Korkusuz
Can Ataklı

Suriye’de durum artık eskisi gibi değil ama geri dönmek isteyen yok

ANALİZ

Suriye’de durum artık eskisi gibi değil ama geri dönmek isteyen yok


Hafta sonu, Türkiye’ye kaçan Suriyelilerle ilgili bir araştırma okudum.

Suriyelilerin çok büyük çoğunluğu artık ülkemizi benimsemiş durumda ve geri dönmek isteyen de pek yok.

Yani ülkesindeki zulümden kaçıp gelenler, Türkiye’de kalıcı hale gelmiş.

Daha önce de yazdığım bir noktayı tekrar belirtmek istiyorum.

Ne yazık ki siyasetçilerimiz de medya da akademisyenlerin çoğu da Suriyelilerle ilgili tanımları birbirine karıştırıyor.

Göçmen ve sığınmacı arasındaki fark ortaya konmayınca Suriyelilerle ilgili teşhisler de yerine oturmuyor.

Sığınmacı makul bir gerekçe ile yaşadığı toprakları terk edip bir başka ülkeye geçici süre ile gelen kişilere denir. Sığınmacılar, gelmelerine neden olan faktörler ortadan kalkınca yerlerine dönerler.

Göçmen ise kalıcı biçimde ülkesini terk eden ve başka yerlere yerleşen insanlara denir. Göçmenliğin kuralları ve statüleri vardır.

Bazı ülkeler göçmen politikası izlerler ve belirledikleri aralıklarla göçmen kabulü bile yaparlar.

Örneğin dünyanın en büyük göçmen kabul eden ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’dir.

Türkiye ise Cumhuriyet tarihi içinde değişik tarihlerde göçmenlik statüsünü işletmiştir.

Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan ve çevresinden, Bosna’dan gelenler böyledir.

Hepsi geçen süreler sonunda vatandaş olmuşlardır.

Suriyeliler göçmen değil, sığınmacıdır.

Yerleşmelerine ve vatandaşlık almalarına izin verilemez.

Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, ülkelerindeki savaştan kaçtıklarını beyan etmişler ve ülkemize gelmişlerdir.

Oysa şu anda Suriye’deki durum özellikle Türkiye’ye yönelik bir kitle hareketinin öncesindeki durumdan çok farklıdır.

İdlib’deki teröristler haricinde, Türkiye’ye yakın bölgelerde artık iç savaş yaşanmıyor.

Buralarda güvenlik de büyük ölçüde sağlanmış durumda.

Ama Suriyeliler dönmek istemiyor.

Çünkü burada çok rahatlar.

Şu anda sığınmacı olarak her türlü yardımı alıyorlar.

Yiyorlar içiyorlar, sağlıklarına da çok iyi bakılıyor.

Örneğin korana başladığından bu yana Suriyelilerle ilgili hiçbir şey duydunuz mu?

Koronanın Suriyeliler arasında yaygınlaştığı, ölümler yaşandığı konusunda açıklama var mı?

Muhtemelen vardır ama hiç konu bile olmuyor.

Belli ki iktidar artık Suriyelilerden hiç söz etmeden sığınmacılığı göçmenliğe çevirmek istiyor.

Göçmenleşen Suriyeliler bir süre sonra kitleler halinde vatandaş yapılabilir.

Suriyeli sayısının 4 milyonu aştığı belirtiliyor.

Normalleşme sonucu Türkiye’de 5 milyona yakın nüfusu olan yeni bir “etnik grup” yaratılmış olacak.

Şu anda belki fark etmek kolay olmayabilir ama 10 yıl sonra “hakkını, kimliğini, kültürü arayan” milyonlarca insanın isyanı ile karşı karşıya kalacağımızı söylemek kehanet değildir.

İktidar, Suriyeliler için hızlı bir “geri döndürme planı” hazırlamalıdır.

Konu “Suriyeliler gitsin, gitmesin” sorunu değildir.

Konuya “ırkçılık faşistlik suçlaması” ile yaklaşmak da çok tehlikelidir.

“Testi kırılmadan önce” durumu vardır sadece.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Bir devlet, başka devletin dolandırılmasına katkı sağlayamaz


Ekonomi sayfalarında yer alan bir haber çok fazla ilgi görmedi.

Sıradan bir “idari ekonomik karar” gibi geçti gitti.

Haber şu; “Finansal Bilgi Transferi Anlaşması’nda,  Türkiye’nin bu yıl yılbaşı itibarıyla başlaması öngörülen Türk vatandaşlarının banka hesabı ve diğer finansal bilgilerinin, yaşadıkları ülke makamlarına bildirilmesi ertelendi.”

Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran, “Şu anda hiçbir ülkeyle bu bilgileri paylaşmadık ve önümüzdeki yakın dönemde de pandeminin getirdiği zorluklar sebebiyle paylaşamayacağımızı muhataplarımıza ilettik” demiş.

Bu erteleme neden peki?

İşte orası Türkiye’nin dış itibarı için iyi değil.

Çünkü yurt dışında yaşayıp Türkiye’deki gelir ve finansal varlıklarını bulundukları ülkeye beyan etmemiş olan Türk vatandaşlarının, otomatik bilgi paylaşımı üzerinden bu gelir ve varlıklarının ortaya çıkması durumunda sıkıntıya girebilecekleri düşünülmüş.

Ne gibi bir sıkıntı yaşanabilir ki?

Başta Almanya olmak üzere pek çok Türk, bu ülkelere vatandaşı oldukları Türkiye’de gelir durumlarının aslında öyle olmadığı halde çok kötü olduğunu beyan ederek “ekstra yardımlar” alıyorlar.

Batılı kafası bu tür konularda insanların beyanının doğru olduğunu kabul ediyor.

