Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Merkez Bankası rüzgâra karşı tükürüyor...

MB, faizleri 100 baz puan indirdi...

Merkez’in faiz indireceği, 4.5 milyar dolar dövizli borç...

4.5 milyar dolar da %6 faizli swap yapışından belliydi...



Şimdi...

İşte o gelen dövizlerle doları/Euro’yu baskılayacaklar...

Ve sonra...

Yine başa dönecekler...

Yani döviz kurları yine artmaya başlayacak...



Canlarım...

MB faiz oranlarını:

Enflasyonu...

Ya da...

Döviz kurlarını baskılamak amacıyla yükseltirse:

Doğru dengeyi bulamaz...



MB faiz oranlarını...

Piyasayı hareketlendirmek amacıyla düşürürse de:

Doğru dengeyi bulamaz...



Eğer piyasadaki para miktarı (para arzı...).

Paraya olan talepten çok ise...

MB’nin faiz oranlarını emir komutayla yükseltmesi:

Hiçbir işe yaramaz...

Zira...

Faizler serbest piyasada daha düşük bir noktada oluşur...



Eğer piyasadaki para miktarı (para arzı...).

Paraya olan talepten az ise...

MB faiz oranlarını ne kadar düşürürse düşürsün...

Yine hiçbir işe yaramaz...



Döviz kurlarıyla birlikte...

Serbest piyasada faizler de yükselir...



Sözün özü:

Eğer samimiyetle piyasa ekonomisi uygulanacaksa:

Faiz oranlarını piyasalar belirlemeli...



Bunun için ilk yapılması gereken ise:

Mevduatlara verilen garanti miktarının sıfırlanmasıdır...



Kolay mı?..

Kolay değil...

Ama...

Doğru olan o...

DEVLET DEĞİL MİLLET GARANTİSİ...


Tabii ki mevduatlar sigortalansın ama...

Mevduat sigortasını özel sigorta şirketleri yapsın...

Haliyle:

Yüksek pirim yüksek risk...

Düşük pirim düşük risk olsun...



Oysa...

Türkiye’deki mevduat sigortacılığı bir garip...

Belirli miktarda mevduat, devlet (Yani millet) garantisinde...

Yani...

Kolayca batabilecek bir banka ile...

Batırılması ayakta durmasından daha zor olan banka, aynı garantiye sahip...



Yani...

Sıfır rekabet...

Böyle piyasa ekonomisi olur mu?..

FAİZ İLE KİRA ARASINDA FARK VAR MIDIR?..


Kira, ev sahibine ödenen vazgeçme bedelidir...

Yani...

Ev sahibi, kiracısına der ki:

“Evimde oturmaktan senin lehine vazgeçiyorum ancak bana bunun bedelini ödemelisin...”.



Faiz de...

Para sahibine ödenen vazgeçme bedelidir...



Kiralanan şey nasıl ki “arz” ise...

Kiralayan da “talep’tir...



“Ev” yerine “para”...

“Kiracı” yerine “kredi borçlusu” yazın, değişen bir şey olmaz...



Yani para, arz...

Faiz, taleptir...

FAİZLE KİRAYI AYNI ŞARTLAR BELİRLER...


Canlarım...

Piyasa ekonomisine göre:

Kiralanan sayısı az...

Kiralamak isteyen sayısı çok ise:

Kiranın fiyatı artar...



En çok kirayı ödemeyi teklif edenin çıktığı nokta:

Kiranın piyasa fiyatıdır...



Aynı şey faiz için de geçerlidir...

Kiralanacak (Faize verilecek) para miktarı...

Paraya faiz ödeyip yatırım ya da harcama yapacak miktardan fazla ise: Faizler düşer...



Kiralanacak (Faize verilecek) para miktarı...

Paraya faiz ödeyip yatırım ya da harcama yapacak miktardan az ise: Faizler yükselir...

DEVLET ELİNİ ÇEKSİN...


Devlet kiralara müdahale ediyor mu?..

Etmiyor?..



Devlet pazardaki mal ve hizmet fiyatlarına müdahale ediyor mu?..

Etmiyor...



İyi de birader...

Paranın fiyatına neden müdahale ediyor?..

BİR PAPAĞAN KADAR BEYİNLERİ YOK...


Piyasa ekonomisinde bir mal ve hizmetin fiyatını arz talebin belirlediğini ilk okul çocukları bile biliyor artık...



Piyasa ekonomisinin kurucu babası Ahlâk Profesörü Adam Smith şöyle demişti:

“Bir papağana arz-talep yasasını öğretirseniz onu iktisatçı yapmış olursunuz...”.



Bu kadar basit bir gerçeği bilmeden...

Tüm mal ve hizmet fiyatlarına (Para da bir maldır) müdahale ederek ekonomiyi yönetebileceğini zannedenlere hatırlatırım:

Bir papağan kadar beyniniz yok...

HİÇ ZOR DEĞİL...


Canlarım...

Yaklaşık 11 gün süren teşhis ve çözümleri çalışmaları sonucu, sevgilimle Akyaka’daki yuvamıza döndük...



Elbette önemli biri değilim...

Cumhurbaşkanı gibi, sağlık durumumu yurttaşlarla paylaşma gibi bir sorumluluğum da yok...

Ama...



Hem siz KORKUSUZ okurlarına...

Hem de...

Youtube kanalımdaki 263 bin kişilik dijital aileme karşı, sağlık durumum hakkında bilgi vermekle mükellefim...

O halde kısaca anlatayım...



İlk kez:

KOAH olduğumu (Çocukluğumdan beri “nefes darlığı” olarak bildiğim hastalık olsa gerek...) öğrendim...

Oysa...

13 yıldır:

Sevgilimle doğal oksijen tüpü içinde (Akyaka’da çam ormanı içinde) yaşıyoruz...

Ve...

36 yıldır tek bir sigara bile içmedim...



Teşhisi koyan ve tedaviye başlayan Prof. Dr. Sayın Selim Nalbant’a göre farkında olmadan Covid atlatmış olabilirmişim...



10 yıl önce akciğer embolisi geçirdiğimi...

Ve...

Bir hafta hastanede tedavi gördüğümü hatırlatınca:

“Ondan sonra da farkında olmadan birkaç kez daha emboli yaşamış olabilirsiniz” dedi...



Tedavisi var...

Ve...

Hiç zor değil...

İYİYİM...


Prof. Dr. Sayın Nalbant’ın ikinci doz demir takviyesinden sonra daha iyiyim...



Çarşamba günü 800 km (İstanbul-Muğla/Akyaka) araba kullandım...

Hiçbir sorun yaşamadım...



Yani...

İyiyim...

Çok daha iyi olacağım:

Söz veriyorum...

SORUN YOK...


Prof. Dr. Sayın Manuk Manukyan, kalın bağırsaklarımdan yaklaşık 1 cm büyüklüğünde bir polip aldı...

Biyopsi sonucunu bekleyeceğiz...

Ama...

Sayın Manukyan’a göre büyük ihtimalle kötü huylu değil...



Yani...

Sorun yok...