Korkusuz
Can Ataklı

Kim kimden talimat alıyor?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Kim kimden talimat alıyor?


Üç milletvekilinin Meclis üyeliğinin düşürülmesi ile ilgili tartışmalar devam ediyor.

Öncelikle işin esasına bakılması gerek.

Evet, teamüller yıkılmıştır, Meclis’teki siyasi ahlak kavramları ayaklar altına alınmıştır.

İktidar partisinin artık tamamen yok saydığı tüm değerler de yitirilmiştir.

Buna karşı üç milletvekilinin üyeliklerinin düşürülmesi, mevcut yasalara ve en önemlisi hukuka uygundur.

Zaten iktidar partisi, kılıfını hazırlamadan bir şey yapmıyor.

Küçücük de olsa hukuka uygunluk bulunduğunda hemen harekete geçiriliyor.

CHP, öncelikle kendi milletvekilinin Meclis’ten atılmasına doğal olarak tepkili ama durup “Ben nerede hata yaptım?” diye de düşünmek zorundadır.

Eğer Kılıçdaroğlu, zamanında “Haydi dokunulmazlıkları kaldırıyoruz” efeliğine kalkışmasaydı, bugünlere gelinmeyecekti.

CHP o zaman nasıl da kanmıştı.

Dokunulmazlıkları kaldırarak kamuoyunda büyük takdir toplayacağını sanıyordu.

Kimsenin umurunda bile olmadı bu, tam tersine her şey CHP ve muhalefetin aleyhine gelişti.

Türkiye’de hukuk olmadığının farkına varamayan CHP, dokunulmazlıkları kalkan bir iki AKP’linin gerçekten yargılanacağına, bazı yolsuzluk ve hırsızlık olaylarının hesabının sorulacağına inandı saf biçimde ve sonunda okkanın altına kendileri girdiler.

Bu nedenle ağlaşmanın pek anlamı ve yararı yok, “kendin ettin kendin buldun” durumu yaşanıyor şu anda.

Bu furyadaki bir tartışma çok dikkatimi çekti.

Hürriyet’teki saray yazarı, Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan, Meclis Başkanı Şentop’la sarayda görüştü ve milletvekillerinin düşürülmesi talimatını verdi” sözlerini Meclis Başkanı’na sormuş.

O da cevaben, “Talimatla iş yapmaya alışkın olanlar, başkalarını da kendileri gibi sanır, başkalarını bu şekilde itham eder. Hangi gerekçeyle olursa olsun, ‘Anayasa ve içtüzük hükümleri uygulanmamalıdır’ diyenleri ciddiye almak mümkün değildir” demiş.

Anlaşıldığı kadarıyla; Kılıçdaroğlu, Şentop’un, O da Kılıçdaroğlu’nun talimatla iş yaptığına inanıyor.

Gerçekten bu iki kişi de talimat alarak mı iş yapıyor?

Kılıçdaroğlu, hedef göstererek konuşmuş. Şentop’un saraya gittiğini ve üç milletvekilinin üyeliğinin düşürülmesi için talimat aldığını söylemiş.

Şentop ise bir hedef belirtmeden bir anlamda, “Ben talimat almam ama Kılıçdaroğlu alır” diyor.

İyi de Şentop’a göre, Kılıçdaroğlu kimden talimat alıyor acaba?

Bu öznesi olmayan suçlamalar benim çok canımı sıkıyor.

Şentop, çok önemli bir makamda oturuyor. Böyle boş konuşması kendisi için bir sorun yaratmayabilir ama işgal ettiği makamın itibarını yerle bir eder, bunun farkında mı?

Ayrıca diyelim ki Erdoğan, Şentop’u saraya çağırdı ve bir konuda “talimat olarak nitelenebilecek” bir şey söyledi.

Şimdi Şentop’a sormak isterim: Herkesin gözünün içine bakarak, kılı bile kıpırdamadan Erdoğan’dan gelecek bir talebe karşı, “Kimse bana talimat veremez, ben talimat alarak iş yapmam” diyebilir mi diyemez mi?

Cevabını Mustafa Şentop’un kendi vicdanına bırakmak istiyorum.

BUNU YAZMAK GEREK

Ayasofya için yargıya ağır baskı


Dünyanın en önemli tarih ve kültür hazinelerinden biri olan Ayasofya, cami olarak ibadete açılabilir mi?

Sonuçta bu konuda irade elbette Türkiye’ye aittir ve Ayasofya tamamen camiye dönüştürülüp ibadete açılabilir.

