Korkusuz
Can Ataklı

Suç duyurusu yine HKP’den geldi

YENİ ÖĞRENDİM

Suç duyurusu yine HKP’den geldi


Artık bana göre siyasetin yeni bir klasiği oldu Halkın Kurtuluş Partisi’nin suç duyuruları.

Herkesin konuştuğu ama kimsenin kılını kıpırdatmadığı olaylarda, skandallarda harekete geçen tek siyasi örgüt Halkın Kurtuluş Partisi oldu.

Lebalep kongreler yapıldı, herkes eleştirdi, içişleri bakanı, valiler, emniyet müdürleri suçlandı, ama suç duyurusunda bulunan Halkın Kurtuluş Partisi oldu.

Ruhsar Pekcan’ın bakanlığına kendi şirketinden mal alındığı çıktı ortaya, herkes eleştirdi, suç duyurusu yine oradan geldi.

“128 milyar dolar nerede?” sorusuyla ilgili suç duyurusu ve şikâyeti bile bu parti yaptı.

Şimdi gündemde Sedat Peker’in konuşmaları var.

Öncelikle şunu saptayalım.

Peker, konuşmalarıyla İçişleri Bakanı’nı yerle bir etti.

Ağar ve çevresi paramparça halde.

AKP ve yandaşları sessizlik içinde...

Tek söyleyebildikleri şey “Bir mafya liderine mi muhtaç kaldınız?” sorusunu sormak.

Muhalefet de bana göre bunun altında biraz eziliyor, yüksek sesle ortaya çıkan rezaleti sorgulayamıyor.

Elbette bu geçici bir durum.

Lağım patlaması gibi saçılıyor ortaya bazı konular ve bunun altından kalkılması da çok zordur.

İktidar, istediği kadar “Mafyadan mı medet umuyorsunuz?” desin, muhalefet istediği kadar çekingen kalsın, bazı durumlarda olaylar öyle bir akar ki, zaten karşısında kimse duramaz.

Şimdi gelelim Halkın Kurtuluş Partisi’ne.

Yine herkesin konuştuğu ama somut bir eylem yapmadığı “Peker konuşmalarında” da herkesten daha atik davrandı bu parti yöneticileri.

Önce İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar ve oğlu AKP Elazığ Milletvekili Tolga Ağar hakkında “kasten öldürme”, “suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” ve “suça yardım etme” suçlarını işledikleri iddiasıyla Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundular.

Avukatlar suç duyurusu dilekçelerinde Sedat Peker’in konuşmalarını göstererek, “En azından bunlar, muhtemel delil düzeyi görülmeli, anlatımlarındaki bütünlük, irtibat ve bilgilerdeki somutluk görüldüğünde, soruşturma yürütmek için yeterli ve kuvvetli şüpheye delalet ettiği düşünülmelidir” dediler.

Halkın Kurtuluş Partisi, ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında da suç duyurusunda bulundu.

HKP avukatlarının dilekçesinde, Sedat Peker hakkında başlatılan soruşturma nedeniyle yurt dışına çıktığı ve arandığı belirtilerek, “Son olarak söz konusu şahıs, yurt dışına çıkış süreci, faaliyetleri ve bağlantıları ile ilgili açıklamalar yapmakta, bu açıklamalar basında geniş şekilde yer almaktadır. Bu şahsın yaptığı açıklamalardaki şahıslar ve olaylar, belirli bir akış içerisinde ve tanık isimleri verilerek aktarılmaktadır. Sedat Peker konuşmalarında, İçişleri Bakanı olarak görev yapan şüpheli ile ilişkisini de bu şekilde detaylandırmakta ve önemli bilgiler vermektedir. Bu nedenle bu şahsın beyanları hukuken kayda alınması gereken verilerdir” denildi.

Günlerdir pek çok kişi, “Bu iddialara savcılar niçin dönüp bakmıyor, niye bir soruşturma açılmıyor?” diye soruyordu.

