Korkusuz
Can Ataklı

Yandaş tetikçi takımı, Baransu’yu unutmamalı

ANALİZ

Yandaş tetikçi takımı, Baransu’yu unutmamalı


Mehmet Baransu bir dönemin “süper yıldız” gazetecisiydi.

Cemaat önderliğinde ve kimi eski solcuların desteğinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik çok ağır bir karalama, yok etme kampanyası açılmıştı.

Taraf adıyla yayın yapan CIA-cemaat ortak şirketi bu gazete, bu kampanyanın bayraktarlığını yapıyordu.

Bu gazetenin Mehmet Baransu isimli muhabiri ise tüm bu yalan dolan haberlere imzasını atan tetikçisiydi.

Sonra devran döndü.

AKP iktidarı ile cemaat, para paylaşımında anlaşamayınca araları bozuldu.

Doğal olarak iktidarı elinde tutan AKP, cemaati darmadağın etti.

Sonra da 15 Temmuz’la birlikte kesin tasfiyesini yaptı.

Gücünü devletten ve iktidarın pis işlerini yapan cemaatin küstahlığından alan tetikçi Mehmet Baransu da açıkta kalıverdi.

Bu sözde gazeteci, 1 Mart 2015’te “Balyoz Davası nedeniyle savcılara bavulla götürdüğü belgelerin sahte olduğunun anlaşılması” üzerine tutuklandı.

Kısa bir süre öncesine kadar yazdığı yazılar, sanki birer destanmış gibi sunulan haberleri, aleyhine suç delili olarak önüne konmaya başladı.

Önce 30 Haziran 2015’te cumhurbaşkanına hakaretten 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Baransu’ya, 2 Şubat 2016’de MİT müsteşarını eleştirdiği için 11 ay daha ceza verildi.

Mehmet Baransu, 19 Temmuz 2020’de ise üç suçtan 19 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

İki yıl “özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği” gerekçesiyle, dört yıl  “gizli bilgileri ifşa ettiği” gerekçesiyle, 13 yıl da “silahlı terör örgütü üyeliği” nedeniyle ceza aldı.

Ve son olarak da dün mahkeme, Baransu’yu “Gülen’i bitirme kararı 2004’te verildi” başlıklı haberinde, devletin gizli belgelerini sızdırdığı kanaatine vararak 17 yıl 1 ay daha hapis cezası verdi.

Bütün bu ayrıntıları neden verdim?

Mehmet Baransu, “tetikçi gazeteci” tanımının en iyi örneklerinden biriydi. Tamamen iktidarın eliyle ve devletin gücünü kullanarak, sözde gazetecilik yapmış, sayısız kişiyi karalamış, pek çok kişinin kanına girmişti.

Şimdi yurt dışına kaçan kimi rezil savcılarla çektirdiği fotoğrafları, “güç gösterisi” olarak paylaşmış, devlet görevlilerinin önünde el pençe divan olmalarının şımarıklığı ile kendisini gerçekten önemli biri sanmıştı.

Hayatının hep böyle süreceğini, herkese daima tepeden bakacağını düşünüyordu muhtemelen.

Ancak menfaatler değiştiği an, Baransu’nun tetikçiliğine de gerek kalmadı.

Kalmadığı gibi, iktidar kendi şanını kurtarmak için bu tetikçiyi anında sattı ve hapislerde süründürmeye başladı.

Bugün iktidarın tetikçiliğini yapan sayısız gazeteci müsveddesi yine var.

Onlar da bir güç sarhoşluğu içinde hep böyle gideceğini sanıyor.

Oysa belki de çok kısa bir süre sonra devran yine değişecek.

Bu nedenle diyorum ki, “Eyy yandaş yalaka, tetikçi takım, Mehmet Baransu’yu asla unutma, başına gelenlerden ders al, şunu bil ki; seni sen olduğun için değil, tetikçilik yaptığın için şimdilik pohpohluyorlar.”

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

15 günde ödenmeyen borca 4 kat ceza yazılması da nerede görülmüş?


Bir süre önce bir yurttaş, “AKP’nin otoyol müteahhitleri, HGS veya OGS’de yeterli miktar olmadığı için ödeme yapmadan geçen araçlardan bedelin 4 katı ceza alıyor” dediğinde inanamamıştım.

Ama işte belgesi.

Geçenden de geçmeyenden de para almaya alışmış AKP müteahhitleri, muhtemelen bakiyesi yetmediği için ödeme yapmadan geçmiş bir sürücüye bu mesajı gönderiyor.

Ne diyor mesajda?

“Şu tarihte ödeme yapmadan geçtiniz. 15 gün içinde bizim istediğimiz biçimde ödeme yapmazsanız, tutarın dört katı da ceza ödeyeceksiniz.”



Tam orman kanunu yani.

Bu nasıl bir devlettir böyle, buna nasıl izin verir?

Hangi konuda vatandaşa böyle bir ceza uygulanabiliyor acaba?

Vergi borcunda mı, SSK borcunda mı, banka kredisi geri ödemesinde veya kredi kartı ödemesinde mi?

15 gün içinde ödenmeyen, ödenemeyen bir tutar için 4 kat ceza uygulaması nasıl yapılabilir?

Ama burası “yeni Türkiye” olunca her şey değişiyor.

AKP müteahhitleri, demek ki kendilerini mahkeme yerine de koyabiliyor.

Buna karşı bir çare var mı?

Maalesef yok.

