-Dibine kadar ayrımcılık!..
Koca milleti, öylesine böldüler, o denli parçaladılar, o kadar düşman hale getirdiler ki; konu ideolojik karşıtlığı, dinsel, mezhepsel farklılığı da içinde taşıyan, bir nefret paranoyasına, bir öç alma, yok etme ilkelliğine ulaştı...
Şiddet öylesine kutsandı ki; ne yerin ne zamanın ne insanın hiçbir farkı, hiçbir ayrıcalığı kalmadı...
Sokakta, evde, stadyumda, kahvehanede, pazarda, belediye otobüsünde, camide fark etmiyordu artık..
Komşun, arkadaşın, sevgilin, karın, çocuğun, anan, baban, akraban olması da zerre kadar önem taşımıyordu...
Binlerce yıllık tarih zaten aynı, biteviye döngü üzerinde sürüp gitmiyor muydu?..
-Zalim, iktidarını sürdürebilmek için sevgisizlik, kaba kuvvet, barbarlık şehvetine kapılmış, düşünmeyi unutmuş toplum ister...
Cinnet geçiren toplum
Etrafınıza bir bakın...
Sonra, hepsini değil, yaşadığımız son birkaç yılı düşünün...
Ölüm katsayısı zirveye vurmuş kadınlar, sokak ortasında katledilen gençler...
Gazetelerin, üzerinden kan damlayan üçüncü sayfaları; ailesini topluca katleden babalar, annelerini vahşice parçalayan genç kızlar, bir kurbanlık koyun kavgasında onlarca ölü veren hısım, akrabalar...
Bir maç uğruna hayatını veren taraftarlar...
Saymakla bitiremezsiniz.
Bunun psikolojide, sosyolojide bir tek adı var:
-Cinnet geçiren toplum!..
Ve ülkenin böylesine bir çukura düşmesinden, toplumun böylesine bir karanlığa teslim olmasından beslenen o kafa!..
Eğitimin alabildiğince geriletilmesi, minicik beyinlere “savaşın fazileti” iğrençliğinin yüklenmesi, mezhepçiliğin, kara çarşafın ilköğretim okullarına dek sokulması ülkeye biçilen senaryonun olmazsa olmazlarıdır!..
Ve hedef gayet açıktır:
-Cahil, ilkel, verilenle yetinen, sorgulamayan, sesini çıkarmayan, öfkesini birbirinden çıkaran bir toplum...
Bu tablonun dışına çıkmaya cüret edenler, muhalefete yeltenenler, yaşam hakkı ve özgürlük isteyenler için ise o kafanın biçtiği son apaçık ortadadır:
-Baskı, sansür, şantaj, tehdit; olmadı hapishane!
Nefretin dışavurumu!
Yaşadığımız deprem felaketine bir bakın lütfen...
46 binden fazla yurttaşımızı kaybettik, 100 bini aşkın insanımız yaralı...
Bu şartlar altında bile iktidarın ileri gelenleri, ayrımcılık, ötekileştirme ve nefret dilini artırarak sürdürmekte bir sakınca görmüyorlar...
Daha birkaç gün AKP’li Cumhurbaşkanı’nın deprem bölgesinde savurduğu hakaretleri buraya yazmaktan bile imtina ederim...
Eh, durum böyle olunca, İçişleri Bakanı’nın televizyonlarda söyledikleri de, AKP’li kadın milletvekilinin “3 gündür yardım gelmedi” diyen depremzedeyi “bozguncu, provokatör” diye paylaması, Bolu Büyükşehir Belediyesi AKP’li kadın meclis üyesinin, başkanın kafasına su şişesi fırlatması da doğal tabii!
Bu durumda haber kanallarının abuk subuk nedenlerle kapatılması, acayip cezalara çarptırılması, hakaretlere uğraması da sıradanlaşıyor tabii!
Bunun adına evrensel dilde ne denir okuyucunun takdirine bırakıyorum!
Türkiye büyük depremin acılarını yaşarken, ülke tarihi bir seçime giderken, aynı zamanda iktidarın yıllardır süren en ağırından hakaretleri, tehditleri de, baskıları, sansür icatları da fazlasıyla, artarak devam ediyor...
Sözün özü: Eğer bu toplumda, onca baskıya, onca zorbalığa, onca işkenceye ve barbarlığa karşın direnen, haysiyetini koruyan, ülkesinin, çocuklarının geleceğinin çalınmaması için canını, kanını ortaya koymaktan çekinmeyen aydınlık, yurtsever gençler, aydınlar, kitleler olmasa kolaydı...
Bu tablodan istedikleri sonuç çıkardı!.
Ama bir türlü olmuyor, olamıyor...
Aksine, bu ayrımcılık, bu zorbalık, bu zulüm, sonlarını çabuklaştırıyor ...
-Tarihin utanç sayfalarında hak ettikleri yeri almalarına az kaldı...