Korkusuz
Can Ataklı

Kooooş vatandaş kooooş taze taze yalaka sorular bunlaaaar

ACAYİP SORULAR

Kooooş vatandaş kooooş taze taze yalaka sorular bunlaaaar


Zaman zaman hem bu köşede hem televizyon ekranında medya eleştirileri yapıyorum.

Özellikle yandaş, tetikçi, yalaka medyanın hal-i pürmelali üzerinde çok duruyorum.

Bu kesim sözde gazetecilerin soru sorma vasıflarını yitirdiklerini ancak ellerine verilen soruları okuyabildiklerini söylüyorum.

Bunu gördüğüm örneklere dayanarak inandığım için söylüyorum, laf olsun diye değil.

Çünkü dikkat ediyorum artık soru soran kalmadı.

Önceleri bu yandaş tetikçi tiplerin hepsi korkuyordu, riske girmemek için soru sormaktan kaçınıyor ve beladan uzak durmaya çalışıyorlardı.

Ancak sonradan görmeye başladım ki aslında giderek soru sormayı unutur hale gelmişler.

Sorunun nasıl sorulacağını, nelerin sorulması gerektiğini bilemedikleri gibi bir cevabı dinlerken buradan soru çıkarma özelliklerini de tamamen yitirmişler.

Zaten artık imdada saray danışmanları yetişiyor.

Gazeteci görünümlü yandaş tetikçilere soru sorma zahmetine bile sokmadan önceden hazırlanmış soruları veriyorlar.

Bunlar da ellerindeki soruları sorup dinliyor gibi yapıyorlar.

Bundan neden mi eminim, çünkü çoğu kez sorulan soruya aslında cevap verilmiyor veya cevap yarım kalıyor ya da cevap tam anlaşılmıyor ama gazetecimsi tipler cevap biter bitmez başka soruya geçiveriyor.

AKP Genel Başkanı hafta içinde İsviçre ve Malezya’ya gitti.

Bu gezilerine yine “seçmece” gazetecimsiler çağrıldı.

Onların bazıları gazetelerine AKP Genel Başkanı’nın açıklamalarını yazarken sorulan soruları da eklemişlerdi yazılarına.

O soruları yazmasalar sadece cevabı okuyacağımız için gazeteci rezaletini görmemiş olacağız ama artık o kadar kendilerinden geçtiler ki tetikçiliklerinin ulu orta görülmesinden endişe bile etmiyorlar.

Örneğin bir soru şöyleydi: “BM’de, mülteci meselesi hakkında konuşma yaptınız. Türkiye dört milyona yakın mülteciye ev sahipliği yapıyor. Köklü çözüm için de bir planı var. Küresel Mülteci Forumu’nda ‘Güvenli Bölge’ planına destek nasıldı?”

Soru zaten cevap gerek bırakmıyor. Sarayın köklü bir çözüm bulduğu dahil soruya konmuş. Gazeteci kılıklı kişi neyi merak ediyordu daha acaba?

Bir başka soru da şöyleydi; “Sevr’in ters köşe edilmesi” derken neyi kastediyorsunuz? Biraz daha açabilir misiniz?”

Gazeteci eline verilen soru ile sanki araştırmacı ve sorgulamacı gazeteci havasında görülüyor burada.

AKP Genel Başkanı’nın cevabı da hayli aydınlatıcı. Şöyle demiş; “Anlaşmayı şöyle bir gözden geçirirseniz, onu bir ters köşe yapınca, ne demek istediğimizi görürsünüz.”

Gazeteci kılıklı kişi cevabın fevkalade iyi olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki üstelememiş susup başka soruya geçmiş.

O da şu; “Kanal İstanbul, Türkiye’nin gündeminde fakat daha çok çevre noktasından eleştiriler geliyor. Denizin tuz dengesinin bozulacağı, deprem riskinin artacağı vb. söyleniyor. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Buradan “Gezi” gibi bir çevre istismarı çıkar mı?”

