılmaz serüveni... Bin yıllık arkadaşı Rutkay Aziz’in sözleri müthiş bir özetti aslında:

-Üç şeye toz kondurmazdı: Mustafa kemal Atatürk, Nazım Hikmet ve İlhan Selçuk... Tarık Akan sadece filmleriyle değil, 25 yıldır yetiştirdiği öğrencileriyle birlikte aydınlık Türkiye’ye doğru koşuyor... Dünyanın bütün ışıkları onun yakışıklı yüzünde yansıyacak...

“Bütün farkımız bu!..”


Anma toplantısına katılamayan on binler ise Teşvikiye Camii’nde toplanıyordu...

Gencecik çocuklar, bir büyük pankartı saatlerce yukarıda tutma görevini üstlenmişti.. O pankartta yürekli devrimcinin çok sade, çok anlaşılır, aynı zamanda ülkeye düşman, insana düşman, halka düşman olanların yüzünde izi asla silinmeyecek bir şamar gibi patlayan  sözleri yazılıydı:

-Sizler bizi “Devrimci-Atatürkçü-Laik” diye fişlediniz. Tarih sizi “Satılık ve Vatan Haini” olarak fişledi... Bütün farkımız bu...

Yiğit devrimci, buradan dualarla, alkışlarla, sloganlarla baba ocağına, Bakırköy’e uğurlandı. Orada onu yüzbinlerce hemşerisi bekliyordu, kucaklamak, veda etmek için...

Gözyaşının, karşılıksız sıcacık sevginin iç içe geçtiği bir uğurlamaydı. Kendi mahallelerinden çıkıp, Türkiye’nin sevgilisi olan, mert, asil bir delikanlıyı yüreklerinin üzerinde taşıyarak uğurladılar sonsuzluğa... Televizyonlarının başında belki oradan çok uzakta ama yürekleri orada atan milyonlarca insan gibi...

Fransa’dan arayan arkadaşım Ali örneğin; “Hiç tanımadım, hiç karşılaşmadım ama ailemden birini kaybetmişim gibi içim yanıyor. Zeynep’le birlikte izliyoruz, ağlıyoruz” diyordu...

“Yarınlarımızın aydınlığını üretene sanatçı denir!”


Tıpkı sevgili Rutkay’ın söylediği gibi, toz kondurmadığı, uğruna en yakıcı zorlukların, işkencelerin, haysiyetsiz saldırıların üzerine gözünü kırpmadan yürüyen, barikatları yıkan bu mangal yürekli devrimciye en haysiyetsiz, en alçak yakıştırmaları yapanları da anlamak gerekiyor belki de; hiç bir zaman böyle bir sanatçıları olmadı, olamadı, olamayacak!.. Yanaşma gazetelerin, televizyonların bu yiğit adamın muazzam bir sevgi seliyle uğurlanışını dahi gözlerden saklamaya  çalışmalarına gelince; hiç şaşırmadım, tıynetleri bunu gerektiriyor tabii... Aklıma atalarımızdan bir müthiş özdeyiş geldi:

-Yel kayadan ne alır?!.

Onun büyük sevgi beslediği İlhan Selçuk ustamızın benim “Karanlığa Karşı Yazılar” kitabıma 1999’da yazdığı önsözden bir alıntıyı ona uyarlayarak ve adayarak “elveda” demek istiyorum:

-Yarınlarımızın aydınlığını bugünün karanlığında üretebilen sanatçıdır gerçek sanatçı; hamam böceği gibi karanlığa uyum sağlayana sanatçı denebilir mi?..

Dün sevgili ağabeyim, dostum, bu ülkenin yetiştirdiği büyük sanatçılardan, ödünsüz devrimcilerden biri, Tarık Akan’ın 6. ölüm yıldönümüydü... Şaşkınlıkla “zaman nasıl da su gibi akıp geçiyor” diye düşündüm. Halbuki daha dün gibiydi; atılan sloganlar, hep bir ağızdan söylenen “Yiğidim Aslanım” şarkısı adeta elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakındı sanki...

Yukarıda okuduğunuz yazı 20 Eylül 2016’da sevgili ağabeyimin ardından kaleme aldığım bir “hıçkırık yazısı” bir ağıttı... İçimden yeni bir yazı yazmak yerine bu anma gününe de çok uygun olduğunu düşündüğüm o “ağıtı” paylaşmak istedim...

-Unulmayacaklar arasında en üst sıralardasın sevgili Tarık Akan, ışıklar içinde uyu, ruhun şadolsun...