Korkusuz
Can Ataklı

Türkiye bu karanlığa layık değil

ANALİZ

Türkiye bu karanlığa layık değil


Açıkçası çok kötü günler yaşıyoruz.

İktidar yandaşları, karşı devrimden medet umanlar ellerini ovuşturup “Çok güzel gidiyoruz” diyor olabilirler ama bu gidiş iyi bir gidiş değil.

İktidar artık “tek kelime bile” muhalif ses duymak istemiyor.

Belki her iktidar gizliden gizliye böyle duygular içindedir ama bunu açıktan, hiçbir hak ve hukuk kuralına uymadan dile getiriyor bu iktidar.

Tele1 ve Halk TV’ye verilen kapatma cezaları akıl ve mantık dışıdır.

RTÜK Başkanı açıkça suç işlemektedir.

Bu iktidara şirin gözükmeye çalışsa bile yaptığı şey, iktidarı ama özellikle Erdoğan’ı uçurumun dibine itmekten başka bir şey değildir.

Aynı şekilde birkaç kendini bilmezin yaptığı iğrenç paylaşımlar bahane edilerek sosyal medyayı kapatmaya kalkmak da aslında ayağına kurşun sıkmaktır.

Vahim olan bir de şu var; Erdoğan bazı konuları büyük bir öfke ile açıklıyor, ama hemen ardından saray sözcüsü “konunun çarpıtıldığını, abartıldığını, yanlış değerlendirildiğini” söylüyor.

Erdoğan’ın söylediği iki cümlenin düzeltmesi en az 60 cümle ile yapılabiliyor.

Çünkü çevresi Erdoğan’ı artık her konuda yanıltıyor.

Erdoğan’ın çevresi kötü gidişi görüyor ve kendilerini korumak için akılsız adımlar atıyor.

Erdoğan sosyal medya konuşmasını kendi başına yapmamıştır mutlaka.

Bu konuda uzman olduğuna inandığı danışmanları ile konuşuyordur.

O danışmanların duyguları, akıllarından önde gittiği için Erdoğan’ın bu konuşmaları yapmasından büyük haz duyuyorlar.

Ancak anladığım kadarıyla yeterli donanıma sahip olmadıklarından bu tür konuşmalar yapılır yapılmaz oluşan tepkileri önceden hesaplayamıyorlar ve başka büyük bir sorunla karşı karşıya kalıyorlar.

Bu kez bunu düzeltmeye kalkıyorlar.

Bunu da devletin gücünü kullanarak yerine getirmeye çabalıyorlar.

Yani battıkça batıyorlar.

Şu sıralar medyaya öfke kusan, cezalarla herkesi yıldıran, gazetecileri, eleştiren, sorgulayan, öneri sunan herkesi korkutanlar kaçınılmaz sonlarını da görüyorlar aslında.

Yapılan hatalarla battıkça çırpınıyor ve daha çok hata yapıyorlar.

Ama Türkiye bunlara layık değil ki.

Ülkenin üzerine çöken karanlığı kimse hak etmiyor.

Ama inanıyorum ki havayı ne kadar karartırlarsa karartsınlar gerçekler saklanamayacaktır.

Türkiye, bu ülkenin insanları ilk kez bu kadar ağır bir dönemle karşılaşmıyor.

Tarih boyunca her şeyi geriye götürmeye çabalayanlar, bundan kendilerine menfaat sağlayacaklarını umanlar oldu.

Ama bu halk, her seferinde bu gidişe dur demesini bildi.

ÖNERİ

O iğrenç tweetleri atanların profilleri açıklansın


Evladı yeni doğan bir anne-babaya ahlaksızca saldırmak asla hoş görülemez.

Dün de belirttiğim gibi böyle bir davranışın bahanesi olamayacağı gibi affı da yoktur.

Berat-Esra Albayrak çiftine yönelik iğrenç tweetleri atanların saptanması ve yakalanması bu konuda patlayan öfkeyi bir nebze dindirebilir.

Ancak şunu da söylemek istiyorum; Bu hesapların kimlere ait olduğu açıklanmalı, profiller ortaya konmalı.

Bu kişilerin bir aidiyetleri, siyasi bağlantıları var mı bu açıklanmalı.

Bu kişilerin takipçi sayıları, kendi takip ettikleri, bugüne kadar attıkları diğer tweetler, beğeni ve RT’leri de irdelenmeli.

İktidar ve yandaşları bu çirkinliği, sanki muhalefet sürekli Erdoğan ve ailesine küfürler hakaretler yağdırıyor gibi sunmaya çalışıyor.

Bu açıdan bakınca, sırf ortalığı karıştırmak bu bahane ile sosyal medyadaki tüm muhalefeti susturmak amacıyla kimi görevlilerin de bu oyunu oynadıkları söylenebilir.

Dün sordum, bugün de soruyorum, öncelikle bu konu açıklığa çıkmalı.

BUNU YAZMAK GEREK

Çok yoğun bir yıl geçirdik, biraz izin istiyorum


Sevgili okurlar;

Son bir yılı düşünüyorum da, ne kadar yoğun, sıkıntılı ve hatta üzüntülü geçti değil mi?

Hele 2020’ye girdikten sonra neler yaşamadık.

Hepimiz için olduğu kadar benim için de çok yorucu bir dönemden sonra izninizle biraz dinlenmek istiyorum.

