Korkusuz
Can Ataklı

Sosyal medya çöplüğünün kralları, yüksek maaşlı aktroller

ANALİZ

Sosyal medya çöplüğünün kralları, yüksek maaşlı aktroller


Sosyal medya çağımızın iletişim aracı.

Ancak dünyanın her ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de sosyal medyayı kimi kötü amaçlarla kullananlar var.

Bunun ötesinde sosyal medya ortamında nice dolandırıcılıklar da olmuyor değil.

Kimlik bilgilerini ele geçirip bankalar ya da şirketler üzerinden insanların parasını çalanların sayısını toplamak bile belki de mümkün değildir.

Ancak böyle olduğu için sosyal medyadan vaz mı geçilecek?

Her alanda olduğu gibi sosyal medyayı da kötü amaçlarla kullanmaya kalkanlar, buradan haksız kazançlar elde etmeye çalışanlar olacaktır.

Başka alanlarda nasıl önlemler alınıyorsa burada da gereken önlemler alınacaktır ve alınmaktadır da.

Nitekim bütün büyük şirketler, bankalar, alışveriş olanağı sunan siteler en kötü niyetli şifre kırıcılara karşı milyonlarca dolar harcayarak önlem alıyorlar.

İnternet ortamına servis sağlayıcı şirketler, hizmet alanlara hangi alanları kendileri için gereksiz ya da zararlı bulduklarını sorarak bu tür bilgi etkileşimini başından kesebiliyorlar.

AKP Genel Başkanı Erdoğan, hafta başında yaptığı bir konuşmada sosyal medyanın çöp olduğunu söyledi ve burada gereken önlemleri almaktan çekinmeyeceklerini açıkladı.

Bu çok tehlikeli bir girişim.

Çünkü Erdoğan’ın şikayeti, internet üzerinden işlenen suçların çok azını kapsıyor.

Erdoğan kendi hakkında yapılan yorumlardan rahatsız esasen.

Bu yorumların yüzde 95’i ise haber niteliğinde değil, kullanıcıların kişisel yorumlarından oluşuyor.

Sıradan insanların anlık öfkelere kapılarak ve kendilerini sakladıklarını sanarak Twitter, Facebook, Instagram gibi araçlardaki “yorum” hanesine yazdıkları bu kızgınlığa neden olan.

AKP Genel Başkanı, “İnsanlar linç ediliyor, karalanıyor, aşağılanıyor yalan haberlerle hayatları karartılıyor” diyor ya, aslında bunları yapanların büyük çoğunluğu da bizzat partisinin yönettiği trol orduları.

İktidara muhalif olanların organize saldırı timleri yok.

Belki cemaat artığı birkaç küçük grup kalmış olabilir ama muhalif kesimler genellikle bir anda parlayan öfkelerini biraz sansürsüz, bazen de terbiyesizce dile getiriyorlar yorumlarda, o kadar.

Oysa artık herkesin bildiği aktroller ordusu var ki, bununla baş etmek o kadar da kolay değil.

Maaşlı oldukları da ileri sürülen bu gruplara mensup militanların sadece birkaç takipçisi oluyor.

Genellikle hedef seçilen kişiler bu trol ordusuna pay ediliyor.

Her trol kendine düşen hesaplara sürekli olarak tehdit, şantaj, küfür, hakaret içeren mesajlar atıyorlar.

Tabii AKP Genel Başkanı’nın şikayet ettiği bir başka nokta ise, sosyal medya üzerinde pek sansür olmaması.

Böylece iktidarla ilgili, medyanın sakladığı ya da çarpıttığı birçok konu sosyal medyada kendine yer buluyor.

Yandaş kanalların ekrana çıkarmadığı kişilerin konuşmaları, yazıları, kitapları sosyal medyada paylaşılıyor ve hayli geniş bir kitleye ulaşıyor.

Bu da iktidarı çok rahatsız ettiği için sık sık “Sosyal medya bir çöplük oldu, burada her şey yalan” söylemleriyle toplum etkilenmeye ve “Sosyal medyadaki hiçbir şeye inanmayın” algısı yaratmaya çalışıyorlar.

Erdoğan’ın, “Burası adam edilmeli” anlamına gelen sözleri çok ağır bir baskı ve sansürün de habercisidir.

