Korkusuz
Can Ataklı

Maaşlarını bağışlayanlar nasıl geçiniyor?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Maaşlarını bağışlayanlar nasıl geçiniyor?


Başında Erdoğan’ın bulunduğu AKP iktidarı, koronaya karşı en etkili yöntem olarak “dayanışmayı” buldu.

Salgın nedeniyle canı yanan milyonların sesini dinlemek yerine, hepimizin önüne birkaç tane IBAN numarası koydu ve “Gün dayanışma günü, haydi pamuk eller cebe” dedi.

Kampanyanın sloganı “Biz Bize Yeteriz”.

Dün de yazdığım gibi; “Madem biz bize yetiyoruz, o halde size ne ihtiyacımız var?” diyorum ama ne çare, dinleyen olur mu?

Olmaz tabii.

Yandaş tetikçi medya da yukarıdan aldığı talimat gereği koronayı bir kenara bırakıp “destansı dayanışma” manşetleri atıyor.

Koca gazeteler, televizyonlar işi gücü bıraktılar “Yağmur gibi yardım yağdığını” anlatıyorlar sözde haberlerinde.

Anlamadığım “yağmur gibi” diyorlar ama bakıyorsunuz, yardımları yapanlar zaten devlet kuruluşları.

Bu arada bana en garip gelen ise; başta Erdoğan olmak üzere iktidarın önde gelenlerinin “maaşlarını” bağışlamaları.

Erdoğan, “Ben 7 maaşımı veriyorum” dedi kampanyayı başlatırken.

Sonra bazı bakanlar “İki maaş da benden” dediler.

Bazıları hızını alamadı “Madem onların iki dedi, ben üç maaş bağışlıyorum” diyerek yarışa katıldı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise sanıyorum “Ağayı geçmek olmaz” diyerek kampanyaya 5 maaşını bağışlayarak kendini gösterdi.

AKP Genel Başkanı, ayrıca partisinin bütün milletvekillerine ve yöneticilerine de talimat vererek maaş bağışında bulunmalarını istedi.

Maaşlarını bağışlasınlar bana ne, ama ister istemez aklıma şu geliyor; “Peki bunlar maaşlarını kampanyaya bağışlıyorsa nasıl geçinecekler?”

Erdoğan’ı hariç tutuyorum, çünkü o cumhurbaşkanı.

Bizde cumhurbaşkanı, Amerika’daki gibi yediğinin içtiğinin parasını ödemez, zaten o makama ayrılmış bir fon vardır; günlük ihtiyaçlarını oradan karşılar, maaşa gerek bile kalmaz.

Oysa diğerlerinin durumu aynı değil.

Maaş nedir?

Bir iş karşılığı aylık olarak ödenen bedel.

İnsanlar çalışırlar, geçinmek için de maaş alırlar.

Şimdi ortaya şöyle bir gerçek çıkıyor; “Demek ki maaşlarını bağışlayanlar aslında zaten bu maaşlarıyla geçinmiyorlarmış.”

O halde millet olarak bu insanlara neden maaş ödüyoruz ki?

İşte tam fırsatı, bir kanun çıkmalı ve “Cumhurbaşkanları, yardımcıları, bakanlar, milletvekilleri, maaşlarını almazlar, kendileri için tahakkuk edecek maaşlar, yardım kuruluşlarına devredilir” denmeli.

Ayrıca bir merakım daha var.

İki maaş, üç maaş, beş maaş hatta yedi maaş olarak yapılan bağışlar, bir kerede mi ödenecek?

Yoksa her ay maaş alındıkça mı ödenecek?

Eğer bunu bir kerede ödeyeceklerse, maşallah maaş dışı gelirleri çok iyi demektir.

Neresinden bakarsanız bakın, maaş şovu bana hiç de sevimli gelmiyor.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Gıda fabrikasına “korona teftişi” yaptık




İstanbul Sanayi Odası’nın eski başkanlarından Tanıl Küçük’le ne zamandır buluşup bir yemek yiyecektik.

