Sadece mal değil, bilgi üretimi de olmazsa; ülke bir adım ilerleyemez
Ekonominin batık durumda olduğu artık iktidar taraftarları tarafından da kabul edildi.
Şimşek güzellemeleri yaparken Erdoğan’ın ekonomiyi ne hale getirdiğini anlatıyorlar günlerdir.
Herkesin diline yapışan cümle ise “Her yolun başı üretim, üretim yapamazsak, bunları satamazsak ekonomi düzelmez.”
Peki üretmemiz gereken sadece mal mı?
Hafta başında eğitimci Ali Özdemir’in gönderdiği aydınlatıcı bir makale okudum.
Özdemir eğitim sisteminin baştan sona yanlış olduğunu, bilgi üretilemediğini bunun da ekonomiyi çok olumsuz etkilediğini çok güzel anlatmış.
Bu yazıyı size de sunmak istedim,
Yazının başlığı şöyle: “Nitelikli insanları horlarsanız”
Sonra devam ediyor:
Diplomalı, okumuş, yetişmiş mühendis, programcı, hekim, hemşire, teknisyen, öğretmen gibi meslek erbaplarını küçümserseniz, “Nereye giderlerse gitsinler” derseniz fabrika, hastane, okul, üniversiteleriniz de çöplük haline gelir.
İşyeri/fabrika/hastane, okul açtığınızda yeterli/donanımlı eleman bulamaz olursunuz.
Yabancı sermaye bir ülkeye neden gelmez?
Bir ülkede robotları, CNC sistemlerini, otomasyon araçlarını, yapay zeka teknolojilerini bilen kişi çok az ise orada modern fabrikalar açılamaz. Ancak çöp kovası üretebilen atölyeler kurulabilir.
40 yıldır mesleki eğitimin içindeyim. 1980’li yıllardan bu yana teknik eğitim bir karış bile yükselemedi. Liselerde sınıfta kalmak çok zorlaştırıldığı için artık nitelikli işçiler, teknisyenler yetişmiyor.
32 yıl MEB bünyesinde öğretmen, şef, idareci olarak çalışıp, sistemden tiksinip emekliliğimi istedim. Milli eğitimde liyakat, kalite, nitelik, beceri tamamen ortadan kaldırıldı. İslam dininde kul hakkı yemek günah (haram, yasak) olmasına rağmen tüm görevlendirme ve atamalar ENSAR, TÜGVA, TÜRGEV, İLİM YAYMA, HAKYOL, MENZİL, İSMAİLAĞA, ERENKÖY, MHP, AKP kriterlerine bağlılık derecesine göre yapılır oldu.
Kaliteli, başarılı insanlar eğitimin, yönetimin, üretimin dışına itildi. Üniversitelerin her biri ayrı bir “CIA İslamı” grubunun kontrolüne verildi.
Son 5 yılda, hekim olan bir tanıdığım İsveç’e, bilgisayar mühendisi olan bir tanıdığım İsviçre’ye, yazılım uzmanı bir tanıdığım Amerika’ya giderek orada çalışmaya başladı.
Son 1,5 yıldır özel girişimciye ait bir teknik lisede çalışıyorum. Gözlemim şudur: MEB acilen özelleştirmenin önündeki engelleri kaldırmalıdır.
Özel sektörde yeteneksiz, vasat, tembel, bilgisiz insanlar bir gün bile çalışamıyor. Herkes becerisine göre 9-30 bin TL maaş alıyor.
Devlet okullarında çalışan 1150.000 öğretmenin 240 bin kadarı haftada sadece “2” gün okula gidip ders veriyor. 5 gün ise uyukluyor. Bu çarpık yapı 60 yıldır bozulamadı. Bir öğretmen, dersi olsun ya da olmasın her gün okula olmalıdır.
MEB’de verimlilik yüzde 20 bile değildir. Fizik, kimya, matematik, biyoloji, tarih, coğrafya, felsefe, yabancı dil gibi derslerde ÖSYM’nin sorduklarının yüzde 5-20’sine doğru cevap veriliyor. Bu gösterge, eğitimde Afrika düzeyinde olduğumuzu bize iletiyor.
Sonuç olarak, eğitimin özellikle teknik okulların kalitesi yükseltilmeden enflasyon düşmeyecek, zamlar durmayacaktır. Zira ülkede yeterli mal ve bilgi üretimi yoktur.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Milli maçlar, neden Anadolu illerinde oynanıyor?
Önce izleyicilerin de tepkisi çeken bir noktayı belirtmek istiyorum.
Türkiye-Galler maçı Samsun’da oynandı, Milli Takım’ın 2-0 galibiyeti ile bitti.
Ama sunucunun AKP’nin propaganda sloganı olan “Türkiye Yüzyılı” tanımını ağız dolusu kullanması maçtan sonra Mehter Marşı çalınması birçok kişinin eleştirisine neden oldu.
Türkiye’yi sürekli geri götüren iktidar zihniyeti maçları artık “Osmanlı propagandası” ile kullanıyor.
Dikkat ediyorsanız milli maçlar hep Anadolu illerindeki statlarda oynanıyor.
İlk bakışta sanki uluslararası maçlarda Türkiye’nin tanıtımı yapılmak, yabancı takımları giderek gelişen Anadolu kentlerinde ağırlamak isteniyor gibi görünüyor.
Oysa diğer ülkelerde milli maçlar genellikle başkentlerde oynanıyor.
Konuyu büyük takımlarımızdan birinin yöneticisi ile konuştum.
Güldü.
