Korkusuz
Can Ataklı

Yeni geyiğimiz; koronavirüs hiç ayrım yapmadan herkesi vuruyor

ACAİP YAZILAR

Yeni geyiğimiz; koronavirüs hiç ayrım yapmadan herkesi vuruyor


Korona günlerimizde bir ayı geçtik.

Bu musibet dünyaya yayılmaya geçen yılın aralık ayının sonunda başlamıştı.

İlk başta bizim gibi birçok ülke pek ciddiye almamıştı ama sonunda her tarafımızı sardı.

Koronanın anlaşılmasından tam 3 ay 10 gün sonra nihayet ilk testi yapıp “Bizde de korona var” açıklaması yapılmasına rağmen, nasıl oluyor bilemiyorum ama yöneticilerimiz “Dünyada bizden önce davranan olmamıştı, zaten bu nedenle bizi fena halde kıskanıyorlar” diyebiliyor.

Bu açıklamaları yapmak mühim değil, herkes yapar. Marifet buna inanılmasında ki, Türkiye bu konuda gerçekten dünyanın diğer ülkelerine parmak ısırtıyor.

Tabii onlar işe tepeden baktıkları için “Bu halk bunlara nasıl inanıyor?” diye sormuyor soruyu, “Bu yöneticiler halkı bunlara nasıl inandırabiliyorlar, keşke sırrını bize de söyleseler” diye hayıflanıyor.

Dünyanın kıskançlıkla izlediği korona günlerimiz sayesinde içimiz dışımız “tıp” oldu artık.

Nasıl bundan tam 20 yıl önce hepimiz deprem uzmanı olduysak, şimdi de maşallah tıp aleminde emek veren ne kadar bilim insanı, uzman, maharetli doktor varsa hepsini solladık.

Bilmediğimiz bir şey kalmadığı gibi, neredeyse hepimiz birer dahi eğitmenler gibi önümüze gelene korona dersleri veriyoruz.

Bu korona pek çoğumuzu “bilge” yaptı ayrıca.

Çocuklar bile konuşmaya “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü ile başlıyorlar, kafalarını sağa sola sallayıp dudaklarını anlamsızca bükerek.

“Nasıl olacak peki?”

Rivayet muhtelif tabii.

Ama bilgelik düzeyi, “Korona hiçbir ayrım yapmıyor” cümlesiyle şahikaya çıkıyor.

İlk günden beri, yeni bilge kişilikler “Ne zengin ne fakir dinlemiyor bu korona” diyorlar da başka bir şey demiyorlar.

“Bu korona öyle bir şey ki; Müslüman, Hristiyan, Musevi anlamıyor, hepsine bulaşıyor” diyor örneğin dinsel bilgeler.

Kimi yeni bilgelere göre, “Kadın-erkek takmıyor” bu meret korona.

Yaşa bakmıyor, milliyete bakmıyor,

İyi de gerçekten öyle mi?

Bir anda patlayan bilge kalabalığının söylediği gibi korona hepimizi eşitledi, hepimizi hizaya getirdi, hepimize haddimizi mi bildirdi?

İlk günlerde öyle düşünmek kaçınılmazdı belki.

Şimdi hâlâ öyleyse “sokağa çıkma yasağında” koskocaman bahçeli, yemyeşil çayırlı, barbekülü, havuzlu, çocuklar için ayrılmış oyuncak parkı olan şahane villalarda oturanlarla, sokak arasında, 80 metrekare nohut oda bakla sofa evlerde sıkış tepiş oturanlar için aynı mı geçiyor yani?

Kuru öksürük, ateş ve halsizlik şikayeti ile devlet hastanelerinin kapısına sabahın 6’sında gidip de gecenin 2’sine kadar yüzlerce benzer şikayette olanlarla birlikte beklemek zorunda kalan ve testi “negatif” çıkınca “Haydi git bakalım evine birkaç gün sokağa çıkma” denilen vatandaşla, süper lüks hastaneye özel ambulansla giden ve anında testini yaptırıp pozitifse özel odaya alınan, değilse refakatle birlikte evine gönderilen cebi dolu kişi aynı mı yani?