Yemek için Tanıl Küçük’ün, Sahilkent’te çok sevdiği balıkçıda buluşacak sonra da fabrikayı gezecektik.

Bir türlü beceremedim “ha bugün ha yarın” derken geldik mi korona günlerine?

Geçen hafta Küçük’ün çok yakın arkadaşı, ortak dostumuz doktor Metin Ağcaoğlu, “Tanıl’la konuştum, bu cuma bizi bekliyor” dedi.

Ben de “İyi de korona var, nereye gideceğiz ki? Hem sosyal olarak bu kadar yakınlaşma yanlış, üstelik sen doktorsun” dedim.

Ağcaoğlu, “Direkt fabrikaya gideceğiz, müthiş önlemler almışlar, hem orayı da bir görmen gerek, şimdi tam sırası” karşılığını verdi.

Bindik arabalara gittik.

Tanıl Küçük, 1923 yılında kurulan o zamanki Fransızca adı Elite’ olan ama sonra dilimize de kolaylık sağlasın diye Elit olarak değiştirilen çikolata fabrikasının sahibi.

İlk kez bir çikolata fabrikasına gittim.

Uzay üssü gibi.

550 kişi çalışıyor.

Temizlik her şeyin önünde geliyor.

“Koronaya karşı iyi önlem almışsınız” dedim Tanıl Küçük’e.

“Bu önlemlerin hepsi zaten vardı, sonradan eklenen tek şey, korona salgınından sonra her odanın girişine bir el dezenfektanı koymamız, gerisi aynen vardı” dedi.

Fabrikayı çalışanlara iki metreden fazla yaklaşmamak ve hiçbir şeye el sürmemek kaydıyla, üzerimize özel giysi giyip ayağımızda galoş, başımız kapalı, her bölüme girerken ellerimizi dezenfektandan geçirerek (zaten kapılar otomatik, elinizi dezenfekte etmeden açılmıyor) gezdik.

Meğer ne çok çeşit çikolata yapılıyormuş.

Korona günlerinde benim için de iyi bir deneyim oldu.

Çünkü gıda sektörü olduğu için fabrika çalışıyor, satış mağazasını kapatmışlar ama.

Şimdilik daha önce alınmış olan genel siparişleri yerine getiriyorlar.

Sanayide çalışmak zorunda olanlar nasıl çalışıyor, önlemler nasıl alınıyor yerinde görmek güzel oldu.

Ayrıca bu kadar titiz bir fabrika görmek de insanı sevindiriyor.

“Yemek ne oldu?” diye soruyorsanız, fabrikada çalışanların yediği sandviçlerden yedik. Şansımıza yarım ekmeğe tavuk döner vardı.

Tanıl Küçük, “Aslında her gün yemek çıkıyor ama korona nedeniyle yemekhaneyi kapattık. Herkes kumanyasını alıp sosyal mesafesini de koruyarak bahçeye çıkıp yiyor” dedi.

BUNU YAZMAK GEREK

Bugün Dünya Otizm Farkındalık Günü


Korona ile mücadele edeceğiz tabii ama hiç bitmeyen sorunlarımızı da unutmamalıyız.

Bunlardan biri de Otizm.

Kısaca “diğerleriyle iletişim kurmayı zorlaştıran ve engelleyen bir beyin bozukluğu” olarak tanımlanan otizmde, beynin farklı bölgeleri bir arada çalışamıyor.

Ancak uzmanlar, erken teşhis ve tedavi sonucu pek çok çocuğun bu hastalığın arazlarını atlatabildiğini, normal yaşama dönebildiğini anlatıyor.

Diğerleriyle iletişim kuramama, uyumsuzluk gösterme, toplum içinde yadırgandığı için birçok aile çocuklarının otizme yakalanmış olmasından rahatsızlık duyarak durumu saklama, kendine bile söylememe yolunu seçiyor.