Her zaman söylemem, hatta pek başıma da gelmedi ama bu kez hem maddi hem manevi olarak çok yoruldum.

İktidarın baskıları, yandaş tetikçi kesimin akıl almaz saldırıları, korona günleri, siyasetteki çalkantılar ve çekişmeler sanki bu kez biraz daha fazla yıpratıcı oldu.

Bir süre hem ekrana çıkmayacağım hem de yazmayacağım.

Süresiz değil elbette ama amacım geçen yıllara oranla biraz daha fazla kendime zaman ayırmak.

Tekrar buluşmak üzere hepinize iyilikler diliyorum.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Turizmin 49 yıllık serüvenini bu kitapta topladı


44 yıllık dostum arkadaşım Bahattin Yücel, henüz 20’li yaşlarından beri turizm sektörünün içinde.

Kiralık oto şirketi sahip ve yöneticiliği, seyahat acentalığı, TÜRSAB başkanlığı yapan, bu deneyimlerini 90’lı yıllarda Turizm Bakanı olarak da siyasi hizmet olarak sunan Bahattin Yücel 49 yıllık serüvenini bir kitapta toplamış.

“Belki buz üzerine yazıyorum ama bu deneyimleri aktarmayı bir görev biliyorum” diyen Bahattin Yücel, Türkiye’nin turizmdeki yükselme sürecini çok güzel anlatmış.



Ben de hatırlıyorum, örneğin 70’li yıllarda bir avuç insan turizm hizmeti vermeye çabalarken ne yatak sayısı, ne istihdam, ne turistik yatırımlar kimsenin pek umurunda değildi.

Kendi aramızdaki sohbetlerde sadece Rodos adasındaki yatak sayısının Türkiye’nin toplam yatak sayısından iki misli fazla olduğunu konuşur ve bundan büyük üzüntü duyardık.

Bahattin Yücel, kitabında yükseliş sürecini anlatırken siyasi kimliğini de bir kenara bırakmadan “turizm siyaset” ilişkilerinin altını çizdiği gibi bunun da ötesinde turizmin ve insan hakları, inançlar, tarih ve kültür ile nasıl içe olduğunu da vurguluyor.

YENİ ÖĞRENDİM

Boğaz hattı, özellikle Anadolu Kavağı tekrar vapura kavuşmak istiyor


İstanbul Büyükşehir Belediyesi örnek bir karar aldı.

İstanbul halkının denizlerden daha çok yararlanması için bir süreliğine bazı hatlardaki ücreti 5 kuruşa düşürdü.

Yıllardır bir gazeteci olarak ben de hep sorarım, “Neden İstanbullular denizi kullanmaz, kara trafiğinde saatlerce bekleyenler denizin güzelliğini neden tercih etmezler”

Bunun iki nedeni var, birincisi pek çok kişi sıkışık trafikte kalsa bile karayolunun daha hızlı oluğunu düşünüyor, ikincisi İstanbul’u yönetenler deniz yolunu cazip olmaktan çıkarmışlar.

Çocukluğumda hatırlıyorum, Boğaz’a vapur çalışırdı, karşılıklı bütün iskelelere uğrayarak giderdi.

Sonra ağırlık kara taşımacılığına kaydırıldı, vapur seferleri azaldı, şimdilerde ise neredeyse yok gibi.

Önceki gün Anadolu Kavağı’na gittim.

Burada iş yapan esnafla ve muhtar Serdar Lüleburgaz’la sohbet ettim.

“Başkan İmamoğlu deniz yolunu özendirmeye çalışıyor, bu çok güzel bizi de umutlandırdı, çünkü Eminönü ile bağlantımızı kesmişti, bu yeni durumda biz de vapurumuzu geri istiyoruz” dediler.

Açıkçası şaşırdım, vapur eskiden vardı. Meğer bir süredir hattı kaldırmışlar.

Anadolu Kavağı’na; Sarıyer, Rumeli Kavağı, Anadolu Kavağı arasında ring yapan (uzun aralıklarla) motorlar ile Üsküdar’dan yine uzun aralıklarla gelen tarifeli motor varmış.

Motorların sefer saatleri ise gece 22.45’te son buluyormuş.

Esnaf diyor ki “Burada lokantalar var, turistler için hediyelik eşya satan dükkanlar var, ayak üstü yemek, tatlı ve benzeri yiyecek satılan yerler var, bağlantımızı kestiler, herkes perişan.”

Esnaf “Uzun Boğaz Turu” adıyla turistlere hizmet veren motorlara da tepkili.

“Çünkü” diyorlar “Bu motorlar ikinci köprünün ayağına kadar gelip dönüyor, buralara hiç gelmiyorlar, bu yüzden Boğaz’ın tamamını gezmek isteyenlerin de önünü kesmiş oluyor, ayrıca yarım Boğaz turu ile aslında turistleri de kandırıyorlar” diye ekliyorlar.

Sonuç: Anadolu Kavağı halkı Ekrem İmamoğlu’ndan “özendirilen deniz  yolculuğu” kapsamında değerlendirilmelerini, Eminönü bağlantılı vapurun yeniden konmasını, Üsküdar ve Sarıyer’den gelen motorların son hareket saatinin de özellikle yaz aylarında gece yarısına kaydırılmasını istiyor.

Bir İstanbul ve Boğaz sakini olarak durumu belediyeye aktarmayı ben de kendime görev bildim.