Korkusuz

Tarih unutulmaz, öğretir

Tarih unutulmaz, öğretir
Dün, 1 Eylül Dünya Barış Günü idi.

1 Eylül 1939’da; Polonya’yı işgal eden Alman ordusu, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmıştı.

Savaşın bitmesiyle; dünya ülkeleri, Hitler faşizminin ölümüne neden olduğu 60 milyon insanı unutmamak için 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak anılmasına karar verdi.

Mustafa Kemal ise faşizmin iç ve dış risklerini önceden görmüş olacak ki; savaştan sekiz yıl önce yani 20 Nisan 1931’de, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” demişti.

Peki ders alan oldu mu?

Neredeee!

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, dünyanın birçok yerinde irili-ufaklı onlarca savaş yaşandı.

En tazesi Arap Baharı tezgahı.

Emperyalist ülkeler yazar, bizim işbirlikçi iktidarlarımız da oynar.

Tarih boyunca böyle olmuş.

Müslüman, Müslüman’ı boğazlamış.

Hem de en gaddar yöntemlerle.

Kerbela’da olduğu gibi.

Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde bir araya gelen Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri Fransa, İngiltere ve Rusya, Anadolu ile birlikte Ortadoğu bölgesini paylaşmak için 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot Anlaşması’nı imzaladıktan kısa bir süre sonra Ekim Devrimi gerçekleşmiş ve Lenin, anlaşmadan çekilmişti.

Yoluna devam eden Fransa ve İngiltere, bir yıl sonra Filistin’i Yahudilere vereceklerini söyleyerek yollarına devam etti ve 1920’de bölge ülkelerini paylaştı.

Elbette işbirlikçi yerel yöneticilerle anlaşarak.

Yunanistan, İtalya ve İngiltere ile birlikte Anadolu’yu paylaşan Fransa, 1 Eylül 1920’de Hıristiyan çoğunluklu Lübnan diye bir ülkenin kurulduğunu ilan etti.

Haçlı Seferleri’ni hatırlayarak.

100 yıl sonra dün Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Beyrut’taydı.

Herkesle buluşan Macron dünyaca ünlü Mardin Süryani kökenli 85 yaşındaki şarkıcı Feyruz’u evinde ziyaret ederek ‘Napoleon Bonaparte Nişanı’nı taktı.

Semboller çok önemli.

Macron; bağımsızlığından bu yana sürekli iç ve dış savaş, çatışma ve gerginlik içinde olan bu ülkeyi yeniden dizayn etmek istiyor.

Lübnan; İsrail ve Suriye’ye komşu ve Kıbrıs adasına fazla uzak değil.

Doğalgazın göbeğinde.

Fransa her yerde Türkiye’nin karşısında.

Fransa var gücüyle Kıbrıslı Rumların, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan’ın ve Libya’da Ankara’ya karşı olan herkesin yanında.

AKP ise 30 Ağustos Zafer Bayramı gösterisini bir Fransız şirketine yaptırmış.

Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘dost ve müttefiki’ Trump ne yapıyor?

O da Fırat’ın doğusunda PYD/YPG ile ‘dost ve kardeş’ olarak geçinip gidiyor.

Başka!

S-400’lerden dolayı Türkiye’ye vermediği F-35’leri, Erdoğan’ın baş düşmanı BAE’ye satmaya hazırlanıyor.

Ama İsrail ile ‘dost ve müttefik’ olursa.

O da oldu.

Trump’ın Yahudi damadı Jared Kushner’in arabuluculuğu ile.

Jared, Erdoğan’ın damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın da ‘dost ve arkadaşı’.

Bu coğrafyada, maşallah herkes herkesin ‘dost, müttefik, arkadaş ve kardeşi’.

Bir zamanlar, Esed olmadan Esad da öyleydi.

30 Kasım 2010’da, Erdoğan’a ‘İnsan Hakları Ödülü’ veren Kaddafi de.

Kimin eli kimin cebinde belli değil.

Belli olmadığı için de Türkiye ve tüm bu coğrafyanın başı beladan kurtulmuyor.

Keyfi yerinde olan tek bir ülke var o da İsrail.

Bilerek-bilmeyerek ya da dolaylı-dolaysız herkes İsrail’in hizmetinde.

Pazartesi BAE’ye ilk seferini yapan İsrail uçağı, Suudi Arabistan hava sahasını kullandı. Kushner ve içindeki İsrailli ve Amerikalı Yahudiler belki de kaptana “Medine’nin üzerinden uçsan da biz de atalarımız için bir iki dua okusak” demişlerdir.

Tarih unutulmaz ama ondan ders almak isteyenlere çok şey öğretir.

Kuru hamasetle bir yerlere varılacak olsaydı, şimdi herkes Nazi olmuş olurdu.

Ne demiş atalarımız:

“Akıllı olacaksın oluuum”.

Herkesle kavga etmenin bir alemi yok. Hakkını yedirmeyeceksin ama mahallenin kabadayı konumuna düşmeyeceksin.

Fransa Total’in, İtalya ise Eni’nin Libya’daki çıkarlarını savunur ama kendi aralarında kavga etmezler.

İtalyanlar da “Bir zamanlar Libya bizimdi” demez.

Macron da “Lübnan’daki Hıristiyanlar, Bonaparte’in torunlarıdır” demedi.

Bölgede hiçbir zaman varlık göstermeyen Amerikalılar ‘cowboy’ edasıyla, “Fırat’ın doğusu bizim” diyor.

Hikaye biraz karışık ama her nedense kaybedenler hep bizimkiler.

Tarih öyle diyor.

İyi de neden?