Cüzdanı şişkin olduğu için istediği an maske, eldiven bulan, arzu ettiği an en klas temizlik malzemelerine ulaşanlarla, eczane önlerinde dandik beş maske için birbirini çiğneyenler eşit mi yani?

Sokağına çıkıp nefes alacağı bir yeri olmayanlarla, tatil yerlerindeki yazlık evlerine kapağı atan ve kimse ile görüşmeden yan gelip yatarak güneşlenen ve televizyonlardaki istatistik rakamlarını “vah vah” diye izleyenler aynı mı yani?

Haydi, elinizi vicdanınıza koyun ve “Bu korona hiçbir ayrım yapmıyor, herkesi ezip geçiyor” bilgeliğinin doğru olup olmadığını söyleyin.

Hele, “Bu korona bize çok şey öğretiyor, bundan sonra çok farklı bir dünyada yaşayacağız” geyiği bana çok tuhaf geliyor.

Evet, birileri çok şey öğrendi öğrenmesine de bu bizler değiliz.

Bizleri bundan sonra daha otoriter biçimde yönetecek olanlar çok şey öğrendi.

Biz geyik muhabbeti ile kendimizi teselli ederken, onlar “gerçek yeni dünyanın inşaatını çoktan bitirdiler” ve normal günlerin gelişini beklemeye başladılar bana göre.

Geçmiş olsun.

Geyiğe devam o zaman...

BUNU YAZMAK GEREK

Haydi küçük bir “eski-yeni Türkiye” kıyaslaması yapalım


Bu iktidar, her şeyi kendinden biliyor.

İktidarın zihniyetine göre, kendileri gelmeden önce Türkiye’de hiçbir şey yoktu.

Kimse taş üzerine taş koymamıştı.

Kendilerinden önceki iktidarların bir dikili ağacı bile yoktu.

Fırın, buzdolabı, falan bile yoktu. Neyse bunları Erdoğan getirmiş, milletinin hizmetine sunmuştu!

Tabii bunlara inanan büyük kalabalıklar oldukça, bu iktidarın işi de kolaylaşıyor.

Merakım şu ki; milletin bu kısmı, gerçeği gördüğünde nasıl bir travma yaşayacak?

Bugün sizlere “eski Türkiye” diye karalanan dönemden, küçük ve ibret verici bir hikaye sunmak istiyorum.

Geçen hafta, sosyal medyada gördüm.

Aslında bunu Levent Kırca, 2013 yılında yazmış.

Sonra dilden dile dolaşmaya başlamış.

Yazının özellikle “en son cümlesini ibretle, içiniz burkularak ve muhtemelen çok öfkelenerek” okuyacaksınız;

Buyurun Levent Kırca’nın ağzından bir “eski Türkiye” anısı;

Süleyman Demirel; Başbakan. ‘Gereği Düşünüldü’ isimli bir müzikal oynuyoruz. Yer yerinden oynuyor. İnanılmaz ilgi görüyor. Yenikapı’daki Hürriyet çadırında günde 3 bin 500 kişiye oynuyoruz. Sert bir kış, çok kar yağdı. Çadırın bir kısmı çöktü. Oyunlar durdu. Çadırı onarıp yeniden başlamam lazım. Ancak para gerekiyor. Kredileri de bankalar bu kadar kolay vermiyor. Hatta hiç vermiyor. 

Başbakan Süleyman Demirel’den randevu aldım. Kendisiyle Başbakanlık Konutu’nda buluştuk. Durumu anlattım. ‘Yardımcı olun da bir bankadan kredi çekeyim’ dedim. Dedi ki, ‘Kredi çekersen ezilirsin, üzülürsün. Müsaade edersen bu parayı sana ben ödeyeyim. Geri vermene de gerek yok.’ Telefonu kaldırdı, Kalem-i Mahsus Müdürü’ne ‘Bana çek defterimi getir’ dedi. Söz konusu paranın miktarı, 1 trilyon civarında.

Süleyman Bey’le karşılıklı oturuyoruz. Çaylarımızı yudumluyoruz ve çek defterinin gelmesini bekliyoruz. Dedim, ‘Eğer darılmazsanız ben bu parayı sizden alamam.’ “Neden?’ dedi. ‘Ben sizinle aynı görüşte değilim. Üstelik böyle bir para sizi eleştirmeme mani olur.’ Bana, ‘Bugüne kadar oynadın. Yerin dibine soktun beni, sana mani mi olduk? Al parayı git gene oyna’ dedi. 