İşte şimdi ortada suç duyuruları da var.

Savcılar harekete geçecekler mi bu kez acaba?

NOT: Süleyman Soylu savcılığa başvurup Peker’in iddialarının soruşturulmasını istemiş. Ayrıca Peker hakkında da suç duyurusunda bulunmuş. Bir şey çıkar mı? Çıkmaz, çıkamaz.

KOMİK

Cevap veremiyorlar, verenler de akla ziyan laflar ediyor


Sedat Peker depremi birçok kaleyi yerle bir edene kadar sürecek anlaşılan.

Peker, biraz uzatarak ve ağır ağır konuşuyor, bu nedenle sanki çok tekrar yapıyor ve yeni bir şey söylemiyor gibi algılanıyor ama aslında çok müthiş şeyler söylüyor.

Bunlara cevap verilemedi hâlâ.

“İdama bile razıyım, bu saçmalıklarla uğraşacak vaktimiz yok, pislik bir mafya lideri” lafları, güya büyük bir özgüven gibi sunulmaya çalışılsa da sanıyorum iş bitiyor yavaş yavaş.

Bakın saraydan ve adamlarından hâlâ açıklama yok.

Her konuda anında tweet atan İbrahim Kalınlar, Fahrettin Altunlar suspus durumda.

AKP Sözcüsü, “Bir bakanımıza yapılan saldırılara karşı çıkarız” dedi, ama hepsi o kadar.

Tabii konuşmalarda adı geçenlerden bazıları güya kendilerini savunuyorlar ama onlar da evlere şenlik.

Örneğin Peker, Süleyman Soylu’nun yakın çevresinin devlet imkânlarıyla zenginleşmesine yol açtığını ileri sürerek, “Süleyman Soylu’nun Ali Faik Hacıoğlu diye danışmanı var. Bu kişi 1.6 milyon liralık arabaya biniyor. Trabzon’a 5 milyon TL’ye ev yaptırıyor. Danışman maaşı 10 bin TL ya vardır ya yoktur. Danışmanı bile zengin...” demişti.

O danışman dün açıklama yaptı.

Danışman olduktan sonra ev yaptırdığını doğruladı ama fiyatının beşte birine mal olduğunu söyledi.

1.6 milyonluk değil, 877 bin liraya araba aldığını ama borcu nedeniyle şimdi satışa çıkardığını ileri sürdü.

Üstüne bir de “Ben Ali Faik Hacıoğlu, hayatımda eroin, kokain satmadım, kimseyi öldürmedim, kimsenin malına çökmedim. Devletime, milletime ihanet etmedim. Devletimi yabancı servislere satmadım” deyince, kendini bu işten sıyırdığını düşünüyor besbelli.

Olmaz. Çünkü farkında olmadan kendini ele vermiş zaten.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Adnan Hocacılara bilgisayar verilmiyormuş


Geçen hafta cezaevindeki bir Adnan Hoca sanığından mektup aldığımı yazmıştım.

Tarkan Yavaş isimli sanık, adil bir yargılama yapılmadığını, hukukun çiğnendiğini, savunmalarını bile yapamadıklarını anlatıyordu.

Yazımda, “Dikkatimi çekti, mektup bilgisayar çıkışı olarak geldi, muhtemelen dışarıda bastırmışlardır ama üzerinde cezaevi yönetiminin görülmüştür damgası var. Peki nasıl oluyor da örneğin Mustafa Balbay’a zamanında verilmemiş olan bilgisayar Adnan Hocacılara veriliyor?” demiştim.

Tarkan Yavaş’la birlikte hapis yatmış ve çıkmış bir arkadaşı bu yazım üzerine bir mesaj göndermiş.

