Korkusuz

Olmak mı? Sahip olmak mı?

Olmak mı? Sahip olmak mı?
Baby Boomer...

Bir kuşağın adıdır...

2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan bebek patlamasında doğan kuşağın...

Savaşın hemen ertesinde dünyaya gelen 1 milyar yeni nüfusun tanımı için kullanılır.

1946 – 1964 yılları arasında doğan çocuklardır ‘Baby Boomerlar...’

Önceki kuşaklara göre daha zengin, daha aktif ve fiziksel olarak daha zindeydiler. Dünyanın zamanla gerçekten gelişmesini sağlayan, ilk büyüyen gruptu.

Kuralcı olarak bilinirler...

Onların çocukları...

Yani ben ve benim kuşağımda Boomerların çocukları olarak aynı kuralcılıkla büyüdük.

Sadakat duyguları yüksek...

Kanaatkar...

Zor işte çalışmaya uygun...

Emeksiz bir kariyer yapılamayacağına inanan bir kuşak...

★★★

Baby Boomerlar ve onların çocukları...

Yani bizler...

Her şeyi yerli yerinde öğrendik.

Eğitim... Kariyer... Evlilik... Aile...

Tüm kurumlar yerleşikti. Ve kurallarına harfiyen uyulurdu.

Kuralcıyız dedik ya...

★★★

Bayramlar bayram gibi kutlanırdı mesela...

Cenazeler adabına uyularak kaldırılırdı...

Düğünler ve aile kurumu dünyanın en müesses nizamıydı...

Tahsil en önemli referanstı.

Tahsil yapmayan kendini eksik sayardı.

Okuyamayan da kendi iş dünyasında ispatlamak isterdi.

İşsiz kalmak ayıp sayılırdı.

Mutlaka bir esaslı bir meslek sahibi olmalıydık.

Bunun için üniversite sınavlarını iyi puanla tutturmalıydık.

Hedef üç büyüklerdi...

Doktorluk... Mühendislik... Avukatlık...

★★★

Mülk edinmek önemliydi.

‘Ahirette imansa dünyada da mekan’ düsturuyla büyütüldük.

İlla başımızı sokacak bir ev sahibi olmalıydık.

Ömrümüz ya bunun için uğraşmakla geçti ya da bunun hayaliyle.

★★★

Harika pskiyatirst Kenan Eren’le telefonda sohbet ediyorduk.

Üniversite sınavına hazırlanan kızı Şiir’in ne okumak istediğini sordum.

-O da babası gibi tıp mı okuyacak?

-Maalesef...Tıp istiyor, dedi.

-Aaa... Niye maalesef...?

-Gürkan,  insan ömrü ortalama 75 yıl. Yarıdan fazlasını tıp eğitimine vermek için  hayat çok kısa...

Bu sözü... Doktorluk mesleğine aşık ve başarılı bir hekim söylüyor.

Düşündüm...

Haklıydı.

Birkaç doktor arkadaşımla paylaştım bu sözü...

Hepsi sarsıldılar.

Hayatlarının gözleri önünden geçtiğini hissettim.

★★★

Doktorlar öyle de biz farklı mıyız sanki... Gazeteciler...

Bir ömür mücadele... Okuma... Kendini geliştirmek için kütüphaneler devirme...

Yine de kendini eksik hissetme...

Mühendisler... Mimarlar... Avukatlar...

Bir mesleğe bir kariyere adanmış ömürler...

Yani hep  ‘OLMAK’ için geçirilmiş yıllar...

Pişman mıyız... Değiliz...

Ama hep hayatı doyasıya yaşayamamanın da burukluğu hepimizin içinde kalmadı mı?

Hep bir yetişme telaşı... Hep bir yarış atı kompleksi...

★★★

Bir sosyal deney yapılmış geçtiğimiz sene...

Yaş aralığı 18-25 arası gençlere sorulmuş.

10.000 TL’ye bir işte çalışır mısın?...Ya da 500 TL’ye evde oturur musun?

Cevapların büyük çoğunluğu...

500 TL ver evde oturayım çıkıyor.

Gençlerimiz az eforla para kazanmak istiyor.

Hatta istediği parayı kazanamazsa da... Fazla çalışmanın değil yaşam standardını küçültmenin yollarına bakıyor.

Üst baş almaktan vazgeçiyor... Yiyeceği yemeğin kalitesinden vazgeçiyor...

Mülk umurunda değil zaten...

Sahilde bir ev almanın imkansızlığını gördüğü için...

Onun çok çok azı bir paraya dünyayı gezerim diyor.

‘AirBnB’ var nasılsa...

★★★

Yani yeni nesil...

Çocuklarımız...

Gençlerimiz...

Bizim ve bizden önceki kuşak gibi ‘OLMAK’ değil...

Sadece...

‘SAHİP OLMAK’ istiyor.

O da becerebildiği kadar...

★★★

Çünkü hayat denen oyunun çok kısa olduğunu belki de ilk onlar fark etti.