Nezaketine teşekkür ettim. Parayı almadan Başbakanlık Konutu’nu terk ettim. Kardeşi Hacı Ali Demirel’i arayıp bu davranışımdan ötürü, bana hayran kaldığını belirtmiş. Daha sonraki yıllarda eşi Nazmiye Hanım’la gelip bütün oyunlarımızı seyretti. Kurduğum tiyatroların açılışlarını yapıp kurdelesini kesti. Farklı bir hoşgörüye sahipti. Birkaç kez hastalanıp hastaneye yattım. Beni ilk arayan o oldu. 

Oynadıklarım ve ona karşı eleştirilerim nedeniyle ne bana dokundu ne de yasaklama getirdi. Dahası cumhurbaşkanıyken, Tayyip Erdoğan’ın yasakladığı ‘Olacak O Kadar’ programı için; ‘Türkiye’nin gerçeklerini yansıttı ve ülke gündemine katkı sağladı’ diyerek beni ‘Devlet Sanatçısı’ yaptı. 

NOT:  Kırca’ya, 1998’de Süleyman Demirel’in verdiği ‘Devlet Sanatçısı’ unvanını, 2015’te Recep Tayyip Erdoğan geri almıştı.

ÇOK GÜLDÜM

Karantina günlerimiz


Bu hafta Yıldırım Tuna’dan fıkralar değil, “Karantina sizi bekliyor” başlıklı bir yazı geldi.

Hava dışarıda çok güzel belki ama sokağa çıkma yasağı var.

Bu yasak oflayıp puflamakla geçip gitmiyor, biraz da gülümsemek gerek.

Haydi, karantina günlerimizi okuyalım şimdi;

Günlerdir yata yata şeklinizi almış yataktan kalkış.

Sabah 9.00 da mutfak bankosu önünde buluşma, yapılacak hafif bir kahvaltı sonrası gezi evrakları kontrolü ve ‘hol’e geçiş..

Hol, oda kapılarının açıldığı genişçe bir bölüm.. Uzun zamanlardan, Asur ve Babil’den beri evlerde kullanılan bir geçiş alanı.. Bir müddet anlamsızca burayı inceliyoruz..

Holden, ‘salon’a geçip orta sehpası, köşe aplik, koltukta üst üste yığılı gereksiz yastıkları ziyaret ediyoruz..

Duvardaki resimler ve geçmiş doğum günlerinizden kalma, tavana sıçramış köpüklü şaraptan kalan tarihi tavan fresklerini detaylı gözlemliyoruz.

Öğlen 13.00’te mutfağa hareket.. Öğlen menüsünde çorba, dünden kalan sararmış ve sertleşmiş makarna ve ev yapımı dün geceden dışarıda kalıp kurumuş bazlama tadımı gerçekleşiyor.

Öğle yemeği sonrası evin en prestijli yeri, balkona çıkıp sokağı temaşa ediyor ve sağ elimizi kaldırıp sokağa doğru “Papa selamı” veriyor, alkış ve tezahürat efektleri ile içeri giriyoruz.

Akşam yemeği salonda.. Yemekte sosyal medyada görüp imrendiğiniz, aynısını yapmak için canınızın çıktığı, ama asla benzetemediğiniz, acayip şekiller alarak ‘patlamış balina dalağı’na dönen, yağda kızarmış hamuru mecburen gevelemeye çalışacaksınız.. Yemek sırasındaki içecekler ayrıca ücrete tabi.

Yemek sonrası hafifçe doğrulup yatak odasına doğru hareket ediyoruz.. Bir gece önceden yatakta bıraktığınız şekildeki kalıba yerleşip heyecanla ertesi güne hazırlanıyoruz..

Fiyata dahil olan hizmetler ve gerekli kıyafet;

- Dağınık saç, bükülmüş bel, bezgin bir surat ve erkeklerde çubuklu pijama, sağ kol yana sarkmış halde, elde dürülmüş okunmuş gazete.

- Yatak odası çıkış harçları.

- Açık büfe sabah kahvaltıları ve akşam yemekleri.

- Programda belirtilen tüm gezi ve ziyaretler.