ÇOK GÜLDÜM

Nasrettin Hoca’nın fıkrasındaki gibi bir ekonomi masalı


Yandaş medyanın dünkü ekonomi sayfaları damat beyimizin üstün başarılarına eklediği yeni müthiş başarısı ile doluydu.

Bankalarla ilgili bir dizi karar alınmış.

Bunlar devrim niteliğindeymiş.

İş dünyası buna çok sevinmiş çünkü herkes nefes alacakmış artık.

Falan da filan da.

“Nedir bu devrim gibi kararlar?” diye baktım.

EFT ücretleri 1 liraya iniyormuş.

Havaleler 50 kuruşa yapılacakmış.

Kredi kartı faizlerinde ve gecikme zamlarında indirimler sağlanmış.

Daha pek çok şey var.

Bu haberleri okudukça aklıma Nasrettin Hoca’nın ünlü fıkrası geldi.

Adamın biri “Hocaefendi, ben evime sığamıyorum, ne yapmam lazım?” diye sormuş.

Hoca da “Kümesteki tavukları da içeri al” demiş.

Bir süre sonra adam “Ev daha da beter oldu” deyince Hoca bu kez “Kümesteki kazları da eve al” nasihatinde bulunmuş.

Biraz daha zaman geçmiş, adam gelmiş hali berbat “Hoca sen ne yaptın, artık içeri bile zor giriyorum” deyince Hoca, “Daha yetmedi, şimdi eşeğini de eve alacaksın” demiş.

Böylelikle eşekten sonra inek, sonra katır, sonra öküz de eve girmiş.

Artık mecali kalmayan adam Hoca’nın kapısına dayanmış, “Yaktın beni Hocaefendi, artık kapıda uyuyorum” deyince Hoca gevrek gevrek gülmüş, “Şimdi sonradan aldığın bütün hayvanları çıkart dışarı” demiş.

Adam ertesi gün gelmiş “Yahu Hocaefendi, sen ne büyük adamsın böyle, benim evim meğer ne kadar ferah, ne kadar rahat, ne kadar güzelmiş” diyerek Hoca’nın önüne bir kese altın bırakmış yapılanların karşılığı olarak.

Hesap bu hesap aslında.

Damat beyin yaptığı da bu misal işte, sanki bütün bunlar yüz yıldır vardı da damat bey değiştirmiş gibi yapıyorlar.

Oysa şimdi kaldırılan ne varsa bu iktidar zamanında konmuş ya da yükseltilmişti, şimdi büyük iş yapmış gibi davranıyorlar.

Millet yedikten sonra kime ne tabii, orası da başka.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Yalakalık her sorunu çözmüyor Ahmet Beyciğim


Aydın Doğan’ın elindeyken “kontrollü yalakalık” yapan Hürriyet grubu, yeni patronuyla birlikte ipleri koyverdi gitti.

Hürriyet’in artık Sabah grubundan pek farkı kalmadı.

Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü Ahmet Hakan da örtülü davranmaktan kurtuldu artık, iktidar yandaşlığını en açık biçimde yapıyor.

Ama bu yalakalık öyle bir şey ki, her derde deva olmuyor işte.

En tepedekini hoşnut ederken, onun payandası bir başka siyasetçiyi bir anda hasım olarak bulabilirsiniz.

İşte son örnek. MHP Genel Başkanı, dün Meclis’teki salı konuşmasında Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü’nü bir kalemde harcayıverdi.

Ahmet Hakan, Elazığ depreminden sonra “Ecevit Hükümeti’ni kastederek” 1999 depreminde hükümetin üç gün kafayı kaldıramadığını yazmıştı.

Hesapta Ecevit ya, vur gitsin diye düşündü herhalde.

Oysa o hükümette Erdoğan’ın şimdiki payandası Bahçeli de vardı.

Bu duruma çok kızmış Bahçeli ve dün Meclis salonundan “Alçak” diye bağırarak haşladı Ahmet Hakan’ı.

Dedi ki; “17 Ağustos depreminde devletin en az üç gün kafayı kaldıramadığını iddia eden köşe yazarı, bu iddianı ispatlamazsan alçaksın. MHP’nin olduğu yerde Türk Milleti’nin devleti çökmez. Varsayalım çöktü el ele veririz söğüt olur tekrardan ocağımızı tüttürürüz. Ya da felaketler karşısında şehadet anıtı gibi yükselerek bu aziz vatanı bir kez daha yükseltiriz. Biz varsak çöküş yoktur. Çürüme imkansızdır. Türklük varsa, Türk devleti bakidir.”