Yani medeni ülkeler, insanların öncelikle “ahlaklı” olduğunu düşünüyor.

Finansal bilgilerin paylaşılması halinde on binlerce Türk’ün yalan beyanda bulundukları ortaya çıkacak.

Böylelikle aldıkları kira, çocuk, sağlık yardımları muhtemelen kesilecek.

İşte ne yazık ki Türkiye devleti, bulundukları ülkelere yalan beyanda bulunarak bir tür dolandırıcılık yapanlara dolaylı yardım yapıyor.

Medeni ülkelerin yönetimleri bunun farkına varmazlar mı?

Elbette varıyorlar.

Olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarına oluyor ama kimin umurunda oluyor ki?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Oldu mu?


Medyanın sağlam duran emekçilerinden Mert Ali Başarır bir “taşlamasını” göndermiş.

Bu taşlama, daha sonra bir RAP şarkısının sözleri olacakmış.

Benim hoşuma gitti, siz ne dersiniz?

Beyoğlu vardı, eloğlu oldu.

Pera vardı, para oldu.

Boğaz vardı, turkuaz oldu.

Yeşil vardı, çil çil oldu.

Devrim vardı, evrim oldu. 

Hukuk vardı, nutuk oldu.

Adalet vardı, melanet oldu.

Fikir vardı, zikir oldu.

Hürriyet vardı, zürriyet oldu.

İnsan vardı, zindan oldu.

Gelir vardı, gider oldu.

Getir vardı, götür oldu.

Kaynak vardı, kelaynak oldu.

İşçi vardı, işsiz oldu.

Emek vardı, yemek oldu.

Liyakat vardı, mülakat oldu.

Makul vardı, menkul oldu.

Kural vardı, vur-al oldu.

Ehil vardı, cahil oldu.

Sertifika vardı, entrika oldu.

Ahlak vardı, laklak oldu.

Düzen vardı, düzülen oldu.

Vicdan vardı, hicran oldu.

Duruş vardı, oturuş oldu.

Basın vardı, yarasın oldu.

Pir vardı, bir oldu.

Sakil vardı, vekil oldu.

Mazi vardı, arazi oldu.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bu sözleri muhalif bir sanatçı söyleseydi ne olurdu?


En baştan yazayım, amacım asla “Vaaaay Türk değil, Türkiyeli dedi” diyerek bir polemik açmak veya işi linç kampanyasına çevirmek değil.

Zaten olamaz da.

Sadece bir çifte standarda dikkat çekmek istiyorum.

İktidarın ya da medyasının kendine yakın hissettiği kişiler ne söylerlerse söylesinler hiçbir şey olmuyor.

Ama aynı şeyi kendilerinden olmayan biri yapsın, maazallah.

İşte bugünkü örneğim;

Dizilerin çok sevilen sanatçısı Oktay Kaynarca iktidara yakın bir TV kanalında demiş ki;

“Memleketim Malatya ile gurur duyuyorum ama ben Türkiyeliyim. Şehir milliyetçiliğini değil, ülke milliyetçiliğini severim!”

Dikkatinizi çekmiş olmalı, Kaynarca “Türkiyeliyim” diyor.

Şimdi kendisi için aynı tanımlamayı örneğin Cem Yılmaz yapsa ne olurdu?

Ya da Tarkan, Sıla, Metin Akpınar, Müjdat Gezen?

İktidar medyası anında linç kampanyasını başlatır, sanatçılar tek tek aranır, iktidara yakın olanlardan “Ne demek Türkiyeli, biz Türk’üz Türk” demeçleri alınır, iktidara mesafeli olanlar için ise “Yine sessiz kaldılar, yine kaçtılar” yorumları yapılırdı.

Üzülüyor insan.

OKURDAN MESAJ

Çok haklı bir eleştiri ve öneri


Sigara içilmesini önlemek için hazırlanmış bir kamu spotu yayınlanıyor ekranlarda.

Aslında verdiği mesajdan çok rahatsız oluyordum ve yazmayı düşünüyordum, bir türlü elim değmemişti.

Ama bir okurdan da benzer bir mesaj gelince bugün yazmaya karar verdim.

Bu kamu spotunda sigaradan her yıl milyonlarca kişinin öldüğü ama sigara tekellerinin yeni müşteri bulmakta hiç zorlanmadıkları anlatılıyor.

Beni şaşırtan da bu...

Birtakım tekeller var ve devletler bile bunlara engel olamıyor.

İşte okurum da bu durumu anlatan güzel bir mesaj kaleme almış.

Sizinle paylaşmak istedim:

Sayın Can Ataklı;

Kendi adıma önemli olduğunu düşündüğüm bir konuyu tarafınıza iletmek istedim.

Sigara ile ilgili kamu spotunu siz de izliyorsunuzdur.

Söz konusu kamu spotunda, dünyada her yıl yedi milyon insanın sigara nedeni ile hayatını kaybettiği ve sigara üreten firmaların servetlerine servet kattıkları dile getiriliyor.

Şimdi şunu sormak istiyorum, Korona başladığından bu yana 2 milyon kişinin öldüğü vurguluyor.

Bir yıldır koronanın peşine takıldık, almadığımız önlem kalmadı, dünya ülkeleri aşı diye canını dişine takmış, sağlık kuruluşlarımız büyük bir özveri ile çabalıyor,

2 milyon insanın hayatını kaybettiği virüse karşı bu kadar önlem alabiliyorsak, neden her yıl 7 milyon insanın hayatını kaybettiği sigara ile ilgili bir önlem alamıyoruz?

Üstelik virüs bir süre sonra yok edilecek ama sigara üretimi devam edecek.

Yüreği yeten birileri çıkar da cevap verebilir umarım.