Korkusuz
Ümit Zileli

“Partinin ve devletin tek efendisi benim”

Bu köşeyi takip edenler anımsayacaktır...

Yakın geçmişte, Hitler meselesi gündemin tepesine oturmuş, ben de bu hırsı aklının önüne geçmiş gaddar faşistin, onbaşılıktan tek adamlığa yükselişini anlattığım yaşam öyküsünü yazmıştım...

Meslek büyüğüm değerli Oktay Ekşi’nin, yıllar önce Cumhuriyet’te anlattığı“Hitler Almanya’sından kesitler” makalesi de benim kaleme aldığım yaşam öyküsünü gayet iyi tamamlıyor... Son derece ilginç, “Yok artık!” dedirtecek detayları sizlerle paylaşmaya karar verdim. Okuyun ve lütfen üzerinde düşünün. Hatta siz de eşinizle, dostunuzla paylaşın...

Hitler’in Şansölyelik döneminde, bizzat kendisinin Başbakanlık binasından hapishanelere sürekli yeni tutuklular yolladığı biliniyordu. Bu konuda şöyle konuşuyordu:

-Zamanımızı mahkemelerde harcasaydık çok işimiz olurdu. Ben hukukçu beylere güvenmem. Paragraf cambazlarını işe karıştırmadan... Tutuklamak çok daha pratik. Kendime bu hakkı tanıyorum. Ben kendi kendimin adalet bakanıyım...

Hitler, rakibi Röhlm’ü kurşuna dizdirmesinin asıl nedenini de yakın çevresine şöyle açıklamıştı:

-Artık benimle dalga geçilmesine izin vermiyorum! Bu olay gizli ve aleni düşmanlarıma bir uyarı olsun. Ben Hitler’im! Partinin ve devletin tek bir efendisi var, o da benim...

Nasıl megalomani ama!..

Vossstrasse’deki yeni Saray!


Eski Şansölyelik binası, bu megalomaniye, bu dizginlenemez ihtirasa yetmiyordu tabii!..

Vossstrasse’de yeni bir saray inşa edilmesini emretti. Adı bile hazırdı:

-Yeni Şansölyelik!

Yerli, yabancı sarayına gelenler Hitler’in büyüklüğü ve sınırsız gücü karşısında apışıp kalmalıydılar!.. Yılbaşı davetinde Hitler, subaylarına aklından geçenleri anlattı:

-Bu beyler mozaikli salona girdiklerinde, Büyük Alman İmparatorluğu’nun üstünlüğünü hemen hissetmeliler. Uzun koridorlar misafirlerimin huşuya kapılmasını sağlayacak!..

Hitler’in özel emriyle demiryolu kralı Borsig’in sarayına, Şansölyelik Sarayı’nın yan binası olarak el konuldu. Yeni sarayda yok yoktu! İtalyan uzmanlar duvarları, öğütülmüş ve çimentoyla karıştırılmış mermerle kaplamışlar ve parlatmışlardı. Her şey parıldıyor, ışıldıyordu. Galerinin sonundaki devasa kabul salonundaki avizeler bu salonu göz kamaştırıcı bir ışıkla dolduruyordu. Zemini örten halı o kadar büyüktü ki, halıyı salona sokabilmek için, duvarın bir kısmının sökülmesi gerekmişti... Hitler’in odası 25 metre uzunluğundaydı. Değişik renkte mermerlerle ve pahalı tablolarla bezenmişti...

-Görenlerin bu ihtişam karşısında gözlerinin kamaşacağı kesindi!

Bu ihtişam da kesmedi Hitler’i!


Tüm kompleksin inşası toplam 300 milyon Mark’a mal olmuştu.

Yani 1 milyar TL civarı... Ancak her şey tamamlandığında Hitler sarayı yeterince görkemli bulmadı, iyi mi!..

Burayı günün birinde partideki vekili Hes’e devretmeye karar verdi.. Kendisi de Tiergarten’da, Reichstag binasının yanında daha gösterişli bir binaya taşınacaktı... Ancak bina henüz tasarım aşamasındaydı.

-Gelecekteki saray o denli büyük olacaktı ki, art arda dizilmiş en az 300-400 hizmetçi bu saraya ancak sığabilecekti!..

Demek ki, diktatörlerle saraylar arasında böyle bir “büyüklük” duygudaşlığı doğuyor... Büyük, daha büyük, daha gösterişli, daha görkemli, daha ışıltılı saraylar... Onun yanı sıra daha gaddar, daha acımasız, daha kanlı, daha güvensiz, daha despot diktatörler... Tarih bunlarla dolu. Ancak kaçınılması olanaksız bir ortak özellikleri var:

-Sonunda hepsi yıkılıyor, tıpkı Hitler gibi...

Bakın, Karadağ’ın 32 yıllık despotu Milo Djukanoviç, seçimlerde büyük bozguna uğradı. 1991’de 29 yaşındayken iktidara gelen Djukanoviç, Sırbistan’dan bağımsızlığını aldığında da iktidardaydı. Üç dönem başbakanlık yaptıktan sonra cumhurbaşkanı oldu... Ülkeyi beş yıl “tek adam” tadında yönettikten sonra önceki gün yapılan seçimlerde 37 yaşındaki eski ekonomi bakanı Jakov Milatoviç karşısında acı bir yenilgi alarak iktidarı kaybetti!

-Darısı diğerlerinin başına!