Korkusuz
Ümit Zileli

Sopa zoruyla kentsel dönüşüm!

Önce soralım: Kentsel Dönüşüm ne demektir?

-Eskimiş, köhnemiş, depreme karşı savunmasız yapıların, genellikle yerel yönetimler öncülüğünde günümüz koşullarına uygun, yaşanabilir yapılara çevrilmesi demektir.

Güzel, çağdaş bir çözüm şekli tabii; ancak gerekli koşullar yerine getirildiği takdirde! Nedir o koşullar peki?  O evlerde oturan insanların rıza göstereceği, inşa sürecinde, evsiz kalan insanların insanca yaşayabileceği konutların temin edilmesi, kirasının ödenmesi gibi olmazsa olmaz temel koşulların sağlaması tabii ki!

Yeni Türkiye’de ise işler böyle yürümüyor ne yazık ki!  İşin içine “iyi saatte olsunlar” karışabiliyor mesela! Eskiden bir kenarda köşede iken zaman içinde kentin merkezinde “çok değerli” hale gelen  mahalleler haliyle kimi çevrelerin iştahını çekiyor ve durum kentsel olmaktan çıkıp, “Rantsal dönüşüm” haline geliveriyor örneğin!

O zaman ne oluyor peki? Yalnızca kısacık sürede tanık olduğumuz üzere o tür mahallelerde, semtlerde “sopa zoruyla dönüşüm” mekanizması devreye giriyor!

Arşivlere bakmaya bile gerek yok; mesela geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul Gaziosmanpaşa’da önce belediyenin tebligatı ardından polis zabıta işbirliği ile yıkım için makinalar evlerin önüne dizildi. Sarıgöl Mahallesinde baskılara dayanamayıp ayrılanlar olduğu gibi gidecek yeri olmadığı için direnen aileler aynen şöyle diyordu:

-Boşaltın, evleri yıkacağız diyorlar ama nereye gideceğimizi söylemiyorlar!

Belediye ise 6306 sayılı yasa kapsamında kira yardımı yapılacağını söylüyordu ancak hangi miktarda, nasıl, ne kadar süreyle bilen yoktu!

Bu insanlar nerede yaşayacak?


Örnek çok, üstelik aynı tarzda, zorla, sopa gücüyle!

Mesela Beyoğlu Fetihtepe’de, Okmeydanı’nda konutların suyu ve elektriği zorla kesiliyor, konut sahiplerinin evlerinden çıkması için her türlü yol deneniyor.

Son olarak Beykoz Tokattepe polis ablukasına alındı; evlerinden çıkmamak için direnen yurttaşlar günlerdir biber gazı, cop ve gözaltılara maruz kalıyor!

İşin anlaşılmaz tarafı ise mahkemeden alınmış yürütmeyi durdurma kararı dahi AKP’li belediyenin iş makinalarını durdurmaya yetmiyor! Daha sonra mahkeme, 28 Eylül’de bilirkişi incelemesi nedeniyle yürütmeyi durdurma kararını bu tarihten sonraya bıraktı. Mahalle Derneği Başkanı, “Belediye işte bu aradan istifade edip ve biran önce yıkımı bitirmek istiyorlar Çünkü imar planının iptalinden korkuyorlar” diyor! Ne olacak imar planı iptal edilirse peki, “rantsal bölüşüm” mü sekteye uğrayacak?

Açıkçası aklım almıyor; bu kentsel dönüşüm, orada yaşayan insanların mutluluğu için, insanca yaşaması için yapılıyorsa copa, biber gazına, kaba kuvvete ne gerek var. Ödersin geçici konutların kirasını, inşaat bitince de davul zurnayla, halay çekerek verirsin yeni evlerinin anahtarını. Bu eziyete ne gerek var?

Ancak, maksat kentsel değil, rantsal ise bu insanlar, çok değil birkaç yıl önce sürgüne gönderilir gibi oturdukları Hacı Hüsrev’den 80 kilometre uzağa gönderilip, bıraktıkları araziye lüks villalar yapılan Roman yurttaşlar benzeri bir geleceğe mahkum edilmek isteniyorlarsa o zaman anlarım!

-O yurttaşlar da her türden zorbalığa karşı direnme hakkını kullanır!

Bunların neresi din adamı?


Adı Ebubekir Sifil...

Onu hemen anımsayacaksınız; deve sidiğinin gayet şifalı olduğunu, bunu belirten hadisin doğru olduğunu savunarak yer bulmuştu pek sayın medyamızda...

Daha sonra değerli arkadaşım, SÖZCÜ yazarı Yılmaz Özdil’e dil uzatıp, “cesedi camiye sokulmasın” buyurmuştu aynı zat...

Son olarak, yine tepki çekeceğini bile bile şu açıklamayı yaptı:

-Namaz kılmayan çağrılır azarlanır, çağrılır tekdir edilir, çağrılır dövülür, devam ederse taziren öldürülebilir...

Kimin çağırıp azarlayacağını, kimin tekdir edeceğini, kimin döveceğini, kimin taziren öldüreceğini ise söylememiş. İyi yapmamış, kendinden menkul fetvasını eksik bırakmış efendi!

Tazir, şeriat hukukunda zina, hırsızlık gibi suçlara verilen ceza anlamına geliyor. İlahiyatçı geçinen bu zat buz gibi suç işliyor, ayrımcılık yapıyor, toplumun sinir uçlarıyla oynuyor, çıt çıkmıyor!

Yalnızca o mu; Ankara’da bir caminin imamı olan Halil Konakçı isimli din adamı kılıklı bir kişi var. Başı açık kadınlara ahlaksızca saldıran da o,  Hilafet çağrısı yapan da o, sanatçıları hedef gösteren de o, bu sanatçıları dinleyenlerin dinden çıktığını ilan eden de o!

Şimdi soruyorum: nefret dilini böylesine kullanan, hakaret eden, insanların dinden çıktığını iddia edebilecek denli gözü dönmüş kişilere din adamı demek, gerçek din adamlarının ağrına gitmez mi?