Yaaa işte böyle.

Erdoğan’a yalakalık olsun diye geçmiş hükümeti karalamaya kalkarken, bir anda “alçak” oluverirsiniz böyle.

ÖNERİ

En son yayınladığım YouTube videomu mutlaka izleyin


Bir yılı aşkın süredir YouTube kanalımdan da aktif biçimde konuşmalar yapıyorum.

Bir yandan günde iki buçuk saati bulan sabah sohbetleri, yorum ve analizleri, yarım sayfaya varan köşe yazıları, sohbet toplantılıları, panel ve konferansların üstüne bir de YouTube kanalımın olmasına şaşıranlar var.

Doğal olarak “Nasıl yetişiyorsun?” diye soruyorlar.

Aslında çok basit.

Bu tür sorular soranlara ya da “Bu tempo ne kadar gider? Ayrıca başına bir şey gelecek, seni de alacaklar diye korkuyoruz” diyenlere şunu söylüyorum;

“Yazmak ve konuşmak sanki benim ilacım. Konuşabiliyorsam ve yazabiliyorsam, bu alanlarda şimdilik özgürsem ne mutlu bana.”

Bugüne kadar size YouTube kanalımla ilgili fazla bir şey yazmadım.

Ama dün yayınladığım son videomu izlemenizi tavsiye etmek istiyorum.

Çünkü bu videoda söylediklerim pek alışılmış gibi değil.

En azından kimse bu kadar açık ve net biçimde bir çağrıda bulunmadı.

YouTube kanalımdaki son sohbetimde, Erdoğan’ın artık ülkeyi yönetme gücünün kalmadığını, hatayı hatalarla düzeltmeye çalıştığını, en doğru yolun iktidarı bırakmak olduğunu anlatıyorum.

Çünkü şuna inanıyorum; bu zihniyet devam ederse bundan sonra bir Cumhurbaşkanlığı seçimi daha yapılmayacak. Erdoğan giderek yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça daha çok hata yapıyor, onu yalnızlaştıranlar ise bir kenara çekiliyor.

Erdoğan bir sabah bir bakacak ki yanında kimse yok.

O zaman çok geç olacak.

Hem kendisi için hem de hepimiz için.

Siz izleyin o videoyu lütfen.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Yine soruyorum “Ruslar ne dedi?”


Artık inanın sormaktan sıkıldım.

Devleti yöneten ekip bir harika.

Sürekli sağa sola nasıl ayar verdiklerini anlatıyorlar.

“Macron’a şunu söyledik” diyorlar örneğin.

Ya da “Libya konusunda Putin’e gerekenler söylenmiştir” diyorlar.

Olmadı “Beyaz Saray’a durumun vahameti bildirildi” deniyor bir açıklamada.

Benim bıkmadan sorduğum ise hep şu; “Tamam anladık, süper bir ülkeyiz, başımızdaki kişi de dünyanın süper liderlerinden biri. Bu nedenle herkese haddini bildiriyoruz. İyi güzel de onlar bize ne diyorlar bunları duyunca?”

İdlib’de önce 8, sonra 5 şehit daha verdik.

Sarayda Rusya ile toplantı vardı önceki gün.

İbrahim Kalın tam da saldırı anında yapılan bu görüşmeden sonra bir açıklama yayınladı.

Yine aynı ifadeler vardı bu açıklamada.

Denmiş ki; “Görüşmede İdlib’deki son durum ele alınmıştır. İdlib’deki uluslararası anlaşmalara bağlı olarak bulundurulan gözlem noktamıza rejim tarafından yapılan askeri saldırı en sert şekilde kınanmış ve saldırıya karşı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde cevap verileceği dile getirilmiştir. Türk askerine karşı yapılan saldırının kabul edilemez olduğu, saldırıya en sert şekilde mukabele edildiği ve bundan sonra da edileceği belirtilmiştir. Astana ruhuna aykırı şekilde askerlerimize ve gözlem noktalarımıza yönelik bu saldırıların derhal durdurulması gereği şiddetle vurgulanmıştır. Soçi Mutabakatı’nın uygulanması ve askerlerimize yönelik saldırıların karşılıksız kalmayacağı yönündeki kararlılığımızın altı çizilmiştir.”

Tamam, bravo size, Rusya’nın ağzının payını çok iyi vermişsiniz de onlar ne dedi bu sözlerinize?