Ancak bunun dünya genelinde olumsuz etkileri olur.

Bu etki; “dini” açıdan değil, tarih ve kültür mirasının korunmaması açısından olur, bunu bilelim.

Şimdi de muhtemelen zihninden bir baskın seçim geçen AKP Genel Başkanı Erdoğan, Ayasofya kartını öne sürdü.

Bundan bir yıl önce Ayasofya’nın açılmasını isteyenlere, “Hele Sultanahmet’i bir dolduralım sonra bakarız” cevabını veren Erdoğan, ne oldu da şimdi tekrar Ayasofya’yı gündeme getirdi acaba, öyle değil mi?

Erdoğan, bu adımı atarken hukuka ve yargıya ne kadar saygılı olduğunu söylemekten de geri kalmamış.

Hürriyet’in saray yazarı, Erdoğan’ın televizyonda söylediği, “Türkiye’nin kurumları var. Böyle bir adım atılacaksa bunun yetki sahipleri bellidir. Parlamentosu var, bunun Danıştay’ı var. Dolayısıyla buralar kararını verir. Bu karar verildikten sonra da icra makamı gerekli olan adımı atar. Bunun için de sizden izin almaya, müsaade almaya asla tevessül etmez” cümlelerini kaynak göstererek, Ayasofya’nın ibadete açılacağını düşündüğünü yazmış..

Yazıdan anladığımız kadarıyla Erdoğan’ın beklediği Danıştay kararı.

Danıştay, Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda yapılan başvuruyu 2 Temmuz günü karara bağlayacakmış.

Erdoğan, buradan çıkacak karara göre hareket edeceklerini söylüyor.

Saray yazarı durumu şöyle dile getirmiş; “Erdoğan’ın bu sözleri ile yol haritası belli oldu. Önce Danıştay kararını verecek, ardından Erdoğan, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması için gereken adımı atacak. “

Bu açıkça Danıştay’ın vereceği kararın zaten belli olduğunun da ilanı.

Hukuk devletiyiz ya.

Ama adamlar diyecek ki, “Sen sonuca bak, hukuka uyulmuş mu, uyulmamış mı? Uyulmamışsa konuş.”

Valla haklılar.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Eski bildik numaralar yine başladı


Eski numaraları kim yapıyordu?

Tabii ki cemaatçilerden söz ediyorum.

Yıllarca düzenledikleri kumpaslarla, bu ülkenin yüz akı yüzlerce insanını mahvettiler.

Hapislerde süründürdüler.

Pek çok aydın insan, bu zulme dayanamadı, aramızdan ayrılıp gitti.

Şimdi hesapta cemaat yok, tasfiye edildi, AKP Genel Başkanı’nın tanımıyla “akıllıları kaçtı, aptalları ise Türkiye’de hapiste.”

Buna karşı, cemaatin yöntemleri hâlâ kullanılıyor.

İşte son örnek İsmail Dükel ve Müyesser Yıldız’ın başına gelenler.

Cemaatin pis işler yaptığı dönemde de gazeteciler, akademisyenler, aydınlar karalanıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu.

Cemaat, yasaya göre suç olmasına rağmen, poliste alınan ifadeleri anında sızdırır ve bunları o kişilerin itibarlarını kirletmek için kullanırdı.

Yandaş tetikçi medya, avukatların bile bilmediği bilgileri anında yayardı ortalığa.

Son olayda aynısını yaşadık yine.

Gözaltına alındıklarında, avukatları bile iki gazeteci hakkındaki suçlamanın ne olduğunu bilmiyordu, işin aslına bakarsanız hâlâ da bilinmiyor.

Buna karşı yandaş tetikçi medya, gözaltından birkaç saat sonra iddiaları yayınlamaya başladı bile.

İki gazetecinin “askeri casusluk” yaptıkları ileri sürülüyor.

Doğru mu bunu bilmiyoruz ama yandaş tetikçi medyaya böyle durumlarda doğru bilgi verildiğini ve algı yaratılmak istendiğini biliyoruz.

Yine eski “organize işler” başladı.

FIKRA GİBİ

Casusluğu kendi telefonlarından yapmışlar


İki gazeteci dostumuz, yandaş tetikçi medyaya göre “askeri casusluk yaptıkları” iddiasıyla gözaltında tutuluyor.

Benim aklıma önce gelmemişti; Ergenekon’un ünlü avukatlarından Hüseyin Ersöz’ün yazısını okuyunca, ben de fark ettim akılsızlığı.

