Korkusuz
Can Ataklı

Siz bilir misiniz Hubris Sendromu nedir?

YENİ ÖĞRENDİM

Siz bilir misiniz Hubris Sendromu nedir?


Adını, daha doğrusu bilimsel adını bilmiyordum.

Yoksa ülkemizi yönetenlerin tavrına bakınca her birinin ne yüce birer kibir abidesi olduğunu elbette biliyordum ama buna “Hubris Sendromu” dendiğini bilmiyordum.

Sağ olsun bu bilgi eksikliğimi Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz sayesinde giderdim.

Geçen hafta gönderdiği bir mesajda anlatıyordu bu “salgın hastalığın” ne menem bir şey olduğunu.

Lafı uzatmadan sizinle de paylaşayım;

Hubris (kibir) sendromu genelde siyasetçilerde görülen ve “Tanrısal Ego” olarak bilinen psikolojik bir rahatsızlıktır.

Genelde tekrarlanan seçim zaferleri sonrasında oluşan bir güç zehirlenmesi ile ya da diktatörlük eğilimi olan kişilerde ortaya çıkar.

İlk kez, Psikiyatrist David Owen ve Jonathan Davidson tarafından dile getirilen bu sendrom, 2010 yılında tıp dünyasının önemli dergilerinden biri olan Brain’de yayımlanmıştır.

Bu hastalarda; özellikle kurgulanmış kriz dönemleri, savaşlar ve ekonomik felaketler Hubris’in tetiklenip depreşmesine neden olmaktadır.

Hastalığa tanı koyabilmek için aşağıda sayılan 14 bulgudan en az üç tanesi mevcut olmalıdır.

1- Dünyayı, güç kullanımı yoluyla kendini yücelteceği bir yer olarak görür.

2- Öncelikle kişisel imajını geliştirmek amaçlı hareket etme eğilimi vardır.

3- Görüntüsü ve ifadeleri ile orantısız bir endişe içindedir.

4- Mevcut faaliyetleri ile ilgili konuşurken, bir Mesih gibi yücelme eğilimi taşır.

5- Kendisini ulus veya kuruluşla bir tutar.

6- Konuşmalarında kraliyet ailesine özgü bir “biz” ifadesi kullanır.

7- Aşırı öz güven gösterir.

8- Kendisi için öteki olan grubu açıkça hor görür.

9- Diğer insanlar ya da iş arkadaşları gibi sıradan bir mahkemeye değil de sadece tarih ya da Tanrı gibi bir üst iradeye karşı hesap verebilir olduğu duygusunu taşır.

10- Tanrısal üst iradenin yargılamasında, haklı olacağına dair sarsılmaz bir inancı vardır.

11- Gerçeklik ile bağı kopmuştur.

12- Pervasız, tez canlı, vesveseli, huzursuzdur, dürtüsel eylemler sergiler.

13- Uygulamaların, sonuç ve maliyetlerinin dikkate alınmasını önlemek için, uygulamalarını ahlak, dürüstlük hakkında “geniş tasavvurlarına” dayandırır.

14- Planlı bir şekilde, yıllar içinde yaratılmış olan cühelanın, içimizden biri diye verdiği destekle şişmiş ego ve aşırı öz güven, işlerin ters gidebileceği düşüncesinden yoksun, uygunsuz politikaları pervasızca oluşturmasına neden olur.!!

Hubris vakaları, emperyalizm için ülke işgallerinde kullanılan en önemli, en ucuz ve en kanlı silahtır. Öncelikle böyle kişi yada kişileri hedef ülkenin başına musallat ederler. Sonra da çeşitli yöntemlerle hastalığını depreştirip derinleştirir ve bir diktatör yaratırlar. Diktatör, zamanla kendiliğinden doyumsuz bir canavara dönüşür. Emperyalizm, halka zulmü kolaylaştırmak için her seferinde yangın yerine benzin döker. Mısır, Irak, Suriye, Libya vakaları yakın coğrafyanın dumanı üzerinde olan canlı örnekleridir..

İşte böyle.

Zaman zaman ekranda da “Tanrı bakanlar” diye takılıyorum, meğer bilimsel olarak da böyle bir gerçek varmış.

