Korkusuz

AKP hayat damarlarımızı koparıyor!

AKP hayat damarlarımızı koparıyor!
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, pandemi yasaklarının gevşetilmesine ilişkin yaptığı toplantıda, “Hayat 1 Temmuz’dan sonra normale dönecek” dedi ve yeni uygulamaları anlattı. Erdoğan’ın “yeni tedbirler” kapsamında açıkladığı bir yasak ise deyim yerindeyse Türkiye’yi ayağa kaldırdı. AKP Genel Başkanı, eğlence mekanlarında saat 00.00’dan itibaren müzik çalınama-yacağını söyledi. Erdoğan, “Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” ifadesini kullandı.

Erdoğan’ın bu açıklaması, sahne sanatlarını icra eden yaklaşık 50 bin kişinin yaşamının daha da zorlaşacağı ve eğlence hayatının gitgide çoraklaşacağı anlamına geliyor.



Biliyorsunuz; pandemi döneminde sanat ve eğlence dünyasına neredeyse hiçbir katkıda bulunmayan hükümetin ya duyarsızlığı ya da bilinçli tercihi yüzünden 102 sanatçı intihar etti.

UNUTMAYIN!

Tarihe not düşmek için bir daha söylüyorum: ‘AKP Türkiyesi’nde sanatçılar intihar ediyor, evlerine ekmek götürebilmek için sazlarını, piyanolarını ve gitarlarını satmak zorunda kalıyor.

AKP ise sanata ve sanatçıya el uzatmak yerine, “Virüsle mücadele ediyorum” bahanesinin arkasına sığınarak zihnindeki yaşam biçimini dayatıyor. TEKEL bayilerinin hafta sonları içki satamaması bu anlamsız yasağın bir sonucu... Buna şimdi bir de “gece müzik yasağı” eklendi. Tiyatrolar zaten aylardır kapalı ve açılacağa da benzemiyor... Acaba sırada hangi yasak var?

Belli ki; AKP’nin derdi ‘virüsle mücadele’ adı altında, müziksiz, sinemasız, tiyatrosuz bir hayatı dayatmak...

Bu anlayışa CHP’den İYİ Parti’ye, Saadet’ten DEVA’ya uzanan tüm partiler açıkça itiraz etmeli ve AKP’nin “hayat damarlarımızı koparmasına” izin verilmemelidir.

Türkiye’ye neden dönmek istiyor?


Firari Sezgin Baran Korkmaz’ın Avukatı Volkan Dülger, SÖZCÜ’den İsmail Saymaz’a yaptığı açıklamada “Müvekkilim ya Avusturya’da kalmak ya da Türkiye’ye iade edilmek istiyor” dedi.

Bu açıklama sonrası “Madem dönmek istiyordu, o halde neden kaçtı?” sorusu sorulabilir. Ancak bu sorunun cevabının şimdilik bir anlamı yok. Üzerinde durulması gereken nokta, Sezgin Baran Korkmaz’ın Türkiye’ye iade edilmesini istemesi...

Sezgin Baran Korkmaz, belli ki; Türkiye’de ya hiç ceza almayacağı ya da çok küçük bir cezayla bu davadan kurtulacağını düşünüyor. Peki sizce de böyle düşünmesi anlamsız mı?



KENDİNCE HAKLI...

Korkmaz’ın yargıdaki ilişki ağına baktığınızda, bu isteğinin gayet ‘makul ve mantıklı’ olduğunu görüyorsunuz. Yargımız, Sezgin Baran Korkmaz’ın malvarlığı üzerindeki tedbiri ilginç bir gerekçeyle kaldırıyor ve hemen ardından yurt dışına çıkmasına izin veriyor. Yurt dışına çıkış iznini veren Savcı Hasan Yılmaz ise şu an Adalet Bakanı Yardımcısı koltuğunda oturuyor. Yargıtay Üyesi Tekman Savaş Nemli, Ankara’nın ortasında kendisiyle gayet rahat bir şekilde yemek yiyebiliyor. 2020 yılının Aralık ayında, yani Korkmaz yurt dışındayken polis firari iş insanının İstanbul’daki ofisinde arama yapıyor, Korkmaz bu sırada yargının en tepesindeki isimlerle mesajlaşarak operasyona ilişkin bilgi alıyor.

Şimdi söyleyin; Sezgin Baran Korkmaz “Beni Türkiye’ye iade edin” demesin de ne desin?

Polisler ve bekçiler bunaldı


Önceki gün pandemi tedbirleri kapsamında denetim görevi yapan çok sayıda bekçi ve polisle konuştum. Çeşitli şubelerde görev yapan polisler, yaşadıkları sorunları dile getirmemi, gazetede yazarak, TV’de ise anlatarak kamuoyunu bilgilendirmemi istediler. Polislerin birinci derdi tabii ki; özlük haklarını ilgilendiren 3600 sayılı ek göstergenin uygulanmaması... Hükümet, söz verdiği halde polisleri ilgilendiren bu özlük hakkını vermemekte direniyor.

Polisler, meslektaşlarının peşpeşe intihar etmesinin ardından yatan sebeplerden biri olarak ise “polis okulundan gelmeyen yöneticilerin çokluğu”nu gösteriyor. Bir polis, “Su Ürünleri Fakültesi mezunu komiserlerimiz var. Meslekten gelmedikleri için polisin ruh halini bilmiyor ve yönetemiyorlar” dedi.



‘ÇALIŞMA KOŞULLARI ÇOK AĞIR’

Konuştuğumuz polisler “Çalışma şartlarımız çok ağır. 16-17 saat çalıştığımız günler oluyor” dedi. Polislerden biri 24 saatini özetlerken, “Gece denetim yapıyor, sabah şubede çalışıyor, öğleden sonra işyerlerini denetliyoruz” ifadesini kullandı. Bekçiler de benzer dertleri dile getirdi. Neredeyse hiçbir özlük haklarının olmadığını ve çalışma koşullarının çok ağırlaştığını belirten bekçiler “Sesimizi duyuracak bir mecra bulamıyoruz” diye dert yandı.

SOYLU ÜZMÜŞ...

Polis ve bekçilerin dile getirdikleri,  kuşkusuz ki; anlattıkları ile sınırlı değil... Polisler, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Hangi meslek grubu bir çalışıyorsa, güvenlikle ilgili meslek grupları onun 24 katı çalışmak zorundadır. Polislik bir maaş mesleği değildir, kim öyle düşünüyorsa 1 dakika durmasın” ifadelerini kullanmasına da tepkiliydi. Bir polis, “Evet bu meslek maaş mesleği değil ama biz de insanız ve yaşamak istiyoruz. Sayın bakanın açıklaması bizi çok üzdü” diyerek sitemini dile getirdi.

Belli ki; toplumu yakından ilgilendiren bu sorunlar konusunda hükümetin daha ciddi tedbirler alması şart... Çünkü; sokakta görev yapan polis ve bekçilerin ruh hali, hepimizi yakından ilgilendiren sonuçlar doğurabilir.