İnsan bazen kendi hayatında neler olup bittiğini tam olarak anlamıyor. Kimin neyi etkilediğini, kendine çizilen sınırları kimin koyduğunu, hangi kararın gerçekten kendisine ait olup olmadığını fark etmiyor. 

İnsanlar bilgiye nasıl ulaşıyor, neyi sorguluyor, neyi sorgulamaktan kaçıyor, neleri normal kabul ediyor ve neden? Bu tür sorulara cevap arayıp kendi hayatını kimlerin şekillendirdiğini ve o şekillendirme sürecini fark etmeye politik bilinç deniyor.

★★★

Politik bilinç, bir ülkede olup bitenleri sadece “kim kimi seviyor, kim kime laf attı” seviyesinde değil, güç ilişkileri, sınıflar, çıkar ağları, kurumlar ve tarihsel bağlam üzerinden anlayabilme kapasitesidir. Yani olaylara tribünden değil, perde arkasından bakma yeteneğidir.

Bunun için bulunduğunuz resmin dışına çıkıp “Kim karar veriyor, nasıl veriyor, kimin lehine veriyor, bu kararın kazananı ve kaybedeni kim?” diye sormak gerekiyor.

Çoğumuz gündemi takip ederken çeşitli medya kanallarını kullanıyoruz. Fakat politik bilinç, karşına çıkan her haberi okumak değildir. Tam tersine, neyin sana özellikle gösterildiğini ve neden gösterildiğini anlamaktır.

Sistem sevdiğini parlatır, sevmediğini çamura bulayıp önüne atar. Birini başarı hikâyesi diye pompalar, diğerini tehlike diye sunar.

Bu yüzden politik bilinç, bilgi yığınının içinde boğulmak değil; hangi bilginin neden servis edildiğini, hangi duygunu tetiklemeyi hedeflediğini ve kimin işine yaradığını çözme becerisidir.

★★★

Bunun için de medyadaki doğruyu, yanlışı ve manipülasyonu ayırt edebilme becerisi gerekiyor. Buna da medya okuryazarlığı deniyor.

Yani gerçek haberleri yalan ve manipülatif yani yönlendirici olanlardan ayırma becerisi. Bu, sloganlara kapılmadan, duygusal tepkilerin peşine takılmadan, başkalarının dayattığı anlatıların dışına çıkıp kendi aklınla değerlendirme yapmanı sağlar.

Doğru medya okur yazarı olabilmek için yapılabilecek birkaç şey var. Örneğin kaynak kontrolü. Haberin kaynağı belli değilse, “iddia edildi” diye dolaşıyorsa fazla itibar etmemek lazım. İsimsiz ekran görüntüleri genellikle uydurma hikayeler oluyor.

Ayrıca bir bilgi sadece tek bir yerde varsa, ona bilgi denmez. En az iki bağımsız kaynaktan doğrulatmak gerekir. Her konuda konuşan fenomenlerden bilgi almak, bakkala gidip beyin cerrahisi danışmaya benziyor. Mutlaka gerçek uzmanlardan alınan bilgilere itibar etmek gerekir.

***

En önemlisi de duygu tetikleyicilerine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Seni sinirlendiren, utandıran, panikleten içerikler çoğu zaman manipülasyon amaçlıdır.

Ayrıca günümüzde görsel materyale de güvenmemek gerekiyor. Eskiden “gözümle gördüm” demek bir şey ifade ederdi. Şimdi gözün bile yanılıyor çünkü ona gösterilen şey gerçek olmayabiliyor.

Deepfake ve yapay zekâ destekli görseller birinin yüzünü alıp hiç yapmadığı bir konuşmayı yapıyormuş gibi gösterebiliyor. Videodaki mimikler, göz kırpması, ses tonunun inişi çıkışı... Hepsi yazılımla birebir taklit edilebiliyor. Bunu normal bir insanın fark etmesi neredeyse imkânsız.

Bu yüzden fotoğraf ve video artık mutlak kanıt değil. Sahte içerik hem gerçeği taklit ediyor hem de gerçeğin güvenilirliğini sarsıyor. Bir şey gerçekten olmuş bile olsa artık “Bu deepfake olabilir mi?” sorusu araya giriyor.

Medya okuryazarlığı aslında bir mesaj çözme becerisidir. Bunu kullanmazsan karşına çıkan haberlerin gerçek mi yoksa seni etkilemek için mi yazıldığını anlayamazsın.

Bir haberde sana ne söylendiğini değil, başkasının sana duymanı istediği şeyi duyarsın. Bu yüzden bu beceriyi canlı tutmak önemli. Bir mesajın gerçekten ne demek istediğini anlamaya çalışmazsan, seni kandırmaya çalışanları fark edemezsin.