KARANTİNA GÜNLERİ

Eve ekmek götürememek mecazi anlam taşır


Hastanede yattığım sırada, üst üste gelen iki olayla ilgili notlar tutmuştum.

Birincisi; MHP Genel Başkanı’nın tam da “Ekonomi harika” denilen günlerde ‘askıda ekmek kampanyası’ açmasıydı.

İkincisi ise; Malatya’da bir servis şoförünün “Pandemiden dolayı Sayın Cumhurbaşkanım büyük bir mağduriyetimiz var. 350 bin servisçi esnafımız Malatya’da sizden müjdeler bekliyor” demesi, Erdoğan’ın da kendisini azarlamasıydı.

Hastanede şu notları yazmışım;

“Bir servisçi mağduriyetini anlatıyor, AKP Genel Başkanı adeta alay eder gibi bu kişiyi azarlıyor ve ‘Sen şimdi git bir keyif çayı iç’ diyor. Servisçinin ‘Eve ekmek götüremiyoruz’ sözlerine ise sinirleniyor ve ‘O ne demek böyle, abartıyorsun’ karşılığını veriyor.

Sonra gazeteciler, MHP’nin askıda ekmek kampanyasını soruyor.

AKP Genel Başkanı, buna da çok sinirleniyor ve  ‘Bugün evine ekmek götüremeyen diye bir şey Türkiye’de var mı? Buna inanıyor musunuz? Bazı şeyleri siz kendiniz bir çözün. Var mı böyle bir şey? IMF’in, OECD’nin ölçeklerine bakıyorsun, en iyi konumda olan ülke konumundayız’ diyerek üstü kapalı Bahçeli’ye laf sokuyor.

Sonra da emekli maaşlarını ve muhtaç durumda olanlara yapılan yardımları dile getirip ‘Eve ekmek götürememe diye bir şeyin olamayacağını’ söylüyor.

AKP Genel Bakanı, mecaz ile gerçeği karıştırıyor anladığım kadarıyla.

Elbette öyle ya da böyle herkes ekmek alabiliyor.

‘Eve ekmek götürememe’ gerçek anlamıyla kullanılmaz zaten.

Bu bir mecazdır ve yoksulluğun ne kadar korkunç olduğunu anlatır.

Tabii AKP Genel Başkanı, bu açıklamaları normal vatandaşa yapmıyor.

Yoksullaştırıp yardıma muhtaç hale getirdiği milyonlara yapıyor.

Onlar da ‘Haklı tabii’ diyerek başlarını sallıyorlar şükran duyguları içinde.

BUNU YAZMAK GEREK

Yanında durmamak ayrı, hukuka uymak ayrı


Bülent Arınç ortalığı karıştırdı.

Erdoğan’ın “Hukukta reformdan” söz etmesi, Adalet Bakanı’nın da yüksek mahkeme kararlarının uygulanacağını söylemesi üzerine, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılma olasılığı konuşulmaya başlanmıştı.

İşte Arınç tam böyle bir sırada, bu iki kişinin adını vererek “serbest kalmaları gerektiğini” söyleyiverdi.

Yandaş kesim, “Tayyip Erdoğan’ın da fikri bu yöndedir muhtemelen” diye düşünerek Arınç’a ilk anda pek tepki vermedi, daha doğrusu veremedi.

Ama Erdoğan önceki gün Arınç’a ağır biçimde saydırdı.

Yandaş tetikçiler de veryansına başladılar.

Bilemem, kendi iç çekişmeleridir belki ama Erdoğan’ın sözlerine aklım çok takıldı.

Şöyle dedi, Arınç’ı “fitne sokuyor” diye yerin dibine batırdığı konuşmasında Erdoğan; “Kobani olayları veya Gezi Parkı’nı düzenleyenlerle aynı yerde olamayız.”

AKP Genel Başkanı, Osman Kavala’yı Gezi eylemine destek verdiği için sevmeyebilir, Selahattin Demirtaş’ı da Kobani olayları nedeniyle suçlu görebilir.

Bu kendisinin kişisel görüşüdür.

Aslolan hukukun üstünlüğüne saygı duymaktır.

Bu iki isim ve daha niceleri, yargı organlarının kararlarına rağmen, sırf “Erdoğan bunlardan hazzetmiyor” diye hapiste tutuluyor.

Erdoğan, çok güçlü bir konumda olabilir ama bu onun hukuku çiğnemesi veya kişisel duygularını mahkeme kararı yerine koymasına neden olamaz.

DİKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Öğretmenlerin günü kutlu olsun olmasına da...


Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü.

Annem babam sağken bugünün benim için daha özel bir anlamı vardı.

Elbette bugün de var.

Ama onlarsız Öğretmenler Günü, beni hüzünlendiriyor artık.

Hele günümüzde.

Bu iktidar, kutsal bir meslek olan öğretmenliğin de içini boşalttı.

Dinci değilseniz, bu iktidara biat ettiğinizi herkesin önünde gösteremiyorsanız, pek şansınız yok. Okullarda yönetici olmanız, yükselmeniz mümkün değil.

Eski dönemin öğretmenlerini hatırlıyorum da canım gerçekten çok sıkılıyor.

Yine de gerçekten öğretmenlik yapan, yapmaya çalışan, o fedakar, cefakar öğretmenlerin hepsinin Öğretmenler Günü’nü kutlar, yaşlarına bakmadan ellerinden öperim, saygılar sunarım.