Oysa tam tersi bu hastalığı saklamak, başkalarından çekinmek yerine, erken teşhis yöntemlerini uygulamak gerekiyor.

Bu konuda ciddi çalışmalar yapan Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı, 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü için herkesi bu soruna dikkat vermeye çağırıyor.

Hayli geniş bir alanı olan otizmle ilgili ben de bugün sizlere otizmin çok küçük yaşlardaki belirtilerini sıralamak istiyorum.

Anne babalar bu sayacaklarımdan bir ya da birkaçını çocuklarında görürlerse bir uzmana danışsınlar lütfen;

Göz teması kuramamak.

İsmi söylendiğinde dönüp bakmamak.

Parmağı ile istediği şeyi gösterememek.

Yaşıtlarının oyunlarına ilgi duymamak.

Sallanmak, parmak uçlarında yürüme gibi hareketlere sahip olmak.

Dönen nesnelere karşı aşırı ilgi duymak.

Takıntılı davranışlar göstermek.

Konuşmada gerilik.

Unutmayın; otizm bir hastalıktır, utanmayı değil, önlem almayı gerektirir.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Bağış toplamak değil, sanki haraç almak gibilerden


Korona ile baş etmenin yolunu “bağış toplamakla” buldular bulmasına ama gördüğüm kadarıyla söyledikleri gibi “destansı bir dayanışma” falan yok.

Yüksek miktarda bağış yaptıkları söylenenlerin tamamına yakını şu an için devlet kurumları.

Kamu bankaları ile devlete bağlı ya da birlikte çalışan kurumlardan bağış geldi.

Bunun dışında ilk etapta birkaç ünlü isimden bağış alındı.

Onların da hepsi canlı yayınlarda telefonla aranarak “Siz ne kadar veriyorsunuz?” diye sorulan isimler.

Sonra ne oldu?

Salma salar gibi talimatlar yağmaya başladı.

Yargıtay “Bütün üyeler ve çalışanlar gönüllü olarak bu kampanyaya katılsın” dedi örneğin. Sonra gönüllü olmanın üyelerde en az 1000, çalışanlarda ise 100 lira olması gerektiğini açıkladı.

BOTAŞ’ta yardım zorunlu. Milli Eğitim, öğretmenlerin kampanyaya katılmasını zorunlu tuttu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, azınlık vakıfları dahil tüm vakıfların yardım yapmasını istedi.

Sonra bunun adı “destansı dayanışma” öyle mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Zaten yardım alanlara yardım yapılıyor

Sokaktaki vatandaş, AKP’liler dahil şaşkın.

Çünkü bu işin yardım toplamakla çözülmesi mümkün değil.

Bu yöresel bir sorun değil. Şu an Türkiye’nin tamamı sıkıntıda ve herkes mağdur durumda.

Dün de sordum yine soracağım ama kimse cevaplamıyor; “Yardım kimlere yapılacak, buna kim, nasıl karar verecek?”

2 milyon aileye dün biner lira dağıtılmaya başlanmış.

Ancak onlar zaten yardım alanlar.

Şu anda milyonlarca kişi, bir kuruş para kazanamıyor.

Bu insanlar düne kadar yardım almıyordu, geçimlerini zor da olsa kendileri karşılıyordu.

Devlet ise zaten yardım ettiği insanlara biraz daha para vererek durumu kurtardığını düşünüyor.

Bağış kampanyasında toplanacak paranın “muhtaç durumda olanlara” dağıtılacağı söyleniyor.

Bunun da bir kriteri yok aslında.

Şu anda işinden olan, çalışamayan, günlük para kazanırken günlerdir eline bir kuruş geçmeyen milyonlarca insan var.

Bunlar hangi yöntemle saptanacak, yardımlar neye göre dağıtılacak?