Korkusuz

Ne Münasebet?

Ne Münasebet?
Gündüz Kılıç...

Eskiler bilir...

Türk futbolunun efsane ismi... Hem Galatasaray’da hem de kısa süre Beşiktaş’ta top oynamış hocalık yapmış efsane futbol adamı...

Nam-ı diğer Baba Gündüz.

★★★

Türk Milli takımını çalıştırdığı yıllar.

Almanya maçına çıkacağız.

O zamanki adıyla Batı Almanya... Ya da başka bir deyişle... Federal Almanya...

Futbolun panzerleri...

Bir makine disipliniyle oynanan futbolun dünyadaki tek örneği belki de...

Sabır... İrade... Disiplin... Ve çalışma...

Bir maç 90 dakika nasıl terk edilmez...

Her futbolcu yeteneklerini ve kapasitesini ölçerek nasıl takıma adapte olur?

Almanlardan öğrenirsin...

★★★

Biz ise... Bireysel yeteneklere dayalı... Allah ne verdiyse...

Çoğu zaman da mucize bekleriz...

O günlerdeki futbolumuz böyleydi.

Bugün de pek farklı sayılmaz ya...

★★★

İşte Türkiye-Almanya maçına 2 gün kala bir gazeteci takımın patronu Gündüz Baba’ya yanaşıp sormuş.

-Almanları yenebilir miyiz?

Gündüz Baba cevabı yapıştırmış.

- Ne münasebet!

Gazeteci şokta... Nasıl yani diyebilmiş kekeleyerek...

Baba Gündüz devam etmiş...

- Evet... Belki yenebiliriz. Ama bu galibiyetimiz, sistemden, çalışmadan ve disiplinden kaynaklanmaz... Şahsi yeteneklerimize ve tesadüflere bağlıdır.

★★★

Kornerden top gelir, defanstan seker... Veya bilmem ne olur...

Gol atarız...

İşte bütün bunları bildiği için Gündüz Baba...

O harika cevabı yapıştırmış...

“Ne münasebet...”

★★★

Günlerdir Sezgin Baran Korkmaz’ın maceralarını izliyorum.

Eski çekilmiş videolarını açıyorum. Yaptığı Ali Cengiz oyunlarını okumaya, anlamaya çalışıyorum.

Sigorta şirketinden para alabilmek için yakılan fabrikalar... ABD’yi dolandıran çeteyi dolandırma...

Belgeler... Bilgiler... Anlatımlar...

Ama şaşkınlığımı bir türlü atamıyorum.

Nasıl olur da tek kelime İngilizce bilmeden Türk-Amerikan İş Konseyi’nde konuşma yapar diyorum.

Örneğin... Nasıl olur da Türkiye’nin en büyük sanayicilerinden İnan Kıraç, böylesi bir karaktere inanır, onunla iş tutar diyorum.

O İnan Kıraç ki, dünyanın en ciddi en büyük sanayi kuruluşlarıyla masaya oturmuş... Ortaklıklar kurmuş ortaklıklar dağıtmış...

Müşterinin tabağındaki artık döneri ısıtıp ekmek arası başkasına satan bu cingözle ne işim olur dememiş.

Savunma Sanayi Müsteşarı (başkanı) mesela... Ayakkabı boyacılığından gelen bu adam bu devasa oteli nasıl aldı diye sormamış...

ABD’de milyar dolarlık servet yapmış Türk iş insanı...

Boğaz’a nazır yalının cazibesine kapılıp, doluşan işadamı bürokratı gazetecisi bir an için bu değirmenin suyu nerden geliyor diye sormamış...

Yav bu arkadaş aslen ne iş yapıyor da bizi böyle ağırlıyor dememiş kimse.

Yani gerçek mesleği ne diye kimse sormayı akıl edememiş.

★★★

Eğitimi yok... Mesleği yok... Atadan babadan kalan sermayesi yok...

Han yok hamam yok...

Akraba tanıdık eş dosttan destek yok...

Nasıl oluyor da Boğaz’da yalı biriktiriyor bu arkadaş?

Nasıl 55 milyon dolarlık özel jete sahip olmuş?

Kimse sormuyor...

Kimse çıkıp da “ne münasebet” demiyor...

★★★

Çünkü...

Zengini yoksulu...

İşadamı işsizi...

Gazetecisi politikacısı...

Mucizeye inanmaya müsaitiz...

A’dan Z’ye bütün millet... Top yekün ‘Mucize’yi bekleriz...

Bu kimdir... Bunda mucize ne arar?

Demeyiz...

Gündüz Baba gibi ne münasebet diyip kestirip atamayız.

Mucizeyi bekleriz.

★★★

İşte o yüzden...

“Meseleleri mesele yapmazsanız mesele kalmaz” diyerek gevrek gevrek gülen Süleyman Demirel’in mucizesine 40 yıl inanıp peşinden koştuk.

O yüzden...

Hiçbir işadamının aklına gelmeyen Siirt’e, otomobil fabrikası projesini kakalayan Jet Fadıl’a kazıklandık...

O yüzden 300 metreden ben sizi soyup soğana çeviririm diye bas bas bağıran Titan’a paraları kaptırdık.

O yüzden saadet zincirleri bizde hiç bitmiyor.

★★★

Biz mucizeye inanıyoruz.

Yoksa ikramiye çıkma ihtimali milyarda bir olan piyangonun, bir de üstüne üstlük türlü şaibeler ortalığa saçılmışken biletlerini kapış kapış alır mıydık.