Korkusuz
Can Ataklı

Maliye, doktorların canına okuyor

YENİ ÖĞRENDİM

Maliye, doktorların canına okuyor


Dün 14 Mart’tı.

14 Mart’ın özelliği ne?

Tıp Bayramı’ydı.

Pazar gününün çoğu gazetesinin manşetinde her özel günde olduğu gibi Tıp Bayramı ile ilgili “hamasi” laflar vardı.

“Minnettarız” en çok kullanılan başlıktı.

Bir yıldır başımızın belası olan korona nedeniyle hayatını kaybeden doktor ve diğer sağlık çalışanlarını anıyordu medyamız.

Televizyonlarda da 14 Mart Tıp Bayramı anlatılıyor, doktorluğun nasıl kutsal bir meslek olduğu dile getiriliyordu.

Ancak aynı sırada Maliye ekipleri ise doktorların adeta canına okuyormuş.

Bir hafta kadar önce öğrendim ilk kez.

Sonra tanıdığım birçok doktor arkadaşıma hatta kardeşime ve eşine bile sordum,

“Vergi memurları sizlerin de kâbusu mu?” diye.

Öyleymiş.

Maliye her yıl bir meslek grubunu seçip mükellefleri hallaç pamuğu gibi atarmış, bu yıl sıra doktorlardaymış.

Bütün defterler, faturalar, makbuzlar, bankadan çekilen ve yatırılan paralar, kredi kartı harcamaları didik didik ediliyormuş.

Diyeceksiniz ki, “Herkes vergisini vermek zorunda değil mi, zaten normali bu tür incelemelerdir.”

İlk anda haklı gibi görünebilirsiniz.

Ama durum öyle değil.

Bir kere artık nakit para kullanan sayısı çok azaldığı için hemen her şey kayıt altına giriyor, doktorlar da hastalardan kazandıkları paranın en az üçte birini zaten devlete ödüyor başka bir işlem yapmaya gerek kalmadan.

İkincisi, kimi KDV gibi zorunlu, kimi de beyana dayalı bilgiler sayesinde doktorlar da ciddi vergi ödüyorlar.

Durum böyleyken bütün doktorları incelemeye alıp tek tek incelemek ve mutlaka ve mutlaka bir vergi kaçağı bulup bunu beş yıl geriden alıp fahiş faiz ve cezalarla yüklemek ahlaki de vicdani de değil.

Doktorlar diyorlar ki, “Vergiciler hiçbir eksiğiniz olmasa bile bazı usul hataları falan bulup en az 25 bin lira ceza kesiyorlar. Sonra bunu itirazsız ödememiz halinde 10 bin liraya kadar indiriyorlar.”

Ben de “Madem hiç eksiğiniz yok niye itiraz etmiyor, mahkemeye koşmuyorsunuz?” diye sordum.

Cevap çok basit; “Mahkemeye gitsek en az iki yıl. Devletle olan sorunlarda vatandaşın kazanması pek mümkün değil. Kaybedersek indirimden de yararlanamadığımız gibi hem mahkeme giderlerini hem de geçen sürenin faizini ödüyoruz. Verip kurtulmak en akıllıcası.”

Herkes vergisini ödeyecek.

Kimseye ayrıcalık yapılmayacak.

Tamam da binlerce doktor koronaya karşı fedakarca savaşırken, binlerce doktor da korona önlemleri yüzünden çalışamaz ve para kazanamaz durumda.

Bu insanların üzerine yürümek, geçmiş beş yıldan itibaren hesap sormak ve en düşüğü 25 bin liradan başlayan cezalar kesmek, “mali” açıdan doğru gibi görünebilir ama ahlaki açıdan çok yanlıştır.

SORDUM ÖĞRENDİM

Vergiciler doktorlara ne soruyor?


Vergi memurları doktorları beş yıl öncesinden başlayarak sorguya tabi tutuyormuş.

Banka hesapları kontrol ediliyor ve elden yatırılan paranın nereden geldiği soruluyormuş.

“Alacağım vardı, eşimden aldım, kardeşim verdi” gibi sözler kabul edilmiyormuş.

Bir doktor, “Her şeyimi incelemişler ama nedense aldığım emekli maaşını hiç görmemişler, emekli maaşımı çekip bankaya yatırdığım için hesap sordular ve nedense ikna olmadılar” dedi.

Bir başka doktor, “Tanıdıklarımıza ilaç yazsak bile sanki muayene etmiş gibi deftere işliyor ve KDV ödüyoruz. Tabii doktor ücreti almadığımız için düşük yazıyoruz, buna da ceza kestiler” dedi.

Geçen 6 ayda tek ameliyat yapamadığını söyleyen bir doktor da “Çünkü hastaneler pandemi nedeniyle birçok ameliyatı iptal etti, çok gerekli olanlar dışında ameliyat yapılmıyor. Gelirim 10’da bire düşmüşken maliye on binlerce liralık ceza kesiyor. Bizleri ‘nasıl olsa vergi kaçırıyorlardır’ diye görmelerine çok üzülüyorum” diye konuştu.

ÇOK GÜLDÜM

Bir de doktor fıkrası anlatalım


Tıp Bayramı ve doktorlara maliye eziyetini konu aldıktan sonra biraz da gülümseyelim.

Doktor, arabasını tamir ettirmek için tamirhaneye gitmiş.