BUNU YAZMAK GEREK

İmamoğlu, anlamayan beyinlere çivi çakar gibi çaktı


Bana göre Ekrem İmamoğlu göreve geldiği günden bu yana en başarılı basın toplantısını gerçekleştirdi.

İmamoğlu tamamı çok iyi bir çalışma sonucu hazırlanmış olduğu anlaşılan basın toplantısında Kanal İstanbul adı verilen ucube projenin bilimsel olarak ne kadar zararlı olduğunu harika anlattı.

Örneğin bu proje ile İstanbul’un su kaynakları ağır tahribata uğrayacağı gibi, pek çok su kaynağı da kullanılamaz hale gelecek.

Çok önemli bir konuya değindi İmamoğlu; zaten deprem riski altında yaşayan İstanbul, kanalın açacağı tahribat sonucu çok daha büyük bir riskle karşı karşıya kalacak.

İmamoğlu, Kanal İstanbul’la birlikte en az 1.5 milyon nüfus artışı olacağını, yapılaşma sonucu İstanbul’un zaten hayli azalan nefes alma kaynaklarının da tükeneceğini çok güzel anlattı.

İşin parasal tarafına bakınca orası da ayrı facia.

İBB Başkanı, tamamen bilimsel verilere dayanarak, hem tüm Türkiye’nin sırtına yüklenecek vergi yükünü, hem İstanbul’un uğraşacağı zararı da çok anlaşılır biçimde anlattı.

Şurası çok açık ki, bu ucube projenin, bana göre mümkün değil ama gerçekleşmesi halinde Marmara Denizi tam bir çöplüğe dönüyor, azalan balık türlerini bırakın, neredeyse yaşayacak canlı bile kalmıyor.

Ekrem İmamoğlu dün gerçekten anlamayan kafaların beynine adeta çivi çakar gibi gerçekleri anlattı.

Tüm bu gerçeklere rağmen bu projeyi ısrarla yapmak istemenin de ne anlama geldiğini en etkili kelimelerle dile getirdi.

Bana göre Kanal İstanbul ucubesine, dün itibarıyla nokta kondu.

Bu arada İmamoğlu’na da çok küçük bir uyarı/öneride bulunmak istiyorum.

Çok iyi hazırlanmış bir konuşma yaptı ama çok uzun tuttu.

Bir buçuk saat yerine 20 dakikada da anlatabilirdi ve belki çok daha etkili de olurdu.

Önemli olan uzun anlatmak değil, vurucu birkaç cümle ile noktayı koymaktır.

FIKRA GİBİ

Bu soruya cevap bulamamayı anlamak mümkün değil


Hemen her gün birkaç kere konuşan ve her konuşması bilmem kaç TV ekranından canlı olarak yayınlanan AKP Genel Başkanı, geçen hafta yaptığı konuşmalardan birinde aynen şöyle dedi;

“Nasıl oldu da bugün ilmin neredeyse her alanında böylesine geriye düştük? Bizden ilham alarak yola çıkanlar şimdi fersah fersah önümüze geçmişken, nasıl oldu da biz bugün sahip bulunduğumuz mirasımızın bile farkına varamaz hale geldik? Bu sorular üzerinde cesaretle düşünüp doğru cevapları bulmadan coğrafyamızın ve kardeşlerimizin yaşadığı sıkıntıları çözemeyiz.”

Gerçi “kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz” sözünü hatırlamamak mümkün değil tabii.

Buna karşı AKP Genel Başkanı’nın bu soruya yanıt bulamamasına da şaşırdım.

Son beş-altı yüz yıldır geri kalmamızın nedenini bilmemesi mümkün değil.

Hele son 17 yıl, bizzat bu iktidarın eseri zaten.

Eğitimi sürekli geriye götüren, bilimsel yolları açmak yerine kafaları “kin ve din” ile doldurmaya çalışan sanki başka iktidarmış gibi konuşuyor AKP Genel Başkanı.

Söyledikleri elbette doğru.

İlim dediği her ne ise; ne kadar geri kaldığımız gün gibi ortada da bundan kurtulmak için şu anda yetki kendisinde.

Mağdur edebiyatı yapmak yerine keşke “ilimsel” bir yola çıkma kararı alsa.