Dedi ki: “Normalde milli maçların Ankara’da oynanması gerekiyor. Ancak Ankara’da henüz modern bir stat yok. Bu nedenle İstanbul’da oynanması daha doğru, çünkü en güçlü seyirci desteği statların kapasitesi nedeniyle bu kentimizde. Ama kulüpler milli maçların kendi statlarında oynanmasını istemiyor.”
Nedenini tahmin ediyorum yine de merakla “Neden?” diye sordum.
“Çok basit” dedi ve devam etti;
“Üç büyük kulübün kendi statları var. Bu statlara büyük paralar harcadılar, özel lüks localar ve her türlü hizmetin verildiği lobiler yapıldı, abone seyirciler için de hayli lüks alanlar ve koltuklar oluşturuldu. Bu statlara normal maçlarında sadece kendi takımlarının seyircisi giriyor. Oyla milli maçlarda her takımdan taraftarlar bu statları dolduruyor. Kulüpler, rakip takımların taraftarlarının özenle yaptıkları statlara zarar vereceğinden endişe ediyor, bu nedenle kendi takımlarının dışındaki maçların oynanmasına hiç sıcak bakmıyor.”
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Çocuğunu mal olarak gören aile ve vicdanını sıfırlamış dinciler
Olay yeni değil, 2018’de yaşanmış.
Menzil Cemaati’nin çiftliğinde kaçak olarak çalıştırılan iki küçük Suriyeli çocuk kendilerini yem karma makinasına kaptırarak feci şekilde can vermiş.
Açılan dava sonucu durumun bir kaza olduğuna karar verilmiş.
Olayın ortaya çıkmasından sonra ısrarlı sorular karşısında açıklama yapan Menzil’in sorumlusu Bekir Başpınar’in “kan paralarını ödedim, olay kapandı” demiş ve başka bir açıklama yapılmayacağını söylemiş...
İki küçük çocuğun aileleri de “Bizim zararımızı maddi manevi kapattılar şikayetçi değiliz” demişler.
Bir tarafta çocuklarını mal gibi görüp “zarardan” söz eden ailelerin dramı diğer tarafta vicdanı sıfırlamış, müritlerini mal gibi gören dinciler.
Türkiye’nin yürekler acısı hali değil mi bu?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Üniversite sınavında böyle soru olmaz
Üniversiteye girmek için yarışan gençlerimiz cumartesi ve pazar günleri sınava girdiler.
Şimdi yüzbinlerce genç heyecan içinde sonuçları bekliyor şimdi.
Üniversite sınavlarında her yıl bir ya da birkaç soru sorun olur.
Ya hatalıdır bu sorular ya da cevapları uyumsuzdur.
Ancak son sınavda öyle bir soru soruldu ki, olacak şey değil.
Temel yeterlilik sınavında “felsefe” adı altında bakın şu soru soruldu;
13) Ali: “Anne, şu ağrıların için doktora gitmeliyiz.” Anne: “Gerek yok oğlum. İyileşmek alın yazımsa doktora gitsek de gitmesek de iyileşeceğim ama kaderimde iyileşmek yoksa doktorun bana bir faydası olmaz.”
Davranışlarımızda yazgının yanında özgür irademizin de etkili olduğunu düşünen Ali’nin, annesini ikna etmek için aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenir?
A) Hastalanman ve iyileşmen birbirinden farklı durumlar.
B) Biz elimizden geleni yapalım, sonrasını kadere bırakalım.
C) Kaderinde iyileşmek olup olmadığını bilemezsin.
D) Her şey kader zaten, şimdi doktora gitmemiz de.
E) Doktora gitmekle kaderini sen belirlemiş olacaksın.
Şimdi gelin çıkın işinden.
Öğrenci bu soruyu hangi mantıkla ya da anlayışla cevaplayacak?
İkincisi tamamen dini anlayışa hitap eden bir soruyu her öğrenci farklı bakış açısıyla cevap verecektir.
Hatta öyle ki bir kişinin kendi inanç ve mantık anlayışına göre her şık doğru cevap da olabilir.
KOMİK
Yalanlamanın güzelliğine! bakar mısınız?
Ankara-Sivas yüksek hızlı tren hattında geçen hafta bir kaza oldu.
Aşırı yağışlar nedeniyle rayların bir kısmı zarar görmüştü.
Neyse ki bu kez önceden tedbir alınmış ve bir kılavuz lokomotif hatları kontrol etmek için yola çıkarılmıştı.
Bu lokomotif rayların hasar gördüğü yerde raydan çıkmıştı.
Bunun üzerine TCDD bir açıklama yaparak medyada yayınlanan “Hızlı tren lokomotifi raydan çıktı” haberini yalanladı.
Ama ne yalanlama.
Bu iktidar için “teflon tava gibiler” diyorum ya, işte tam da buna bir örnek bu yalanlama.
“Kaza oldu ama, valla billa bizim ilgimiz yok, hatta bizim uyanıklığımız sayesinde daha büyük kazayı önledik” havasında bir yalanlama bu.
TCDD’nin yalanlamasında “Sivas-Yozgat arasında yoğun yağmur yağışı nedeniyle söz konusu kılavuz tren, bölgesel ve etkili yağışa bağlı olarak kısmı bir alanda demiryolu altyapısının etkilenmesi nedeni ile saat 06.40’ta deray (her durumda trenin en az bir tekerleğinin rayları terk etmesi) etmiştir” deniliyor.
Yani kılavuz olarak tedbir için gönderilen lokomotif raydan çıkmamış, “deray” etmiş.
Hay Allahım işe bak...