Korkusuz
Ümit Zileli

Namus borcumuzdur!

Tam 49 yıl oldu...

Yarım yüzyıl olmasına yalnızca bir yıl kaldı... Ama üç yiğit hala 20’li yaşların başında!.. 12 Mart darbecilerinin Türkiye’yi teslim aldığı, gencecik çocukları sokak ortalarında, dağ başlarında acımasızca avladığı, “Kara gözlüklü” generallerin büyük bir iştahla avlanmalarını istedikleri çocukların listelerini radyolarda ilan ettirdiği, TBMM’de saçı başı ağarmış koca koca adamların hiç utanıp sıkılmadan “Üç bizden, üç sizden” haykırışlarıyla ölüm dansı yaptığı günler içinde darağacına çıkarıldılar...

-Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan...

Ülkenin ABD emperyalizmine bir kez daha peşkeş çekilmesinin ödülü olarak ilahlara kurban edildiler... Mahir Çayanlar, Cihan Alptekinler, İbrahim Kaypakkayalar, buraya adını sığdıramayacağım yüzlerce, binlerce genç yalnızca 8-9 yıl sonra 12 Eylül Karşıdevrimi tuzağına yuvarlanacak olan Türkiye’nin ufkunun iyice karartılması için Kızılderelerde, Nurhaklarda, işkencehanelerde ölüme yatırıldılar!..

Ülkenin en saygın bilim insanları, gazetecileri, sendika liderleri, aydınları normal şartlarda kahkahalarla gülünecek gerekçelerle işkencelerden geçirilip zindanlara atıldılar, suikastlarla ortadan kaldırıldılar... Ülkenin bir avuç efendiye teslim edilmesine karşı çıkabilecek hiç kimse kalmamasına özen gösterdiler...

-12 Mart 1971, büyük felaketin başlangıcı, 6 Mayıs 1972 ise büyük temizliğin miladıydı!..

Ancak bu isimleri insan yüreğinden temizleyemediler!.. Hepsi bir kahramanlık abidesi, bir özgürlük ve bağımsızlık meşalesi olarak yüreklere, beyinlere çakıldılar...

Bu melanetin yaratıcıları, Memduh Tağmaçlar, Faik Türünler, Tevfik Türüngler, Ali Erverdiler, Baki Tuğlar, milletvekili oldular, içlerinden biri cumhurbaşkanlığına aday dahi gösterildi... Zamanın en kudretli devletlüleri oldular, ancak cisimleri gibi, isimleri de silindi gitti...

-Türkiye’nin 50 yılını çalan, mahveden, milyonların kanına, canına kastedenlerin öncü güçleri olarak tarihte ancak birer virgül olabildiler!..

Dimdik ölüme yürüdüler!..


Deniz, Yusuf, Hüseyin 1972 yılının 5 Mayıs’ı 6’sına bağlayan gece darağacına çıktılar...

Sevgili Erdal Öz’ün “Yaralısın” ve “Kanayan” tanımaktan büyük bir onur duyduğum, Denizlerin avukatı Halit Çelenk’in “İdam Gecesi Anıları”nı şayet okumadıysanız hararetle tavsiye ederim...

Üç fidanın o darağacına nasıl yürüdüklerini, tarihe ve halka hangi mirası bıraktıklarını an be an, adeta orada izliyormuş gibi tanıklık edersiniz... Vasiyetleri, ailelerini teskin etmek için çırpınışları, idam sehpasına dimdik yürüyüşleri birer destan olarak tarihe mal oldu...

Halit Ağabey, idamların üçüne de tanıklık etmiş, yaşamını yitirdiği 5 Mayıs 2011’e kadar o anların ağırlığını, trajedisini belki binlerce kez yaşamıştı... Denizlerin idam edildiği 6 Mayıs’ta da Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilmişti..

Çelenk, “Oradaydım” isimli belgeselinde idamları anlatırken içime hiç geçmeyecek bir sızı olarak yerleşen su sözcükleri kullanmıştı:

-İdam değil, işkence ettiler!..

Özellikle Deniz Gezmiş, çifte ilmikle darağacına çekilmiş, 50 dakika ipte kalmış, sonra ilmek teke indirilmişti. Üç yiğit de idam taburesine çıktığında Türkiye’nin bağımsızlığı, özgürlüğü için ölüme gittiğini haykırmıştı... Büyük şair Can Yücel, “Mare Nostrum- Bizim Deniz” adlı şiirinde bu müthiş  cesareti şöyle anlatmıştı:

-En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim/ O, onun en güzel yüz metresini koştu/ En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak.../ En hızlısıydı hepimizin/ En önce göğüsledi ipi.../ Acıyorsam sana anam avradım olsun/ Ama aşk olsun sana çocuk aşk olsun!

Güneşli günleri çocuklarımıza armağan edene dek!..


O çocukların, o gençlerin, o aydınların yok olup gitmeleriyle bu güzelim ülke yarım asır kaybetti...

Baskıyla, kanla, ölümle, yoksullukla, üzüm gibi sıkılmakla geçen koskoca bir 50 yıl!.. Artık en ufak bir kayba daha ne sabrımız, ne mecalimiz ne de zamanımız kaldı!.. On milyonların sesi sanki her birinin yanındaymışım gibi kulaklarımda, yüreğimde patlıyor:

-Yeter artık!..

Bizler çok çektik, artık çocuklarımız, bu ülkenin geleceği olan gençlerimiz güneşli günlere uyansınlar, el memleketlerine kaçmasınlar, dursun bu beyin göçü dediğinizi hissediyorum, biliyorum...

Ve artık zamanı geldiğini bildiğim gibi... Bu karanlığı yırtmanın, bizi zalime yem edenleri yerle yeksan etmenin tam vaktidir ey halkım... Geldikleri gibi gidecekleri gün gelmiştir!.. Ananızın ak sütü gibi hakkınız olan oylarınız hesabı kapatmaya yetecektir!

-Üstelik bu, o güzelim çocuklara, hayatının baharında darağaçlarında sallandırılan, sokak ortasında yok edilen ve hep genç kalanlara namus borcumuzdur!..

Geçtiğimiz pazar günü, Deniz’in doğum günüydü... Bugün yaşasaydı 74 yaşında olacaktı... 25 yaşında darağacına gönderdiler; ancak öldüremediler! Onu ve arkadaşlarını dağlar kadar büyük bir sevgi yumağı, hem ölümden hem de unutulmaktan korudu...Tıpkı hiç eskimeyecek, hep güncel kalacak, hep içimizi sızlatacak bu yazı gibi...

-Ta’ki, namus borcumuzu ödeyene, çocuklarımıza güneşli günler bırakmanın huzurunu duyana dek!..