Bİ SORALIM BAKALIM

PKK değilse, yangınları kimin çıkardığını açıklayın o zaman


Rüyamda görsem inanmazdım.

Neye mi?

Başında Süleyman Soylu’nun olduğu İçişleri Bakanlığı ilk kez PKK’yı masum ilan etti, işte ona inanmazdım.

Haberleri izliyorsanız mutlaka görmüşsünüzdür, kış koşullarına rağmen Karadeniz’in 5 ilinde orman yangınları çıktı.

Trabzon, Ordu, Samsun, Rize ve Giresun’da çıkan örtü ve orman yangınları gerçi çok büyük bir tehlike göstermedi ama sonuçta altı ev kül oldu, toplam 200 hektar arazi yanarak kullanılamaz hale geldi.

Burada ilginç olan, aynı anda 71 noktada birden yangın çıkması.

Böyle durumlarda hemen ön plana çıkan A Haber, yangınları PKK’nın çıkardığını ilan etti.

Adı bilinmeyen bir internet sitesini ciddiye alan A Haber, bu yangınları kendilerine “Ateşin Çocukları İnisiyatifi” diyen PKK’lı grubun çıkardığını açıkladı.

Aslında bu haber herkese çok doğal geldi, çünkü PKK’nın bu tür eylemleri bugüne kadar yaptığı zaten biliniyor.

Ancak şaşırtıcı olan daha sonra yapılan resmi açıklama oldu.

Şöyle denildi açıklamada; “Yangınların çıkış nedenleriyle ilgili takip ve araştırmalar ilgili kurumlar, bakanlığımız ve valiliklerimiz kanalıyla devamlı sürdürülmektedir. Bugüne kadar terör ve sabotaj nedeniyle çıkan bir yangın olduğuna dair bulguya rastlanmamıştır. Bölücü terör örgütünce bu tür üstlenmelerin propaganda amaçlı yapıldığı bilinmektedir.”

Peki yangınlar nasıl çıkıyor?

Tahminler şöyle; Aşırı fırtına nedeniyle bölgede orman içinden geçen birçok elektrik direği yıkılmış. Bu sırada oluşan kıvılcımlar yangına yol açmış.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Vay canına TGB’ye bak iktidarın gençlik örgütü olmuş


Siyasette dün “ak dediğine” bugün “kara diyen” pek çok kişi ve kurumla karşılaştık bugüne kadar.

Ama açık söyleyeyim, beni en çok şaşırtan aydınlık yapısı altında toplananlar oldu bugüne kadar.

Çünkü siyasetteki sapma ve yalpalamaların en şiddetli olduğu kesim bu.

Şimdi yine çok şaşkınım.

10 yıl öncesinin devrimci, eylemci, pırıl pırıl TGB’si gitmiş, yerine AKP’nin gençlik kolları haline dönüşmüş TGB’si gelmiş.

Biliyorsunuz Şili’den dünyaya yayılan “Las Tesis” eylemi var.

Şilili kadınlar, kadına yönelik şiddete dikkat çekmek için danslı bir gösteri yapmışlardı parlamento önünde.

Sonra bu dans tüm dünyayı sarmıştı.

Bir tek Türkiye’de, kadınların bu eylemi polis şiddeti ile önlenmişti.

Elbette bu dans çok ilerici, çok devrimci, anti emperyalist bir eylem değil.

Ancak TGB’nin dediği gibi, “emperyalistlerin oyunu, devlet düşmanlığı, iki yüzlülük de” değildir.

Ne tuhaf ki Ankara Üniversitesi’nde yapılacak Las Tesis eylemine, AKP’nin polis şiddetiyle müdahale etmesinden önce TGB’li gençler karşı çıktılar.

Yayınladıkları bildiri ile bu eylemi yapanların polis ve devlet düşmanı olduğunu savunan TGB’liler, Ankara Valiliği’ni ve üniversite rektörlüğünü bu eylemi engellemeye çağırdılar.

Elbette büyüklerinin AKP’nin dümen suyuna girmesi nedeniyle TGB’liler de aynı yoldan yürümek istiyorlar ama bunu yaparken bu kadar egzantrik olmaya çalışmalarını anlayamıyorum.