Araç içeri alınmış, usta da doktorla sohbete dalmış.

“Yahu doktor bey, aslına biz aynı şeyi yapıyoruz” demiş.

Sonra da doktorun sormasına bile fırsat vermeden devam etmiş; “Sen insanın kalbine bakıyorsun, gerektiğinde ameliyat ediyorsun, veya damar değiştiriyorsun, stent takıyorsun hatta bazen kalbi olduğu gibi değiştiriyorsun. Benim için de motor arabanın kalbi. Onu açıyorum, kablolarını değiştiriyorum, parça takıyorum, hatta bazen motoru olduğu gibi değiştiriyorum.”

Sonra da kendince taşı gediğe koymuş; “Ama doktorcuğum ben üç kuruşa çalışırken sen zengin oluyorsun.”

Doktor gülümsemiş, sonra aracının kapısını açıp kontağı çevirmiş, motor çalışmaya başlayınca, “Ustacım bak bakalım nesi varmış motorun?” diye sormuş.

“Doktor deli misin çalışan motorun içine el sokulur mu, önce kapat şu kontağı?” demiş, biraz da sanki “bu ne cahillik?” der gibi bakarak.

Doktor “İyi de” demiş, “insanın kontak anahtarı yok, ben insan yaşarken göğsünü açıp içine elimi sokuyorum. Belki de fark budur.”

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bir İzmirlinin gözünden Erdoğan ve Kılıçdaroğlu ziyaretleri


İzmirli sürekli okurlarımdan biri, Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasındaki farkı anlatmış.

Bakın ne diyor?

Can Bey iyi pazarlar,

Cumartesi günü benim de ikamet ettiğim İzmir’e Kemal Kılıçdaroğlu geldi.

Buca ilçesi Kaynaklar sebze haline gittim sabah erkenden, kendisi oraya gelecekti.

Kendisine inanılmaz ilgi vardı. Kime selam verse, ekonomik sorunlarından bahsediliyordu.

İşsizlikten, çocuğunun iş bulamamasından yakınılıyordu.

Kemal Kılıçdaroğlu halkın arasında, halktan biri gibi hareket ediyordu. 

Çevresinde birkaç koruma ve partili arkadaşları vardı. Rahatlıkla yanına gidilebilir ve kendisiyle sohbet edilebilirdi.

AKP lideri de kısa süre önce İzmir’e gelmişti. 

Kendisini sadece uzaktan görebildik. 

Siyah simsiyah gıcır araçlar geçip gitti önümüzden. 

Havada konvoyu takip eden helikopter ve her 100 metrede bir nöbet tutan polis memurları...

Kendisi hangi aracın içinde onu bile kestiremedik. 100’den fazla araç vızır vızır...

Kendi paramızla bize hava basan cumhurbaşkanı...

Değil yanına gidip soru sormak, iş istemek... Uzaktan bile göremedik. Saygılar.



CANIMI SIKAN ŞEYLER

Şaka sandığım her şey gerçek çıkıyor son zamanlarda


New York’un en işlek caddelerinden birinde dev bir ışıklı panoda “Stop Erdoğan” yazısının fotoğrafını görünce, “Haydi canım sende, birileri yine sahte görüntü yapmış, şimdi kimileri sazan gibi atlar bunun üzerine” demiştim.

Ama hemen sonra bunun gerçek olduğu ortaya çıktı.

Tabii kimin büyük paralar vererek böyle bir reklam panosu kiraladığı bilinmiyor.

Olağan şüpheli cemaat tabii...

Hemen ertesi gün bu kez üzerinde “Stop Gülen” yazılı bir minibüsün gezdiği görüntüleri geldi önümüze.

Önce bunu da şaka sandım.

Değilmiş.

Amerika’daki “güya” Türk dernekleri, cemaatin o panosuna karşı yapmışlarmış bunu.

Hatta yazı yazdım hatırlarsanız, “Bu kadar akılsızca bir şey olabilir mi?” diye.

Tabii amaç belli, Amerikalıları değil, buradaki halkı etkilemek “Bakın FETÖ’ye nasıl cevap verdik” demek.

“Stop Gülen” sloganı bu kez New York’un en kalabalık köşesindeki reklam panosuna asılmış.

“Aynı akılsızlık üst üste iki kez yapılmaz” dedim kendi kendime ama saray medyasında haberin iftiharla sunulduğunu gördüm.

Anlaşılıyor ki bu pano AKP destekli kiralanmış.

Üstelik öyle gün boyu falan değil, sadece iki saatliğine.

İktidar medyası, “Şehrin en kalabalık mekanı Times Meydanı’nda bulunan dijital dev ekranda, yerel saatle 17.30-18.00 (TSİ 01.30-02.00) saatlerinde yayınlanan ilanla FETÖ’nün karanlık yüzü Amerikalılara gösterildi” diyor.

Sorarım Allah aşkına hangi Amerikalı iki saatlik bir reklam panosundan Türkiye’yi ve Gülen’in gerçek yüzünü öğrenebilir ki?

Ama diyorum ya “Mesele Amerikalıya bir şey anlatmak değil, Türkiye’de propaganda yapmak”

Şu sıralar çok da ihtiyaçları var tabii de bu milletin parası böyle ahmaklıklar için de harcanmaz ki.