Korkusuz
Ümit Zileli

Sivil darbe!

Çok sevdiğim, çok anlamlı bulduğum bir özdeyiştir:

-Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir!

Bu özdeyişin içerdiği anlamı kavrayabilmek için, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun başına özenle örülen çorap öncesi olanlara bir göz atmamız lazım...

İlk işaret fişeği Gezi davası ile atıldı; tee 2013’te başlayan, iki kez beraatle sonuçlanan, ancak “iyi saatte olsunlar” tarafından kabul görmeyen bu kararlar sonrası üçüncü kez yargılanan sanıklara ağırlaştırılmış müebbet ve 18’er yıl ağır hapis cezaları yağdırıldı! Unutmayın, mahkeme heyetinin bir üyesi 2018’de AKP’den milletvekili olmuş bir hakimdi!

İşte bizlere, yakın tarihi iyi bilen, izleyen tanıklık eden, yazan, anlatanlara göre, “perşembenin gelişini” gösteren en somut örnek bu oldu!

Belli olmuştu ki, bu iktidar tıpkı 2015 seçimlerinde olduğu gibi korku ikliminden güç almak, toplumu baskı yoluyla sindirmek için her türlü taktiği uygulamak kararını vermişti. Üstelik bu kez “yargı avantajını” da tam olarak kullanmak kaydıyla!

Bunun için öncelikle CHP’nin ötekileştirilmesi, diğer bir deyişle “kriminalize” edilmesi gerekiyordu... Daha açık anlatmak gerekirse, CHP’nin bir “suç örgütü” olduğu algısının yaratılması gerekiyordu!

Öyle yapıldı; en üst katlardan yandaş köşelere, trol artıklarına varıncaya kadar elbirliği ile büyük kampanyayı başlattılar. Başlık şöyleydi:

-CHP artık o eski, cumhuriyeti kuran parti değil!

Daha da ileri gidildi; “CHP artık Atatürk’ün partisi değil” algısı da ön plana çıkarıldı! Toplum mühendisleri, CHP ile Atatürk’ün bağlarını keserek daha kolay halledileceğini düşünüyorlardı!

-Canan Kaftancıoğlu kararı işte böyle bir ortamda geldi!

Kaftancıoğlu ve İmamoğlu hep hedefteydi!


Kaftancıoğlu’nun mahkumiyet serüvenini de hatırlatayım...

İkinci İstanbul seçimlerinde çok büyük bir bozguna uğrayan iktidar, bu yenilgiden iki ismi sorumlu tuttu:

-Kaftancıoğlu ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu!

İstanbul İl Başkanı hakkında, hemen seçimlerden sonra 9 yıl önce attığı bazı tweetler nedeniyle önce soruşturma sonrasında dava açıldı. Bu davanın bu kadar yıl sonra niçin açıldığı sorularına hiçbir yanıt verme lüzumu da hissedilmedi!

Sonuçta Kaftancıoğlu 5 ayrı davadan 9 yıl 8 ay gibi gayet ağır bir cezaya çarptırıldı... Sonrası artık Yargıtay safhasıydı...

O karar da tam ne zaman geldi peki? Valiler kararnamesinin çıktığı gün! Benim, seçim sürecinin son rötuşlarından biri olarak gördüğüm bu kararnamede kimler yoktu ki; AKP adayları, TÜRGEV üyeleri, iktidara her şekilde yakın oldukları ortaya konan bürokratlar! Kısacası valiler de artık seçimlere hazırdı... Yakında bir kaymakam ve vali muavinleri kararnamesi de gelecektir zannımca!

Mesela Haziran ayında Hakim ve Savcılar Yaz Kararnamesi geliyor; değerli kardeşim Barış Pehlivan, önceki gün TELE 1’deki “Açıkça” programında önümüzde 35 gün olduğunu, bu süreçte verilecek yargı kararlarının son derece dikkatle izlenmesi gerektiğinin altını çizdi!

