60’lı yılların ikinci yarısından itibaren hem Kırklareli Atatürk Lisesi’nde öğrenciydim...

Hem de okul idaresinin izniyle:

Şehrin tek dans orkestrası Damlalar’da solistlik yapıyordum...

Ya İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca şarkılar söylüyordum...

Ya da:

Türkçe söz yazılmış yabancı müzikleri...

Ve birden Orhan Gencebay isimli bir sazcının:

“Bir Teselli ver” isimli şarkısı girdi hayatımıza...

Düğünlerde ve balolarda öyle çok isteniyordu ki o şarkı...

Sonunda...

Orkestra şefimizi (Yattığı yer nur olsun Zafer Gül ağabey) ikna ettim...

Orhan Gencebay’ın arabesk şarkısını slow ritminde çalmaya başladık...

Bilhassa balolarda en çok istek alan ve aynı gecede en az 3-4 kez söylediğim bir şarkı olmuştu...

Ve o şarkıyı diğerleri takip etti:

Meselâ:

“Kaderimin oyunu...”.

“Beni böyle sev seveceksen...”.

Ve bir süre sonra protest sözleri olan:

“Batsın bu dünya...”.

Bu arabesk şarkıların söz yazarı ve bestecisi Orhan Gencebay:

Çaresiz, yoksul, aşkı doyasıya ve dilediği gibi yaşayamamış, terk edilmiş gençlerin sevgilisi oldu... 

Pikapları olmadığı için plâk alamayan fakir gençler, kahvelere konmuş Müzikbox’lara...

Defalarca 25’er kuruş atıyor...

Onun o şarkılarını dinliyorlardı...

Ve Orhan Gencebay artık “Orhan Baba” olmuştu...

Bir yandan:

Yoksulluğu...

Ezilmişliği...

Cahilliği istismar eden şarkılar yapıyor...

Diğer tarafta:

Yoksul ama mert...

Dürüst...

Paraya zerrece önem vermeyen...

Kodu mu oturtan...

Üçgen vücutlu...

Pazılarıyla zincirleri koparan varoş delikanlısını oynadığı filmler, gişe rekorları kırıyordu...

İşte o Orhan Gencebay:

Yoksul dönemlerinde evlendiği:

Beyaz Kelebekler’in solisti ve öğrencisi Azize Atalay’dan boşandı...

Henüz ünlü olmamış yoksulluk dönemlerinde filmlerini izlediği Türkiye eski güzellerinden Sevim Emre ile:

Nikâhsız yaşamaya başladı...

Evlilik cüzdanları sorulduğunda öfkeleniyor:

“Ben Sevim Hanım’la gönül nikâhı kıydım” diyordu...

1970’li yılların ortalarına doğru:

Ülkenin cumhurbaşkanından ve başbakanından bile daha çok tanınıyordu...

Müzik ve sinema dünyasının en çok kazanan erkek starıydı...

Öyle ki o, bütün iktidarların karşısındaydı...

O, varoşların, taşralıların:

“Orhan Babası” idi...

“Kula kulluk edenlere yazıklar olsun” diyor...

“Batsın bu dünya!” diye adeta isyan ediyordu...

İşte o Orhan Gencebay gitti...

Onun yerine:

Kula kulluk ettiği yemezmiş gibi...

Milyonlarca fukaraya da:

“Kula kulluk edin” mesajları gönderen:

“Eğlence dünyası ünlüsü...”.

Ve aynı zamanda:

“Saray sevdalısı” geldi...

Milyonlarca garibanın boğazından kesip satın aldığı plâklarından elde ettiği gelirlerle servet sahibi olan Gencebay artık:

O fukaraları sömürenlerin yandaşı oldu...

Ve ne yazıktır ki:

Bundan utanır bir hali de yok...

Günün sözü

“İnsanlar kötülüğü arzuları güçlü olduğu için değil, vicdanları zayıf olduğu için yaparlar...”.

John Stuart Mill

VİCDAN KAZANSIN...

Yarın (31 Mart 2024 Pazar) bizim çocukluğumuzda munis ve tertemiz bir aile kızı iken...

Son 50 yılda:

Bir fahişeye dönüştürülen İstanbul’un...

Kime teslim edileceğinin:

Tercihi oylanacak...

Ya; arsız, yüzsüz, bencil hesapçı birilerine peşkeş çekeceklere emanet edilecek İstanbul...

Ya da...

Eski haline döndürülmesi için yapılan çalışmaları sürdürecek olanlara...

Canlarım...

İstanbul son 50 yıldır (En çok da 1994-2019 arası) çok hoyrat kullanıldı...

Kucaktan kucağa itildi...

