Korkusuz
Can Ataklı

Türkiye bir din devleti değildir

ANALİZ

Türkiye bir din devleti değildir


Türkiye’nin görünümü değişiyor.

Konuya sadece basit bir “protokol” düzenlemesi olarak bakamayız.

Cüppe ve sarık sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni sembollerinden biri haline geliyor ki bu çok tehlikeli bir gidiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı aslında sıradan bir devlet görevidir.

Üst düzey bürokrat bile sayılmaz.

Ama saray iktidarı Diyanet İşleri Başkanlı’ğını protokolde en ön sıralara yerleştirdi.

Diyanet sadece protokolde en sırada olmakla kalmıyor, artık Cumhurbaşkanı’nın her faaliyetinde hemen yanı başında duruyor.

Bu bir açılış olabilir veya temel atma töreni fark etmiyor.

30 Ağustos törenlerinde de 26 Ağustos gösterilerinde de Diyanet hep en ön sırada.

Hatta öyle ki pek çok fotoğraf karesine sadece Cumhurbaşkanı ve Diyanet İşleri Başkanı giriyor.

30 Ağustos törenleri Kuran okunmasıyla başlıyor.

Askeri öğrencilerin mezuniyet töreninde eller havaya kalkıyor önce dualar okunuyor.

Adli yılın açılışı da Kuran okunmasıyla yapılıyor, Yargıtay Başkanı ve Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanıyla birlikte dua ederken poz veriyorlar.

Türkiye giderek bir din devletine dönüştürülüyor.

Henüz anayasal olarak tam sağlanmamış olsa bile yönetim erkleri dini kurallar üzerine dönmeye başladı artık.

Adalet Bakanlığı bir dava ile ilgili görüş bildirirken İslam dininin kurallarını hatırlatarak, şüpheli kişilerin suçlu olduğuna kanaat getiriyor.

Bu konuları eleştirerek dile getirenler ise hemen linç ediliyor, “Kuran’ı Kerim’den niçin rahatsız oluyorsun, dua etmek sana neden zor geliyor, İslam düşmanısın” türü akla ziyan suçlamalar birbirini kovalıyor.

Türkiye hızla “İslam Devleti” olmaya doğru gidiyor.

Kimileri “ne var bunda, herkes Müslüman değil mi?” diye üste çıkmaya çalışabilir.

Oysa Türkiye nüfusunun yüzde 95’i Müslüman olan bir ülke.

Bir din devleti olmadığı gibi medeniyetin simgesi olan laiklik ilkesini de benimsemiş bir devlet.

Oy fazlasıyla hasbelkader iktidar olmuş bir siyaset devletin temelini oluşturan ilkeleri öyle kafasına estiği gibi değiştiremez, kendine göre uygulayamaz.

Sonuçta Anayasa’nın laiklik ilkesi açıkça çiğneniyor aslında.

Şu an kimsenin umurunda olmayabilir, ama bir gün bunlar yargıya gittiğinde anayasal suçun karşılığını ödemek zorunda kalacaktır pek çok kişi.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Saray’dan dünyaya “Biz bir din devletiyiz” imalı açıklama


Adli yılın Kuran okunarak açılması sosyal medyada ciddi tepkilere neden oldu.

Sarayın propaganda işlerine bakan Fahrettin Altun da buna karşılık nispet yapar gibi Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışında dua okumasını örnek göstererek “böyle başladı böyle gidiyor” yazan bir tweet attı.

Tweetteki fotoğraflardan birinde Atatürk ve Meclis’i kuranlar dua ederken görülüyor.

Diğer fotoğrafta ise Yargıtay Başkanı ile Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanı ile birlikte adli yılın açılışında dua ediyorlar.

Fahrettin Altun tweetini en tepeye sabitlemiş.

Yani Altun’un hesabına bakanlar, tweet ne zaman atılmış olursa olsun önce bunu görüyor.



Ancak tweette çok “hin” bir ima var.

Çünkü Altun bu tweeti Türkçe değil İngilizce atmış.

Altun değişik zamanlarda İngilizce tweetler attı, bunlar sarayın politikasını yabancılara göstermek için yapılan çalışmalardı.

Altun bugüne kadar İngilizce hiçbir tweetini sabitlemedi.

Demek ki bu tweet içeri değil dışarıya verilen bir mesaj.

“Türkiye bir din devletidir, yargısı da yani hukuku da dini kurallara göre şekillenmektedir” deniyor. Kime bu mesaj?

Amerika’ya; Avrupa Birliği’ne, NATO’ya.

Türkiye ne hallere düşürüldü böyle.

Bİ SORALIM BAKALIM

Eski YÖK Başkanı kılını kıpırdatmamıştı bakalım yenisi ne yapacak?


Sedat Peker iktidarın ipliğini pazara çıkarıyor.