Soruya bakar mısınız, bilimsel olarak ileri sürülen savlar “vb” yani “ve benzerleri” sözüyle geçiştiriliyor, gazeteci kılıklının merak ettiği “Gezi gibi bir çevre istismarı” olup olmayacağı.

Bakın bu soru da çok önemli; “7-25 Aralık kumpasının üstünden 6 yıl geçti. 6 yıl önce Türkiye’nin devasa projeleri engellenmeye çalışıldı. Hâlâ engellemeler var mı?”

Gazeteci kılıklı 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının “kumpas” olduğu konusunda kesin bir kanaat belirttikten sonra büyük projeler için engelleme yapılıp yapılmadığını soruyor. Meraka gel.

Bu soru tam ibretlik. Propaganda yapması için tutulan reklam ajansı bile bu kadarını düşünemez herhalde.

Soru aynen şöyle; “AK Parti kuruluşundan bu yana pek çok sınamayla karşılaştı. Şimdi AK Partinin içinden neşet eden siyasi hareketlerle ilgili yeni bir sınama söz konusu. Bakıldığında AK Parti çınarından kopan bir yaprak söz konusu. Ömrü ne olur? Kurulmakta olan diğer siyasi parti bağlamında ise tabanı bölmek büyük bir vebal değil mi sizce?”

Böyle bir soruyu hazırlayan saray danışmanının aklına hayran olmamak mümkün mü?

Bu yandaş, tetikçi, yalaka medyanın halini her fırsatta gözler önüne sermekte haksız mıyım sizce?

ŞAŞIRDIM

İSKİ SUYU MU BİTİRMEK İSTİYOR?


Sadece kendi gözlemim olsa yazmayacağım.

Ama bir kaç kişinin benzer şikayetlerini duyunca şaşırdım ben de.

Konu şu: Son zamanlarda İstanbul’daki evlerin musluğundan akan suların tazyiki çok yüksek.

Öyle ki (Anadolu yakasında oturanlardan duydum özellikle) musluklarına tazyik azaltıcı filtreler taktıranlar bile olmuş.

Sakıncası ne diye soran olabilir.

İki sakınca var.

Birincisi; musluğu açıyorsunuz su fışkırıyor birden ve etraf ıslanabiliyor.

İkincisi; su çok tazyikli olunca ister istemez kullanılan miktar artıyor.

Haydi gelin pazar günü bir komplo teorisi üretelim.

AKP, 25 yıllık saltanatını elinden kaçırdığı için çok üzgün ve öfkeli.

Bu nedenle İmamoğlu ve ekibinin başarısızlığı için gece gündüz çabalıyorlar.

Örneğin İstanbul’un susuz kalmasından derin bir haz duyacak çok kişi var.

Hatta “yağmur yağmasın” duasına bile çıkanlar var.

Yağmur yağmasın, barajlarda su toplanmasın, İstanbul susuz kalsın ki İmamoğlu’na saldırma bahanesi bulunsun.

İşte bu aşırı tazyik yoksa bir sabotaj olmasın.

Suyun bitmeyeceğini anlayan, eskiden kalma İSKİ’ciler aşırı su kullanımı olmasını mı sağlıyorlar yoksa?

Sevgili okurlar, sadece pazar şakası gibi geçiştirin bu komplo teorisini lütfen.

Ama “Belediye yetkilileri ciddiye alsın” derim.

Çünkü İstanbul’da milyonlarca kişi belediyeyi sabotaja uğratmak için içerden çaba harcayanların olduğuna inanıyor.

Siz yine de bir bakın.

BUNU YAZMAK GEREK

ŞEKER İTHAL EDİLMESİNE KARŞI ÇIKMAYA HAKKINIZ YOK


Sözünü ettiklerim pancar ekicileri ve özelleştirilen ve bir kısmı sonradan yok edilen şeker fabrikalarında çalışanlar.