Bu ne anlama geliyor peki? CHP üzerinde oynanan oyunlar Kaftancıoğlu ile başladı ama bu henüz başlangıç! Haziran ayının ilk günlerinde bu kez Ekrem İmamoğlu ile ilgili dava var. Oradan nasıl bir sonuç çıkar acaba?

-Bir yeni mahkumiyet, bir başka siyasi yasak?!.

Bitmedi; TBMM’de bekleyen, içinde başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere pek çok vekilin fezlekeleri var...

CHP, İYİ Parti ve 6’lı masayla ilgili “çamur at izi kalsın” içerikli bir yığın oyun içinde oyun, entrika içinde entrika da mevcut!

Şamil Tayyar’ın itirafları!


Bu operasyonlarda başlıca aktörlerden biri olarak gösterilen Süleyman Soylu birkaç gün önce Aydın’da Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alarak aynen şöyle demişti:

-Utanmadan 2023 yılında kaç vekil çıkaracağını bir Avrupa ülkesinin büyükelçisi ile konuşmuştur!

Kendi lideri ve kendisi de dahil konuştuğu büyükelçileri, yabancı misyon temsilcilerini buraya yazmaya kalksam ne bu sütun ne de gazetemin sayfaları yeter! Ayrıca 2010 yılında mensubu olduğu Demokrat Parti’yle ilişkilerinin kesilme nedenini daha geçen gün o partinin genel başkanı Gültekin Uysal anlatmıştı:

-Fethullahçılarla yakınlık!

Bunlar bir tarafa; bir ana muhalefet liderinin bir büyükelçiyle görüşmesi kadar doğal ne olabilir acaba? Üstelik o büyükelçilerin görevi de seçim döneminde bu tür görüşmeler yapıp durumu kendi dışişleri bakanlığına rapor etmek değil midir?

Ayrıca, Soylu’nun kendi bakanlığı da kendi bakanını düzeltmek zorunda kalarak Kılıçdaroğlu’nun partisindeki bir büyükelçinin AB ülkelerinden birinin büyükelçisi ile görüştüğünü açıkladı!

Yine ayrıca durumdan anlaşıldığına göre, Soylu’nun ya CHP içinde bir adamı var ya da CHP üst yönetimi dinleniyor! Ben de soruyorum o halde:

-Bu suç değil midir? Hangi hakla, hangi cüretle böyle bir şey yapılabilir? Bakan çıkıp açıklama yapmalıdır.

Gelelim Şamil Tayyar’a; Bu sürece öyle bir Mesajla katıldı ki, o kadar olur yani! Önce paylaşayım:

- Seçim süreçleri böyledir. Ordu ve yargı dahil bürokraside çoğunluk izler, havayı koklar, ona göre pozisyon alır. ‘Bizden’ dediğin kadroların ‘kimden’ olduğunu başın dara düşünce anlarsın. Özetle; Kaftancıoğlu kararındaki ince işçilik, ne çok şey anlatıyor?

Çok ilginç, değil mi! Ordu ve yargı çoğunluğun havayı koklaması siyasette genel olarak “devranın dönmesi” hali olarak anlaşılır! “Bizden” dediğin kadroların “kimler” olduğunu başın dara düşünce anlarsın cümlesi ise ancak “bizden” zannettiğin yargı mensuplarının oyununa gelindiği mesajı olarak algılanır!

“Kaftancıoğlu kararındaki ‘ince işçilik’ ne çok şey anlatıyor” cümlesi ise özellikle yargı içinde dizginlerin tam ele alınmadığı, partinin tuzağa düşürüldüğü düşüncesi olarak yorumlanır!

Haa, bir de AKP MKYK üyesi olan Tayyar’ın bu karardan liderinin haberi olmadığı algısını yaratmaya soyunması da bu mesajın bonusudur!

-Son söz: Bu duruma “Sivil darbeden” den başka ne yakışır bilemedim!