Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

İki Ayşe'den biri endişeli olmakta haklı diğeri ise adaşının endişelerini gidermek için kurduğu cümlede samimi...

İyi bir Ertuğrul Özkök okuruyum...

Dünyadaki pek çok gelişmeyi (Siyaset dışı) onun köşesinden öğreniyorum...

Dün Ayşe Kulin ile Ayşe Böhürler arasındaki mektuplaşmayı...

Mektuplaşmadaki saygılı tavrı anlatıyordu...





Ayşe Kulin; demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerinden asla vazgeçmeyen bir Türk roman yazarı, bir aydın, bir entelektüel...

Ayşe Böhürler ise ülkemizin az sayıdaki gerçek Müslüman demokrat aydınlarından, entelektüellerinden...



Ayşe Böhürler’i daha iyi anlatabilmek için Ertuğrul’un dikkat çektiği (AKP Kurucusu) farklı bir özelliğini hatırlatacağım...

Doğru...

Böhürler, AKP kurucularından...

Ama...

Asla bir Özlem Zengin değil...



Böhürler...

AKP kurucularından ve hatta AKP Milletvekili adaylarından da olduğu halde...

Bir kere bile milletvekili seçilemedi...

Çünkü...



Erdoğan onu, “seçilebilir” bir sıraya koymadı?..

Neden?..

Özlem Zengin gibi olmadığını bildiği...

Yani...

“Yönetilemez” bir “kadın” olduğu için...

KULİN’İN KUŞKU VE KAYGILARI GİDERİLMİŞ MİDİR?..


Ayşe Kulin geçtiğimiz günlerde Armağan Çağlayan’ın YouTube kanalına bir mülakat vermiş...

İzlemedim...

Özkök’ün köşesinden aktarıyorum....

Orada...

Bu ülkede, “Her gün kendi değerlerine hakaret edildiğini...”.

Artık...

“Kendini öteki hissettiğini” söylemiş ve eklemiş:

“Ama beni zorla çarşafa soksalar bile bu ülkede kalacağım...”



Ayşe Böhürler, adaşının bu endişesini Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan yazısı ile gidermeye çalışmış...

Yazısına “Sevgili Ayşe Kulin” diye başlamış Böhürler...

“Sizi zorla çarşafa sokacak olan olursa lütfen haber verin birlikte mücadele edelim” taahhüdünde bulunduktan sonra...

“Saygılarımla” diye bitirmiş...

Ne güzel...



Ancak...

Bu güzel...

Bu “endişe giderme amacıyla” yazılmış cümleye rağmen Kulin’in kuşkuları ve kaygıları giderilmemiştir...

Nereden mi biliyorum?..

Anlatayım...

KULİN İLE BÖHÜRLER’İN ORTAK NOKTALARI


İki Ayşe’nin ikisi de kadın elbette...

İkisi de “kadın – erkek eşitliği” konusunda İslamcı çevrelerden çok daha farklı, çok daha ileri görüşlü...

İkisi de kadının sadece giyim, kuşam özgürlüğünü değil...

Yaşam tarzı özgürlüğünü de destekliyor...



Ayşe Kulin ile aynı sosyal görüşleri paylaştığım halde...

28 Şubat sürecinde...

Yine onun gibi...

İslamî inanca göre giyinip üniversiteye gitmek taraftarı olan kız öğrencilerimizin safında yer alıyordum...



İki Ayşe de demokratik hukuk devletinden yana...

Böhürler Ayşe’nin “laik ve sosyal” devlet konusunda da Kulin Ayşe’den farklı düşünmediği kanaatindeyim...

Belki aralarında nüans olabilir...



O halde...

İki hanımefendinin birbirlerine yazdıkları mektuplarda neler söylediklerine gelebilirim...

SON 24 YILIM ÖYLE OLMADIKLARINI ANLAYARAK GEÇTİ...


“28 Şubat Süreci” denilen o süreçte...

Siyasal İslam’ın gerçekten de demokrat olduğunu...

Başta Atatürk ilkeleri olmak üzere...

Tüm Kurtuluş Savaşı ve...

Cumhuriyet değerlerine sahip çıkacaklarını zannetmiştim...

Ama yanıldım...



Erdoğan’ın İBB Başkanlığı’ndan alındığı...

Ve...

Şiir okuduğu için yargılandığı süreçte...

