Korkusuz
Ümit Zileli

“Vurulduk ey halkım unutma bizi!”

Fethiye’de ışıl ışıl güneşin adeta yıkadığı güzelim park meydanı coşkulu bir kalabalığı konuk ediyordu...

Güneş aslında yalnızca meydanı değil, bir güzelim anıtı da gökkuşağı renkleriyle  aydınlatıyordu... Meydandaki coşku, çalan  müziklerin, hüzünlü türkülerin de etkisiyle olsa gerek zaman zaman duygusallaşıyor, gözler buğulanıyor, insanlar o anların sihrini bozmamak için fısıltıyla konuşuyorlardı...

Tam 28 yıl önce, 24 ocak 1993 günü, alçakça, kalleşçe bir bombalı suikastte yitirdiğimiz yiğit, yurtsever, unutulmaz gazeteci sevgili Uğur Mumcu’nun anıtıydı, alkışlarla, gözyaşlarıyla, saygı ve sevgiyle açılışı yapılan...

Fethiye Belediye Başkanı Alim Karaca ve ekibi gece gündüz emek vermiş, halkın büyük desteğini de arkasına almış, Fethiye’nin evladı heykeltraş Onur Fırat Fen tüm yontuculuk hünerini kullanmış ve ortaya insan olmanın, doğrunun, güzelin, iyiliğin, yurtseverliğin, ölümsüzlüğü çıkmıştı...

Anıtın önünde Uğur Ağabey’in o yüreklere işleyen şiirsel, yığınları ağlatan, yüreklendiren, tarihe kazınan yazısını anımsadım:

-Vurulduk ey halkım unutma bizi...


“Modası geçmiş gazetecilik!”


Anıtın açılışı yapıldığında o muhteşem yazı/şiirden şu dizelerle karşılaştım:

-Vicdan sustu, hukuk sustu, göz göre göre öldürüldük, ey halkım unutma bizi...

Uğur Mumcu’nun sonsuzluğa yürüyüşünden yıllar sonra zamanın Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök (şimdilerde emekli, ilginç magazin yazılarıyla oyalanıyor), köşesinde suikaste kurban giden iki yazarı, Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu’yu konu edinerek şu satırları karalamıştı:

-Uğur Mumcu, Abdi İpekçi modeli gazeteciliğin modası geçti!..

Haklıydı aslında; mesela Uğur Ağabey’in ya da Abdi Bey’in aklına asla iktidar partisi seçim kazandığında şöyle demek geçmezdi:

-Artık fabrika ayarlarıma dönüyorum; artık AKP’nin yaptığı güzel şeyleri de daha sık yazacağım!

Her iki ustanın aklına mesela zamanın devlet bakanına “Yahu ne oldu şu bizim fabrika meselesi?” diye sormak da  asla ve kat’a geçmez, geçemezdi!..

Kısacası emekli yayın yönetmeni haklıydı:

-Yeni Türkiye’de bambaşka bir gazetecilik türü egemendi artık!..

Işıltılı hayatlar!


Nereden düştüyse aklıma uzun yıllar önce yazdığım “Işıltılı Hayatlar” makalesini anımsadım; bir bölümünü paylaşmak isterim:

Hayat dayatmaz... Hayat yaşanır... Ve her hayat, yaşayanın tercihlerine göre, yaptığı seçimlere göre yaşanır... Bir sürüngen, bir parya gibi yaşamak da, onurlu, başı dik yaşamak da, seçimini teslim olmaktan yana yapmak da, her şeye karşın direnmek de insanın elindedir...

Korkaklığın, haysiyetsizliğin, gücün karşısında yaltaklanmanın, ruhuna varıncaya kadar her şeyini kiralamanın sonra da geçmişinden utanmanın, bu utancın yarattığı dayanılmaz hırs ve kompleksle herkesin aynı kirli hayata bulaşmasını istemenin, hayatın dayatması ile uzaktan yakından ilgisi yoktur!..

Hayat herkes için başlar ve biter... Aradaki boşluğu her insan kendi çapına, tıynetine göre doldurur... Kimi insanlık tarihine bir çentik atarak ışıl ışıl gider... Kimi ise “kayıp bir hayat” olarak gider...

-Hayat, yalnızca tanıktır!..

Bu duygularla, sevgili Uğur Mumcu’nun şahsında tüm “ışıltılı hayatlar” önünde sevgi, saygı, minnet ve özlemle eğiliyorum...