Ersöz bakın ne demiş; “Yandaş medyanın verdiği bilgilere göre telefon görüşmelerine vurgu yapılıyor. Düşünün askeri casusluk amacıyla telefonla görüşeceksiniz ve bunu adınıza kayıtlı telefonda yapacaksınız! Yani sözde casusluk amacıyla bilgileri, yıllardır kullandığınız telefon numarasından alacaksınız. Bunun ötesinde bu bilgileri aldınız diyelim, haberleştirmeyeceksiniz ve kimseyle paylaşmayacaksınız. Ne anladım ben böyle casusluktan? Şaka gibi ama gerçek!”

Şimdi geliyorum daha da komik olan bölüme.

Ersöz diyor ki, “Şimdi birileri, görüşmelerin WhatsApp üzerinden yapılmış olabileceğini söyleyebilir ama böyle bir ihtimal yok. Çünkü Müyesser Yıldız’ın akıllı telefonu yok.”

Ben de bilmiyordum, meğer Müyesser Yıldız hâlâ 2000’li yılların öncesinden kalan telefon kullanıyormuş. Yani Yıldız’ın, bu telefon üzerinden WhatsApp’a girmesi, internette gezinmesi, sosyal medyayı takip etmesi mümkün değil.

Yani casusluğu yaptıysa, herkes tarafından dinlenebilecek GSM hattı üzerinden yapmış.

Fıkra gibi değil de nedir bu?

ŞAŞIRDIM

Maskeyi artık kapalı alanda takarlar


TRT’nin bütün kanalları, AKP Genel Başkanı’nın kendisine sorulan sorulara cevap verdiği programı yayınladı önceki gece.

Tabii her zamanki gibi gazeteci görünümlüler soru sorar gibi yaptılar, Erdoğan da söylemek istediklerini söyledi.

Alıştık bu oyuna elbette ama programın bir bölümünde söylenen sözler beni çok şaşırttı.

Yine “maske, mesafe, temizlik” diyen Erdoğan, aynen şunu söyledi; “Bu üç kavrama çok dikkat edin. Maskeyi ihmal etmeyin. Kapalı mekanda kesinlikle maskenizi takın. 1.5 metre mesafeyi koruyalım. Elimizi bir yere sürdük, hemen yıkayalım veya dezenfekte edelim. Bunu yapalım ki başımıza iş almayalım. Buradaki tedbirlerimiz ele alınırsa kısa zamanda 65 yaşındaki abilerim bu işlerden zarar görmeyecektir.”

Erdoğan, bugüne kadar ne kendisinin ne de tıp uzmanlarının hiç kullanmadığı bir tanımı kullandı.

“kapalı alanda maske takılması gerektiğini” söyledi.

Bu sözler, açık alanda maske takılmasına gerek olmadığı gibi bir anlam da kazanıyor aslında.

Bu arada Erdoğan’ın, 65 yaşındakiler için “abilerim” demesine de çok güldüm.

Kendisi 66 yaşında olan Erdoğan’ın, akranlarına abi demesi komik değil mi?

Tabii sadece “abiler” demesi de tuhaf, ablaları ne yapacağız?

Bİ SORALIM BAKALIM

Şu 1000 hasta, hangi hastanelerde?


Hani hesapta korona ile mücadelede dünyanın en kıskandığı, parmak ısırdığı ülkeyiz ya, işte Sağlık Bakanı da bunu kanıtlamak için 4 gün önce bir açıklama yapmıştı.

Demişti ki, “Türkiye’deki rakamların seyri, oldukça başarılı bir süreç yönettiğimizi açıkça ortaya koymuştur.” Sonra da eklemişti; “Kısıtlamaların kalkmasıyla, Türkiye’ye 10 gün içinde binden fazla uluslararası hasta geldi, bu büyük başarımızın sonucudur.”

Bizlerin tabii soru sorma olanağı yok. Ama Sağlık Bakanı’nın açıklamasını o anda izleyen gazetecilerin hiçbirinin aklına nedense, “Hangi ülkelerde kısıtlamalar kalktı, bu 1000 kişi hangi hastalıklarının tedavisi için geldi, bunlar hangi hastanelerde?” diye sormak gelmedi.

Elbette sağlık turizmi çok önemli ve ben Türkiye’nin bu alanda cazibe alanı olacağına inanıyorum. Buna karşı, şu sıralar azımsanmayacak sayıda hasta gelmiş olması da bana tuhaf geliyor.

Acaba Sağlık Bakanı, bu hastaların hangi hastanelerde olduğunu ve ne tedavisi gördüklerini de açıklar mı?