Zamanında en önemli gıda ürünü olan şekeri üreten fabrikalarımızın sağa sola peşkeş çekilmesine karşı çıkanlar sonunda Türkiye’nin şeker ithalatı yapmak zorunda kalmasına elbette tepki veriyorlar.

Ama görüyorum ki pancar üreticilerinden ve fabrika işçilerinden de benzer sesler yükseliyor.

Oysa onlar bu büyük hazinemizin yok edilmesine karşı çıkanları kentlerinden sopalarla taşlarla kovmuşlardı.

Bu konudaki görüşlerimi zaman zaman Tele1’deki programda dile getirdiğimde “Haksızlık yapma” diyenler oluyor.

Ama rakamlar öyle söylemiyor.

Şeker fabrikaları satılan kentlerimize bakalım.

Örneğin Konya referandumda yüzde 72 genel seçimde yüzde 75’le destek vermiş iktidara.

Afyon referandumda yüzde 64, genel seçimde yüzde 69’la desteklemiş iktidarı.

Tokat iktidara referandumda yüzde 63 genel seçimde yüzde 64 oranında oy vermiş.

Çorum’un referandumda iktidar desteği yüzde 64 genel seçimde ise yüzde 66.

Niğdeliler de iktidarın referandumda yüzde 59 genel seçimde yüzde 61’le arkasında durmuş.

Bu oylar iktidara verilirken şeker fabrikalarının durumu da biliniyordu.

O halde şimdi bu kesimlerden “Şeker ithal edecek duruma düştük” şikayetlerinin yükselmesi bana hem komik hem anlamsız geliyor.

ÇOK GÜLDÜM

Pazara üç fıkra birden


Bu hafta da üç fıkramız var. Tabii her zamanki gibi Yıldırım Tuna gönderdi;

Emekliye veda gecesi

Patron şirketin konferans salonunda, emekliliği gelen memurunun veda töreninde elinde ona vereceği hediyesi ile ayağa kalkmış, “Şirketimizde..” diye başlamış konuşmasına, “Uzun yıllar birlikte çalışmamızın anısına bire bir sizi ifade eden, tamamen çalışma stilinizi simgeleyen bu kol saatini size hediye ediyoruz.. Çalışması için sürekli ama sürekli dürtükleyip durmadan, usanmadan kurmanız gerekmektedir.. Her sabah mutlaka geç kalır ve her gün saat beşe çeyrek kala ‘şak ‘ diye çalışmayı keser..!”

Kaptanın yemek daveti…

Yeni zengin ve görgüsüz adam karısının ısrarıyla istemeye istemeye katıldığı 7 yıldızlı “Princess of The Oceans” gemisindeki kral dairesinde homurdana homurdana otururken oda kapıları çalmış, kapıyı açan karısı gelen ziyaretçiyle görüştükten sonra kapıyı kapatıp “Kaptandı..” demiş ve “Akşam yemeğini onun masasında yememizi teklif ettiler, ben de kabul ettim” diye gülümseyerek devam etmiş.

“Ooooff, Offf..!” demiş görgüsüz ve yeni zengin adam, “Ulan her şey bitti, bir de yemeği personelle yiyeceğiz..!”

Kocamı  n’olur bırakın

Kadın, Eyalet Valis’nin huzuruna çıkıp hapisteki eşinin affedilmesi için yalvarmış...

“Kocanız neden hapiste?” diye sormuş Vali.

“Bir ekmek kamyonunun önünü kesip içindeki ekmekleri çalmaktan efendim..!” diye başını öne eğerek cevap vermiş kadın,
“İyi bir eş miydi bari?” demiş vali vicdanlı bir ses tonuyla.

“Hayır efendim” demiş kadın, “Her akşam eve sarhoş gelip beni ve çocuklara eziyet ederdi… Kaç kere beni aldattığını size anlatamam.”

Hakim şaşırarak “O evde yokken sizlerin daha mutlu olması gerekmez mi? Onu neden hapisten kurtarmak istiyorsun?” diye sormuş.

“Efendim” demiş kadın, “Ekmeğimiz bitti de...”