Korkusuz

Şifacı..!

Şifacı..!
Tıp Fakültesi 1. sınıfa başladıkları gün...

Misyon yüklenir omuzlarına...

‘Sen şifacısın...!’

Adı konmaz böyle ama... Hep ‘şifacı’ olarak yaşarlar o günden sonra...

Para, pul, kariyer telaşı bir yana...

Toplumun onlara yüklediği misyonu bir ömür taşırlar...

★★★

Gece yarısı komşunun oğlu mu ateşlendi?

Hoop yataktan o fırlar...

Yolda trafik kazası mı var? Biri yere mi serilmiş?

Hemen arabadan o iner...

Teyze kızının tansiyonu mu düzensiz...

Steteskop elinde gece yarısı evdedir.

Tahliller ona gösterilir...

İlaçlar ona danışılır.

★★★

Birinci sınıftan itibaren yüklendikleri ‘şifacı’ kimliği hiç bitmez onların...

Okul biter... Uzman olurlar... Doçent... Profesör...

Bir ömür ‘şifacılık’ sürer...

Sanıldığının aksine...

Ekserisi büyük paralar da kazanamaz...

Zaten kimse de sormaz... Ne yiyorsun ne içiyorsun diye...

Hiç işsiz kalmadıkları varsayımıyla paralı oldukları sanılır.

Oysa...

Zekasıyla... Birikimiyle... Emeğiyle... Orantılı para kazanamaz çoğunluğu...

Düşünün...

Üniversite sınavında ilk bine giriyorsun...

Bir ömür süren eğitim... Bir ömür sabahın köründe uyan... Geceli gündüzlü çalış...

Belki bir ev sahibi oluyorsun... O da şansın yaver giderse...

★★★

Serseri bir Tıp öğrencisi pek göremezsiniz.

Hoplak zıplak olmazlar.

Çünkü dersler öyle ağırdır ki. Haytalığa başı boş gezmeye fırsat bulamazlar...

Bir de insanı yaşatmaya adadıkları için kendilerini... Mesleklerinin şaka kaldırmadığını birinci sınıftan bellerler...

Ölüm gerçeğini 18 yaşında görerek öğrenirler.

★★★

Çoğunlukla... Kendi mesleğinden evlenirler.

Doktor doktorla... Doktor hemşireyle... Eczacı doktorla... Veya diş hekimiyle...

Çünkü ancak doktor olan anlar doktorun halinden...

Ha bir de... O kadar ağır eğitim vardır ki...

Sosyal ortamlara girmeye vakitleri kalmaz...

Mecbur hastaneden birine kayar gönlü...

★★★

Yaş almaya başladıklarında ise...

Bazılarında görürsünüz.

Çılgın işlere soyunanlar olur...

Mesela... Ünlü bir beyin cerrahı hocamız vardı. 1 yıl ücretsiz izin aldı.

Antartika’ya gitti.

Amerika’ya Avrupa’ya demiyorum.

Bildiğin kutuplara gitti.

Çadırda kaldı.

Benim diyen gezginin korkacağı işe soyundu.

Kutup ayılarıyla köşe kapmaca oynayarak kışlık çadırda nasıl kaldığını anlattı.

★★★

Bir başka abimiz...

Anestezi uzmanı.

Emekli oldu...

Kendini yürümeye verdi.

Yürüme dediysem Taksim’den Aksaray’a değil.

Bildiğin ülkeler arası yürüdü.

Çıktı Kapıkule’den Selanik’e... Ordan Sofya.

Sırtında çantası koca Avrupa’yı yürüyerek geçti... İyi mi?

Kesmedi...

Amerika’ya geçti...

Bir güzel orayı da yürüdü.

★★★

Orta yaşı bi tık geçmiş doktorlarımızın bazıları böyle abartılı ‘aktivitelere’ soyunurlar.

Neden peki?

Çılgın oldukları için mi?

Hayır...!

Sebebi basit...

‘Geç kalmışlık hissi’

6 yıl okul... Hem de en ağırından eğitim...

5 yıl uzmanlık...

4 yıl şark hizmeti.

Eğer biraz daha hedef koyayım dersen...

Doçentlik için bir o kadar daha...

Meslek içi kurslar...

Kongreler...

Sürekli yayın takip et... Yeni gelişmeleri an be an izle...

★★★

Sonra bir dönüp bakmışsın ki.

Yıllar su gibi akmış.

Kendine zaman ayırmamışsın. Hobilerin gelişmemiş... Gençlik hayallerin... Hep kenarda kalmış.

İşte bu geç kalmışlık hissi basar.

Abartılı bir aktiviteye soyunur bazıları.

Akıp giden yılların acısını çıkarmak ister...

★★★

Ben buna ‘doktor çıldırması’ derim.

Dünya’nın en sevimli, en masum çıldırması...

★★★

İşte böylesi eziyetli mesleği seçen doktorlarımızın...

Zekalarıyla orantılı olmayan paraya...

Gayretleriyle eş değer olmayan koşullara dayanmalarının...

Hayatların tamamını adadıkları bu mesleği sevmelerinin...

Bir daha dünyaya gelirsem gene doktor olurum demelerinin sebebi.

Toplumun onlara gösterdiği saygıdır.

Tek ve temel motivasyonları bu saygınlıktır.

★★★

“Doktordan satılık araba” ilanı bu yüzdendir...

Kız istemeye giden ailenin “oğlumuz doktor” cümlesi bunun için kabul görür...

Ev kiralayacağı zaman, o yüzden doktordan kefil istenmez.

Toplum bir dokunulmazlık vermiştir...

Eğitimine..

Bilgisine...

Emeğine...

Kendini insanlığa adamış olmasına...

Yani özetle...

Bir ömür süren ‘Şifacılığına...’

Başka memleketleri
bilmem.

Ama bizde doktor demek ‘saygınlık’ demektir.

★★★

Şimdi o saygınlığa saldırıyorlar.

Doktorun başına fırlatılan tahlil sonucu da... Asistanın boğazının sıkılması da bu yüzden...

Kendinden daha bilgili...

Daha eğitimli...

Daha insancıl birini görmeye tahammülü yok vandalın...

Bir de...

“Tepeden bakmayı kaldıracağız... Kibirli doktor olmayacak, herkes eşit olacak” diyen bir yönetim olunca...

Vandal, doktora küfretmeyi hak biliyor.

‘Nasıl olsa eşitiz’ diyor.

★★★

Oysa...

Eşitlik dedikleri...

Toplumu aşağı çekip...

Cehalette eşitlemek...