Korkusuz
Ümit Zileli

Travma ve Hezeyan!..

Bu dil sürçmesi değil, cehalet hiç değil!..

Bu düpedüz hınç!.. Bir diğer deyişle, neredeyse bir asıra yaklaşan ağır bir hazımsızlık!.. Üstelik, tamamen yalan!.. Şimdi, şu sözlerin neresini düzelteceksiniz:

- Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gece içinde kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri istendi. Dini yaşama yolları değiştirildi (ya da dinsel yolları dağıtıldı.)

Adam, Türkiye’nin Batılılaşma, modernleşme çabalarının en az 200 senedir sürdüğünü bilmez mi?.. II. Mahmut’un sarık yerine fesi getirmesi üzerine, “gavur icadı” sloganlarıyla çıkan isyanları bilmez mi?.. Pek sevdikleri II. Abdülhamit’in Latin harflerine geçme çalışmaları yaptığını bilmez mi?.. H.C. Armstrong’un, Mustafa Kemal’i kıyasıya eleştirdiği için pek bir bayıldıkları “Bozkurt” isimli kitabında, “Milletin yüzde onu bile okuma bilmiyordu. Karmaşık Arap yazısı öylesine zordu ki, okuma yazma din adamlarıyla bir kaç entelektüelin tekelinde kalmıştı.... Mustafa Kemal’in büyük bir hayali vardı, bütün halkın okuma-yazma öğrenmesini istiyordu” diye yazdığını bilmez mi?..

Adam, bunların hepsini bildiği gibi, devrimlerin de bir gecede yapılmadığını gayet iyi bilir!.. Büyük devrimcinin, her devrim öncesi uzun yurt gezilerine çıktığını, yerli ve yabancı bilim insanlarıyla uzun tartışmalar yaptığını da çok iyi bilir... Örneğin, büyük bir cehaletle “Dil Devrimi” dediği Harf Devrimi esnasında, uzun süre gazetelerin eski ve yeni türkçeyi yan yana kullandığını, yurdun her yerinde halk okulları açıldığını bildiği gibi!..

Adam, bir noktada çok haklı aslında; Aydınlanma Devrimi, gerçekten de bir takım karanlık ruhlu yobazlar ile istikbalini ve ikbalini emperyalistlerin inayetine bağlamış işbirlikçi uşaklar üzerinde müthiş bir travma yarattı!.. Bugün yaşananlar, bu travmaya uğrayanların “Artık tamam, rövanşı alma zamanı geldi” hezeyanlarından başka bir şey değil...

- Ama o rövanş, bu denli kolay ve ucuz da değil!..

Yalanı meslek edinmiş Enteller!..


Gelelim işbirlikçilere...

Tarih bilgisinden fena halde yoksun oldukları için, adamcağızı destekleyelim derken içine düştükleri durum, kahkahalarla gülünecek kadar acıklı!.. Hiç mi okumazlar, okuduklarını hiç mi anlamazlar, inanın işin içinden çıkamadım!. Hele birisi “Travma” başlıklı yazısına “entelektüel düzeyin çok düşük” olduğu yakınmasıyla giriş yaptıktan sonra bunun nedeni olarak sistemimizin neredeyse tümünün “yalana” dayalı olmasını gösteriyor. Sadece cumhuriyetin değil ittihatçıların yaptıklarının bile sorgulanmasının yasak olduğunu iddia ettikten sonra aynen şöyle bir cümle kuruyor:

“... koskoca bir imparatorluğu yabancı bir ülkeyle işbirliği yaparak yıkan bu adamları biz neden hiç olmazsa entelektüel düzeyde yargılayamıyoruz...”

İnsaf!. Yalnızca ittihatçıları değil, cumhuriyeti ve kurucusunu bile yıllardır en ağır hakaretlerle yerden yere vurdukları yetmiyor demek ki?!.. Şu yukarıdaki sefil cümleye bakın; neredeyse 150 yıldır neredeyse sömürge olarak yaşamını sürdürebilen, yabancı elçilerin sadrazam atadığı, emperyalistlerin zorla kurduğu Düyun-u Umumiye’nin gümrüklerine varıncaya kadar el koyduğu, yalnızca paylaşım kavgası nedeniyle ayakta duran Osmanlı, “koskocaman imparatorluk” öyle mi? İnsan biraz olsun sıkılır... Ama, sömürge olmayı “alkışlanacak bir erdem” olarak yansıtan kalemlerden de ancak böylesine “zavallı” yazılar beklenir... Ayrıca hiç kuşkunuz olmasın, neredeyse tümü aynı kıratta...

-Bunlar aynaya bakınca, hiç yüzleri kızarmıyor mu, siz ne dersiniz?..

Türkiye’den, Türkçe’den uzak vatansız aydın!..


Yıllar önce “Avrupa Türkçesi ‘sönüyor’ mu?-Türkçe günlük gazeteler bir bir yok oluyor” başlıklı uzun bir analiz okumuştum...

O değerli analizde, Avrupa’da yalnızca Türkçe gazetelerin yok olduğunu anlatılmıyordu; Avrupa ülkelerinde yaşayan yaklaşık 6 milyon Türk kökenli yurttaşımızın da giderek Türkçe’den koptuğunu, hatta yeni nesillerin kendisine “Türk” bile demediğinin altını çiziliyordu...

Hiç şaşırmamıştım inanın! Bir milletin vatanında ya da dışında yaşayan yurttaşlarının, o vatana, o topraklara, o millete bağlılığını, kendi dilini en iyi şekilde kullanmasını, sevmesini sağlayacak olan yine o memleketin aydınları, edebiyatçıları, yöneticileri değil midir?..

Bırakın yurt dışında yaşayan yurttaşları, bu ülkede yaşayan 80 milyon için hangi birlikte yaşama isteği, hangi aidiyet, hangi dilden söz edebilirsiniz, bir düşünün lütfen!..

Ayrıştırılan, ötekileştirilen, düşmanlaştırılan, eğitim adı altında cehalete itilen bir topluluğa nasıl millet denilebilir lütfen yanıtlayın!..

Ülkeye gönderdikleri döviz dışında en ufak değer atfedilmeyen, yalnızca “sağmal inek” olarak görülen Avrupalı Türkler, niçin bu bağlılığı sürdürsünler, cevap isterim!..

Büyük Devrimci, 1932 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demişti:

-Münevver (aydın) halkının bir adım önünde yürür ama dirseği halka değer...

Bir avuç yurtsever aydın dışında diğerleri nerede diye soracak olursanız yanıtı, yıllar önce yukarıya bir bölümünü aldığım “travma ve hezeyan” yazısında olanca çıplaklığı ile haykırıyor... Ve yıllar sonra açıkça “rövanş” çığlıkları atılıyor...

-Yıllar önce “bu kadar kolay, bu kadar ucuz değil” derken yanılmış mıyız acaba?!.