Her istifade eden bir tarafını koparıp bıraktı...

Umarım yarın talan ve yalan değil:

Vicdan kazanır...

Yani:

İstanbullular yarın siyasi partilere değil:

Bütün engellemelere rağmen İstanbul’u beş yıldır...

Başarılı bir şekilde yöneten kadrolara:

“Size güveniyoruz, alın size beş sene daha” der...

İSTANBUL HARAP EDİLMİŞTİ

İstanbul şehrinin başına gelen olayların en önemlilerinden birisi 1204 yılındaki Haçlı İşgalidir...

Umberto Eco’nun IV. Haçlı Seferi sıralarında İstanbul’da geçen olayları anlattığı “Baudolino” isimli romanını okuyanlar hatırlayacaklardır...

Latinler, İstanbul’u yakıp yıkmış, her yeri talan etmişlerdi...

Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra bu şehirler şehrini anlatan Bizanslı tarihçi Dukas şöyle diyordu:

“Ey Koca kent!.. Bütün şehirlerin kraliçesi!.. Dünyanın dört yönünün yüreği!.. Batı’ya dikilmiş cennet!..”.

  1. Bradford, “1204 İhaneti” adlı kitabında 4. Haçlı seferlerini anlatırken...

İstanbul’un havasının Kuzey ve Güney rüzgârlarına çok bağlı olduğuna dikkat çekiyordu...

Nitekim...

1204 İstanbul yağmasından önce kuvvetli esen kuzey rüzgârı, Venedik gemilerinin sahil surlarına yakın gelmelerine yardımcı olmuştu...

Sadece 75 haçlı, kısa süren bir savaştan sonra şehre girmeyi başarmıştı...

Bu 75 kişinin açtığı surlardan şehre giren Haçlı askerleri:

Şehri yakmışlar, yıkmışlar, talan etmişlerdi...

Üç gün içinde...

Pek çok antik ve Orta Çağ Roma ve Yunan işleri çalındı veya tahrip edildi...

Muhteşem Konstantinopolis Kütüphanesi yakıldı...

DEMOKRATİK SABIR

Canlarım...

Gelişmiş dünya ülkelerinde özel sektör şirketlerinin aktörleri, çok üst düzey eğitim aldılar...

Haliyle:

Tek düzlemde buluşan ekonomik ve teknolojik gelişmeler:

Siyasetçileri fersah fersah geçtiler...

Ekonomi ve teknoloji isimli yarış atı...

Siyasetçi denilen sütçü beygiriyle aynı arabaya koşuldu...

Ve haliyle...

“Dünya” isimli arabanın gelişimi...

Yarış atının değil...

Sütçü beygirinin hızıyla oldu...

Sonuçta en gelişmiş ülkelerde bile:

Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi:

Eğitimsiz...

Cahil...

Görgüsüz...

Sorgulamayan...

Din afyonuyla uyutulmuş...

Ulus devlet milliyetçiliği gazıyla şişirilmiş halk çoğunlukları:

Kendilerine benzeyen siyasetçileri iktidara taşıdılar...

Dünya son yıllarda...

İşe o:

Eğitimsiz...

Cahil...

Görgüsüz...

Sorgulamayan...

Din afyonuyla uyutulmuş...

Ulus devlet milliyetçiliği gazıyla şişirilmiş halkların seçtiği:

Vasat altı siyasetçilerin bencil hesapları yüzünden:

Sosyal ve ekonomik felâketler yaşıyor...

Çözüm mü?..

Demokratik sabır...

Ve:

Demokratik tahammül...

SONRA SOLA

Bir cip, içindeki iki kişiyle uçsuz bucaksız çölde inleyerek gidiyordu.

Bir süre sonra devesiyle yürüyen bir Bedevî’ye rastladılar:

“Ebul Fettah Vahası’na nasıl gidilir?” diye sordular.

“Bu yolu dümdüz gidin, perşembe günü sağa sapın” dedi Bedevî......

“1 Nisan’dan sonra uygulamaya konulacak ekonomi politika sonunda nasıl bir netice alacağız?” diye sorarsanız, söyleyeyim:

“2027 yılı sonuna kadar dümdüz gidilecek, sonra sola sapılacak...”

DÜNÜN X’İ

Ertuğrul Günay

@ErtugrulGunay

Bakmayın sözde kamuoyu araştırmacılarına, hele de kadrolu yorumculara. Seçimin sonucu belirsiz.

Dilerim:

-Gelen gideni aratmasın.

-Siyaseti kişisel zenginleşme, makamının imkanlarını reklam aracı yapan seçilmesin.

-Milletin parasını, milletin hizmetine kullanacak olan gelsin.