Diyor ki, “Cezaevlerinde elle yazılan mektupları avukatlar bilgisayar çıktısı aldıktan sonra, müvekkillerine geri verebiliyorlar. Bilgisayar çıktılarına imza atıp cezaevinden postaya verebiliyorsunuz.”

Bu mümkünmüş.

Arkasından ise ciddi bir yakınma geliyor.

Şöyle;

Doğru mudur bunlar? “Adnan Bey ve arkadaşlarımıza bilgisayar sağlanması gibi bir ayrıcalık olmadığı gibi, tam aksine, en başından beri bizleri yıldırmak, aramızdan etkin pişmanlar çıkarmak için yoğun bir çaba var. Arkadaşlarımız hastalandığında sevk alamıyorlar, korona olanlar, ilaçsız, bakımsız, temizlik malzemesi olmayan hücrelerde kendi hallerine bırakılıyorlar, dilekçelerinde yer alan bazı yerler, cezaevi yönetimi tarafından yırtılıp atılıyor, en azılı mahkumların yanına konuyorlar, ölüm tehditleri alıyorlar. Bilginize”

Oldu bunlar daha önce çünkü.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Koca Fenerbahçe’ye cemaati sokarsanız sonuç böyle olur


Fenerbahçe bu yıl da hüsran yaşadı.

Ali Koç’un onca çabası ve fedakârlığı yetmedi.

Takıma kurtarıcı gibi getirilen Emre Belözoğlu’nun da nefesi 5 maç sürdü sadece.

En önemli haftada takımı yanlış yönetince Fenerbahçe sahadan mağlup ayrıldı ve şampiyon olabilecekken ligi üçüncü bitirdi.

Emre niye getirilmişti pek anlamamıştım.

İyi futbolcuydu belki ama bir cemaatçiye takımı emanet etmeyi en azından kendi içime sindirememiştim.

Ancak anlaşıldığı kadarıyla Fenerbahçe’ye sızan sadece Emre değilmiş.

Acun da cemaat ülküdaşlığından olacak, Emre’nin yanında takımın pek içine girmiş.

Öyle ki Başkan Ali Koç bile Almanya’dan büyük paralarla getirdiği Mesut Özil’i sakat zannederken, Acun bu futbolcunun oynayacağını söylemiş.

Ali Koç bunun üzerine, “Acun takımın içine bu kadar girmen artık hoşuma gitmiyor” demek zorunda kalmış.

Böyledir bu, cemaate elini bir verirsen kolunu kaptırırsın.

Tabii konunun medyaya yansımasından sonra Acun da konuşmuş, tipik bu zihniyetin ürünü olarak, “Takıma fitne sokmak isteyenler yayıyor bunları” demiş.

Hep öyledir zaten.

Hep birileri fitne sokmak ister, bunların hiç suçu yoktur.

NOSTALJİ

Futbol tarihinden hoş bir anı “Şenol- Birol- Gol”


Bu fotoğraftaki kişiyi pek çok kimsenin tanıması zor...

Ama bir tekerleme var, onu söylersem belki çok kişinin aklına gelir.

“Şenol- Birol- Gol”

60’lı yılların iki ünlü futbolcusuydu Şenol ve Birol.

Beşiktaş’ta ve Fenerbahçe’de oynamışlardı.

Birbirleriyle paslaşarak attıkları gollerle sadece Fenerbahçelilerin değil, tüm futbolseverlerin gönlünü kazanmışlardı.

İşte bu fotoğraftaki kişi o tekerlemedeki Birol.



Tam adıyla Birol Pekel.

İşe bakın ki Şenol’un da soyadı Birol’du.

Fotoğraf Bahariye Caddesi’nde çekilmiş.

Yıl 1964.

Birol Pekel maç öncesi kampa gidiyor.

Bir gazete muhabiri de “Birol kampa giderken eşi böyle uğurladı” diye yazmış zamanında fotoğrafın altına.

Kıyafetlerine, hal ve tavırlarındaki nezakete bakar mısınız lütfen.