Korkusuz
Ümit Zileli

Tarihin sonu!..

1990’ların başıydı...

Sovyetler Birliği çökmüş, Almanya’da “Berlin Duvarı” yıkılmış, Varşova Paktı üyesi yani Sovyet egemenliğindeki ülkeler art arda “bağımsızlıklarını” haykırmaya başlamışlardı... Dünyada artık bir tek süper güç vardı:

-Amerika Birleşik Devletleri!..

Bu, aynı zamanda liberalizmin, daha sonra kullanılacağı şekliyle “Neo Liberalizm’in” zaferi olarak lanse ediliyor, üzerine makaleler kitaplar yazılıyordu... Dünyaya ilk sunulan olgu, siz bunu “algı” olarak da okuyabilirsiniz, “Küreselleşme” oldu; ilerici, sosyalizmin yok olmayacağına, sömürü varoldukça yaşayacağına inanan bilim ve düşün insanları ise bu algıya karşı, küreselleşmeye “3. Emperyalist dalga” adını verdiler...

ABD’yi, liberalizmi ve küreselleşmeyi yüceltme yarışının en önemli isimlerinden birisi olarak ortaya çıkan Francis Fukuyama ise iyice ileri giderek önce bir makale yazdı, artdından bu makaleyi kitaplaştırdı:

-Tarihin sonu/ End of History!

Fukuyama’nın tezine göre, başta sosyalizm olmak üzere tüm ideolojiler liberalizm karşısında yenilgiye uğramışlardı! Bu aynı zamanda “tarihin sonu” anlamına geliyordu. Tabii ki tarih yazılmaya devam edecekti ancak, yalnızca liberalizm tarafından ya da ondan doğacak yeni ve ona bağlı ideolojiler tarafından!

Bu aynı zamanda ABD’nin ve Batı’nın tartışmasız üstünlüğü anlamına geliyordu. Özellikle ABD artık dünyanın biricik süper gücü idi...

Fukuyama, ardından küreselleşmenin ideologlarından John Nasbitt yeni durumu adeta “cennetin anahtarı” konumuna yükselttiler; artık siyasi olarak ABD, ekonomik olarak uluslararası dev şirketler önderliğinde insanlık mutlu bir geleceğe yelken açacaktı!.. Öyle ki, Nasbitt NPQ dergisine yazdığı makalede artık ulus devletlere de gerek kalmadığını ileri sürerek şöyle diyordu:

-Artık dünya 180 değil bin 80 ülkeden oluşmalı, kent devletleri!..

Onu da açıklıyor, askeri gücü olmayan, teknolojik altyapısını tamamlamış, uluslararası dev şirketlerin yatırım yapacağı “Singapur tipi” mutlu kentler! Söylemediği şey “köle” sözcüğü idi doğal olarak! İstenen çok basitti aslında:

-Tek dünya devleti ve ABD’nin jandarmalığında sömürülen bir dünya!..

Kaosa teslim olmuş bir dünya!


Bu planlamalar, parlatmalar, algı çalışmaları tutmadı... Tutamazdı da!

Çünkü görüldü ki, tek kutuplu bir düzende dünyanın ezici çoğunluğu giderek daha yoksullaşıyor, aç kalıyor, ağır çalışma koşullarında köleleşiyordu! Üç ABD’li patronun serveti yaklaşık 4 milyar insanın kazancından fazlaydı örneğin!

Aradan 10 yıl geçtikten, ABD’de “İkiz Kuleler” saldırısı (!) yaşandıktan, Afganistan işgal edildikten, zamanın ABD Başkanı Bush, “Crusade-Haçlı Seferi” açıklaması yaptıktan sonra Tarihin Sonu yazarı Fukuyama özür diledi, yanıldığını söyledi; tezinin bir çok eksikliği görmediğini ifade etti!

-Ancak iş işten geçmiş, dünya eskisinden çok daha beter hale gelmişti!..

Diğer taraftan yine bir ABD’li profesör, Samuel Huntington “Medeniyetler çatışması” kitabıyla öne çıkmış, emperyalizme yeni bir düşman sunmuştu:

-Radikal İslam!

İşte o günden bu yana düşmansız yapamayan emperyal güçler sözüm ona bu yeni düşmana karşı, aslında kendi elleriyle kurduğu, paraya boğduğu, istediği coğrafyada tepe tepe kullandığı bu güce karşı dünyayı kana ve ateşe boğuyor!

Ekonomik, siyasi krizler birbiri ardına vuruyor dünyayı... Aslında yaşanan kapitalizmin büyük bunalımı!

-Buradan çıkmak için ise daha çok insan kanı, daha çok felaket, daha çok şiddet ve acı gerekiyor!

Minnacık bir virüsle darmadağın olmak!..


Koronavirüs işte tam da bu ortamda doğdu...

Daha önceki “Ebola”, “Sars”, “Mers” virüslerinden çok daha büyük karışıklık, kaos ve korku yarattı... İnsanlık görünürde acz içine düştü...

Koca koca ülkeler koronavirüs karşısında “kurşun asker” misali tek tek düşüyorlar! İnsan eliyle mi yapıldı, yoksa gerçekten doğanın intikamı mı bilemiyorum ama yapılan açıklamalardan, o açıklamalardaki imalardan “birilerinin” hem de çok yüksek sayıda birilerinin adeta gözden çıkarıldığı “arenada aslanların önüne atılmak” istendiği duygusuna kapılıyorum!..

Eğer gerçekten doğanın kendisine yapılanlara karşı bir cevabı ise, minnacık bir virüsün olağanüstü intikamın kılıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz... İnsan eliyle yapılmış dahi olsa, kendisini yaratanı bile yutabilecek güce ulaştığı faraziyesi de var tabii; “21. Yüzyılın lideri olacağım, rakiplerimi darmadağın edeceğim” derken, kendi kazdığı kuyuda boğulmak gibi!..

Ne olursa olsun, bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok; yeni bir dünya, yeni bir insanlık, yeniden vicdan, yeniden kardeşlik için bir büyük fırsat var önümüzde... Doğal olarak daha fazla baskı, daha fazla faşizm, daha fazla kan, savaş, diktatörlük seçeneği de diğer yanda duruyor... Seçenek insanlığın elinde; görüldüğü üzere korkunun ecele faydası yok... Düşünmek için hapsolduğumuz evlerde bol vaktimiz var:

-İnsan onuruna yakışır yaşamak mı, hamamböceği misali yaşamak mı?..

Biliyorsunuz hamamböceği bir nükleer saldırıda bile hayatta kalabiliyor!..

-Tarihin asıl sonu da budur!