T.C. Yargısı’nın Erdoğan’a haksızlık ettiğini...

Hukukun temel ilkelerini yıktığını yazdım, söyledim...



Bir gün...

Yeşilköy Atatürk Hava Alanı VIP minibüsünde karşılaştık Erdoğan’la...

Yanına Melih Gökçek ve Binali Yıldırım vardı...

Erdoğan, boynuma sarılıp kendisini savunduğum için teşekkür etti...

“Sizi savunmuyorum, size yapılan haksızlığa karşı sizi koruyorum” dedim...

Gülüştük...

Yıl 1998 olmalıydı...



Zira...

RefahYol Hükümeti’nin asker, büyük sermaye ve medya gücüyle zorla istifa ettirilmesine de...

İBB Başkanı Erdoğan’ın çalışmalarının yine aynı çevreler tarafından engellenmesine de itirazım vardı...

Dönemin tüm İslamcıları beni bir ağabey, bir dost gibi seviyormuş görünüyorlardı...

Evet görünüyorlardı...



Son 24 yılım...

Öyle olmadıklarını anlayarak geçti...

ZİRA O GÜN VAKİT ÇOK GEÇMİŞ OLACAKTIR...


Sevgili Ayşe Kulin...

Adaşınıza güvenebilirsiniz...

Onun muhafazakar yeni demokratlardan biri olduğuna yönelik çok sayıda takdir yazım yayımlandı medyada...

Ama...

Her seferinde de “ama” deyip “diğerleri” konusundaki endişelerimi belirttim...

Çünkü...

Özgürlüklerini savunmak için işimden olmayı göze aldığım İslamcı kesimden gördüğüm kötülüğü...

28 Şubat sürecinin egemenlerinden bile görmedim...



Sözün özü Sayın Kulin...

Çarşaf giymek için zorlandığınızda Böhürler, büyük ihtimalle yanınızda olmak isteyecektir...

Ama...

Asla yanınızda olamayacaktır...

Zira o gün...

Vakit çok geçmiş olacağı gibi...

Böhürler için de...

Diğer bütün İslamcı kesim yazar, çizer ve siyasetçilerde olduğu gibi:

“Önce can sonra canan” atasözü gerçekliği gösterilecektir...

SAĞLIĞIMI BAHANE EDEN BİR MEKTUP YAZDIM...


Erdoğan 2003’te başbakan oldu...

2003 Ekim’inde İstanbul’da pek çok yer gibi Galata’daki Sinagog da bombalandı...

2004 Ekim ayında (Sanırım 15 Ekim’di) Sinagog’un yeniden açılış törenine davetliydim, gittim...



Musevi Cemaati Önderi İzak Haleva, tören münasebetiyle yaptığı konuşmanın bir yerinde:

“Biz Türk Yahudileri” dedi...

O günlerde Erdoğan ısrarla “Türk” sıfatını kullanmaktan kaçınıyor...

Konuşmalarının tamamında “Türkiyeli” kavramını halkın kafasına yerleştirmeye çalışıyordu...



Bunun birinci nedeni:

“Millet” kavramı yerine “ümmet” kavramını yerleştirmek...

Diğeri ise...

Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” ilkesini unutturmaktı...



Ertesi gün yayımlanan yazılarımdan birinde Haleva’nın kendileri için “Biz Türk Yahudileri” terimini kullanmasını takdir ettim...

Ve mealen şöyle dedim:

“Başbakan Erdoğan kendisi için ‘Türk’ diyemeyip ‘Türkiyeli’ diyor. Musevi Cemaati önderi İzak Haleva ise ‘Biz Türk Yahudileri’ diyerek Büyük Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ felsefesine uyduklarını haykırıyor...”.



Bu satırlarımın yer aldığı yazım (Hatırladığım kadarıyla) 16 Ekim 2004 tarihli Ilıcakların Tercüman Gazetesi’nde yayımlandı...

Aynı gün Nazlı Ilıcak telefon etti...

Tayyip Bey’i çok öfkelendirdiğimi söyledi...

Benimle aynı gazetede yazı yazmak istemediğini...

İkimizden birinin ayrılması gerektiğini hatırlattı...



Ertesi günkü köşemde...

Sağlığımı bahane eden bir mektup yazdım...

Ayrıldım...



Şimdi geleyim samimiyet konusuna...