Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Herkes bir gün Türkiye Cumhurbaşkanı olabilir ama

Mustafa Kemal Atatürk:

Birinci Meclis Başkanı’mız...

Birinci Baş Komutanımız...

Birinci Başbakanımız...

Birinci Cumhurbaşkanımız...

 



R.T. Erdoğan’ın kaçıncı başbakanımız olduğuna bakmadım...

Kişi olarak ise 12. Cumhurbaşkanı...



Aslına bakarsanız...

Atatürk’ün adının geçtiği bir yazımda...

Erdoğan’dan söz etmek istemezdim...

Neden mi?..

İkisini “kıyaslıyor” durumuna düşmemek için...

 



Ancak...

Erdoğan da...

Arkasında milyonlarca seçmen oyu bulunan yasal bir cumhurbaşkanı...

Haliyle...

İtirazım cumhurbaşkanlığının meşruiyetine değil...



Bu yazıyı da...

Erdoğan’ı, Atatürk’le kıyaslamak amacıyla yazmadım...

İki cumhurbaşkanının...

Farklı iki ülkenin kralı karşısında verdikleri görüntüyü sizlerle paylaşmak istedim...





Erdoğan’ın, Suudi Arabistan veliaht prensiyle olan görüntüsüyle ilgili düşüncelerimi...

İki gün önce bu köşede...

Mizahi bir dille anlattım...





Bu yazıda ise...

Atatürk’ün:

Elini öpmek isteyen kişinin (İngiltere Kralı VIII. Edward olduğu iddia ediliyor...) karşısındaki vakur tavrını...

Sizlerle:

Paylaşmak istedim...



Ancak...

Bu yazının ana fikri şu:

Demokratik cumhuriyet devam ettiği sürece...

Herkes bir gün:

Türkiye Cumhurbaşkanı olabilir...

Ama...

Hiç kimse: Gazi Mustafa Kemal Atatürk olamaz...

Siyasetçi-iş adamı-bürokrat kapitalizmi


Refah ekonomisinin mimarı ahlâk profesörü Adam Smith:

İnsanlara refah vaat eden ekonominin:

Sosyal devlet kapitalizmi değil...

Özel sektöre dayalı:

Liberal demokrat ekonomi olduğuna inanıyordu...



Bu ise...

Görünmez elin sahibi ile başarılabilirdi:

Kimdi o görünmez elin sahibi?..

Tabii ki...

Haklı rekabetti...



Smith’e göre:

İnsanlar refaha toplumcu anlayışla değil...

Kişisel çıkarlarına öncelik vererek ulaşabilirlerdi...

Zira...

Ortak çıkarların gerçekleştirilebilmesi için öncelikle...

Bireysel çıkarların hedeflenmesi:

Şarttı...

[caption id="attachment_362955" align="alignnone" width="600"] Goethe[/caption]



Yani...

Büyük düşünür ve yazar Goethe’nin söylediği sanılan:

“Herkes evinin önünü süpürürse, bütün sokaklar tertemiz olur” söylemine inanmak gibiydi...

Ama...

Unutulmasın ki...

Ahlâk profesörü Adam Smith’in sözünü ettiği “kişisel çıkar” asla:

“Egoizm/bencillik” değildi...

[caption id="attachment_362956" align="alignnone" width="600"] Adam Smith[/caption]



Ancak...

İlerleyen yıllarda “vahşi kapitalist kafa...”.

Kendi evinin önündeki pisliği...

Bitişik komşunun evinin önüne süpürme...

Ya da:

Halının altına gizleme:

Kolaycılığını buldu...



Ve canlarım...

Vahşi devlet kapitalisti kafa...

Bireysel çıkarın ortak çıkarları büyüteceği inancını...

Aynen...

Dinleri ve kutsal kitaplarda yazılanları...

Kendi çıkarları için istismar eden egemenler gibi:

İstismar etti...



Acımasız...

Ve...

Başıboş bir:

“Neo liberalizm” üretti...

Ya da:

“Siyasetçi-iş adamı-bürokrat kapitalizmi” doğurdu...



Doğan bu vahşi çocuk ise daha ağzında dişleri bile çıkmadan...

Vampir gibi...

Siyasetçi, iş insanı ve bürokrat olmayan milyonların:

Kanlarını emmeye başladı...

Yok öyle şey...


