Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

NE YAZIK Kİ BÖYLE...

Hep kavga, hep hırçınlık, hep ötekileştirme...

Ve hep...

“Ben haklıyım, sen haksızsın” kavgası...

Daha da fenası...

Kendisi gibi düşünmeyenleri “terörist” ya da “utanmaz” olmakla suçlama edepsizliği...



Canlarım benim...

Bir arada yaşamanın ön koşulu; insanların birbirlerinin her türlü görüş, inanç ve tercihlerine tahammül etmeleridir...

Bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi inanmayan, bizim seçtiklerimizi tercih etmeyen yurttaşları düşmanlaştırarak bir arada yaşayamayız...

İç savaşlar, işte bu aptalca tepişmelerden çıkar...



Olaya geleyim...

Beş Hanımefendi (Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Kaftancıoğlu, Demirtaş ve Buldan) birlikte tiyatroya gittiler...

Kadir İnanır’ın arkadaşı Jülide Kural, halen cezaevinde yatmakta olan Demirtaş’ın Devran isimli kitabını oyunlaştırmış ve sahneye koymuştu...

Ve birden...

Faşizm dirildi ayağa kalktı sanki...

O Zombi Faşizm beş hanımefendiye hakaretler etti...

Onları aşağıladı...



Ya da şöyle söyleyeyim...

Halkın diğer yarısını (Muhalifleri) düşman gören kitlelerin medya ve siyasetçileri, beş hanımefendiye karşı karakter linçi girişiminde bulundular...

Yani...

Beş Hanımefendi üzerinden düşmanlıkları körüklediler...



Oysa...

İhtiyacımız olan şey daha çok düşmanlaşmak değil...

Düşmanlıkları kökünden söküp atmak...

İletişim kurmak...

Yardımlaşmak...

Uzlaşmak...



Ne var ki...

İktidara seçimle gelen bir zihniyet:

Barışı, uzlaşmayı, iletişimi ve yardımlaşmayı değil;

kavgayı, sürtüşmeyi, kapışmayı ve tepişmeyi tercih ediyor...

Ne yazık ki böyle...

YAZIK OLUYOR BU GÜZEL ÜLKEYE...


Abraham Lincoln ABD’nin efsane başkanlarındandır...

Köleliği hem de senatodaki pek çok Demokrat Partili milletvekilini de ikna ederek kaldıran gerçek liderdir...

Sağduyusu, sükûneti ve akılcı politikalarıyla iç savaşı bitirmiştir...

Bunları başarırken kullandığı silâhları: Vicdanı, aklı ve sevgi dolu yüreğidir...



Bir gün; yaşlı, gelenekçi ve Kuzeyli bir kadın sert bir ses tonuyla Lincoln’ü azarladı:

“Sen Güneyli düşmanlarımızı yok etmek yerine onları seviyorsun... Yok et onların hepsini...”...

Lincoln hemen karşısında duran kadına uzanıp elini tuttu...

Gülümsedi...

“İyi ya işte” dedi... “Onları dost yaparak düşmanlarımızdan kurtulmuş olmuyor muyuz?”...



Bir de bizimkilere bakın lütfen...

Düşmanları dost olarak kazanıp onlardan kurtulmak yerine...

Dost olma ihtimali bulunanları bile düşmanlaştırıyorlar...

Yazık oluyor bu güzel insanlara...

Yazık oluyor bu güzel ülkeye...

SONUNDA MESİH’İ KIZDIRDILAR...


Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi Mehdi’nin geleceğini açıkladıktan sonra, karşılama töreni hazırlığı yapmak üzere görevinden istifa etti...



RP eski Milletvekili (Erdoğan’ın yakın dostu) Hasan Mezarcı ise (Nedense) Mehdi olmayı kabul etmedi...

O, kendisini “Mesih” ilân etti...

Yani bir bakıma “Ben, dirilip yeryüzüne inmiş Hz. İsa’yım” dedi...



Eh yani...

Haliyle, Mesih olarak Diyanet İşleri Başkanı gibi düşünmüyor...

Ve... Kadın voleybol takımımızın Almanya ile yaptığı maçı bizzat izledikten sonra tivit atıyor:

“Kızlarımızı kutluyor, formaları üzerinden tesettür tartışması yapılmasını kınıyorum. Bazı haramları helal kılma yetkimi kullanarak dinlerdeki ‘tesettür, harem selam’ mecburiyetini kaldırdığımı bildiriyorum...”...



Demek istiyor ki:

“Ey DİB!.. Sen Kuran’ın haram kıldığı faizi helâl kılarsan, ben de tesettürü ve haremlik-selamlık mecburiyetini kaldırırım”...



Bundan sonra Siyasal İslâm’a gönül verenlere düşen soru şu:

“Du bakali n’olcek?..”

DEME BE YA...


AKŞAM’da yazdığım yıllarda hemşerilerimden biri bir gün gazeteye telefon etti...

“Emşerim be” dedi... “Ep merak ederim... Ölüm ilânlarının santimi kaç para?..”

O zamanlar henüz paradan 6 sıfır atılmamıştı...

“Santimi bi milyon” dedim...

Telefonun öbür tarafından acı bir “deme be ya...” çığlığı geldi...

Sonra sakinleşti...

Kendi kendine konuşur gibi fısıldadı:

“A be agacım benim boy bi doksan santim maaş ise 19 milyon... Mümkünatı yok bizimkiler ölüm ilânı veremezler”...