Şimdi biraz ara verdi belki ama yakındır yine ortalığı karıştıracak açıklamalar yapması.

Tabii saray Peker’i “suç örgütü lideri, mafya babası” olarak etiketleyerek söylediklerini ciddiye almıyor.

Ama nereye kadar?

Ciddiye almıyorlar ama Peker’in söylediklerinin yalan ya da yanlış olduğunu da gösteremiyorlar.

Yazılar için hazırlanırken “Peker hangi iddialarda bulunmuştu?” diyerek notlarıma baktım.

Peker, 03 Temmuz’da İstanbul’daki Esenyurt Üniversitesi’nin sahipleriyle ilgili olarak; “Bir eski belediye başkanına üniversiteden kızlar göndererek tuzak kurduklarını ve bunun sonunda başkanın görevini bırakmak zorunda kaldığını; üniversitede fakir kızlara burs verip kendi üniversitelerinde okuttuklarını; hem kendileri, hem de yakın çevrelerine de bu kızlardan sevgili ayarladıklarını” iddia etmişti.

O üniversite hakkında hiçbir açıklama yapılmadı. Suçlanan kişilerden de bir açıklama gelmedi bugüne kadar.

YÖK de konuya hiç bakmadı bile.

Haydi diyelim ki iddia ortaya atıldığında görev süresi bitmekte olan YÖK Başkanı vardı ve giderayak başını derde sokmak istemedi.

Yerine yenisi geldi.

Hiç mi konmadı bu dosya önüne?

Ya da hiç merak etmedi mi “Yahu yenilir yutulur gibi olmayan bu iddialar doğru mu?” diye.

Galiba hiç konuşmayınca her şeyin unutulacağını sanıyorlar.

YENİ ÖĞRENDİM

Polise “şerefsiz” diyen kadın milletvekili için de yine HKP harekete geçti


Herhangi bir kamu görevlisi suç niteliğinde olan bir şey yaptığı zaman artık ben de Halkın Kurtuluş Partisi’ni bekler oldum.

Çünkü aykırı bir durum doğduğunda herkes konuşuyor, eleştiriyor, kınıyor ama her seferinde “yargı için” harekete geçen Halkın Kurtuluş Partisi oluyor.

İşte son örnek polise “şerefsiz” diyen AKP Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz’la ilgili yapılan suç duyurusu.

HKP avukatları Zeynep Gül Yılmaz’la birlikte Mersin Valisi ve Mersin İl Emniyet Müdürü hakkında suç duyurusunda bulunmuş.

Suç duyurusu gerekçesinde bu üç kişi hakkında, “Hakaret”, “Görevi yaptırmamak için direnme”, “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi”, “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme”, “Türk Milleti’ni, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçlarını işledikleri belirtiliyor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

28 Şubat’ın kötü bir kopyasını sergiliyorlar


Eğer AKP’lilere 28 Şubat’tan söz ederseniz akla hayale gelmeyen şeyler söyleyebilirler.

Dinin yasaklandığını, Kuran okunmasına kısıtlama getirildiğini, camilerin kapatıldığını, başörtülü bacıların her yerde dövüldüğünü, yerlerde sürüklendiğini, devlet dairelerinde oruç tutmanın, Cuma namazına gitmenin mümkün olmadığını anlatabilirler.

Hiçbiri doğru değil tabii.

Ama o dönemle ilgili doğru şeyler de var.

Örneğin askerler, çeşitli kesimlere brifingler verirdi.

İrtica brifingleriydi bunlar.

Gerici hareketlere dikkat çekilirdi bu toplantılarda.

Gericiliğin adım adım yükseldiği bir gerçekti ama o dönem bunun askerler tarafından brifinglerle anlatılmasına karşı çıkmıştım.

Örneğin hakimlerin ve savcıların askerlerin karşısına geçip bu brifingleri dinlemelerini çok yanlış buldum hep, yargı bağımsızlığının zedelendiğini anlattım.

Aynı şekilde akla gelen gelmeyen her yerde askerlerin protokolde yer almasını ve hatta zaman zaman bunu biraz şımarıkça kullanmalarını da eleştirdim.

Yine o tarihlerde askerin bu baskısına boyun eğen herkese “nasıl yediriyorsunuz bunları kendinize, hiç mi onurunuz yok?” diye kim bilir kaç kere sormuştum.

Şimdi tersine bir 28 Şubat yaşanıyor ve bu kez aktör asker değil Diyanet.

Cüppesi ve sarığı ile her yerde olan, olduğu her yerde mutlaka Kuran okutan ve dua ettiren bir Diyanet İşleri Başkanı’na karşı çıkan kimse yok.

Askerler sus pus, yargı sus pus, iş dünyası sus pus, medya sus pus.

Bedelini çok ağır ödeyeceğiz, bilmiş olun.