1929 ABD büyük ekonomik buhranını yok ederek...

Yeniden ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayan John Maynard Keynes “The End of Laissez-Faire” isimli eserinin bir yerinde (Mealen) şöyle diyordu:

“Devletin aslî görevi zaten özel sektörün yaptığı işleri yapmak değil, henüz hiç yapılmamış ve kâr getirmeyen diğer temel işleri yapmaktır...”.

[caption id="attachment_362953" align="alignnone" width="600"] John Maynard Keynes[/caption]



Demek istemem o ki...

Son 30 yılımı verdiğim liberal demokrat sosyalist felsefede:

Yolların...

Köprülerin...

Hastanelerin...

Okulların inşa işini yandaş müteahhitlere verip...

Halkın ödediği vergi gelirleriyle de...

Partililerini mis gibi yaşatmak...

Ve...

Çığ gibi büyüyen kişisel ve partisel servetlerle:

Her seçimi kazanmak yok...

Keynes yaşıyor olsaydı...


O gün okulda din dersine giren çocuk okul dönüşü annesine sordu:

“Anne ekmeğimizi Allah baba mı verir?..”.

“Tabii ki çocuğum...”.

“Suyumuzu Allah baba mı verir?..”.

“Elbette evlâdım...”.

“Giysilerimiz, defterlerimizi, kitaplarımızı da mı Allah baba verir?..”.

“Ona ne şüphe yavrum...”.

“Peki, benim ‘baba’ dediğim o şişman, kel kafalı adan ne işe yarar?..”.



Canlarım...

“Siyasetçi-iş adamı-bürokrat kapitalizmi” bu fıkradaki baba gibidir...

Ya da:

O ünlü müteahhit var ya hani...

Devletten aldığı ihaleden duyduğu mutluluğu anlatabilmek için:

“Milletin anasının a..na koydum” diyordu...

Onun gibidir...



Aile için hiçbir şey yapmaz...

Yapılması gerekenleri...

Halkın parasıyla:

Yandaşlarına yaptırır...

Kendisi ise sadece:

Milletin anasıyla oyalanır...



Keynes yaşıyor olsaydı...

Bu:

Siyasetçi-iş adamı-bürokrat kapitalizminin kirli unsurları:

Sopayla kovalardı...

İğrenç bir meslek


Rüyamda...

Yandaş gazetelerden birinde:

Yazdığımı görseydim...

Aynı kâbusu bir daha yaşamamak için:

Hiç uyumamayı bile:

Göze alabilirdim...



Niçin mi?..

Örnekle anlatayım...



Erdoğan kısa bir süre önce:

“Suudiler 15 Temmuz’u finanse etti, gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı vahşi bir şekilde katletti” dedi mi?..

Dedi...



Yandaş gazeteciler...

Erdoğan’ın bu “vakur” duruşuna acayip destek verdi mi?..

Verdi...



Erdoğan geçtiğimiz hafta...

Kral bile olmayan bir Suudi Prens’i...

Devlet töreniyle...

Ve...

Sarılarak karşıladı mı?..

Karşıladı...



Daha önce bir kere...

Kendisine karşı yapıldığını iddia ettiği bir askerî darbeye parasal destek veren bir ülkenin Prens’i...

Yarın kral olduğunda...

Benzer yardımı yine yapmaz mı?..

Tabii ki yapabilir...



Peki...

Erdoğan...

Böyle bir kişiye...

Kişisel çıkarları varsa:

Güvenebilir...

Ama...

Ülkemiz adına o güveni duymaya hakkı yok..



Yani canlarım...

Yandaş gazeteci olunabilir tabii...

Ama...

Omurgasız olunmaz...

Olunmamalı...

Yandaş gazeteci işte bu nedenle...

“İğrenç” bir meslek:

Haline geldi...

Alkışlıyorum...


Bu yazımda...

Bir meslektaşımızdan kısaca söz etmek istiyorum:

Sedat Ergin...





Her gazeteye gerekli olan ve fakat...

Nesli giderek tükenen gerçek gazeteci yazarlardan biri...

Bir “meslek değeri...”.



Kimseyle kavgası yok...

Hiçbir siyasetçiyi eleştiri sınırlarını aşarak hedef almıyor...

Türkiye’de gazete okuru pek çok:

“Sır...”.

Ve...

Bilinmesi gerekli bilgiyi:

Onun köşesinde öğreniyor...



Bir dava dosyasının yargıçları bile iddianameleri...

Onun kadar dikkatli...

Ve...

Onun kadar temiz bir vicdanla okumuyor...



Dünyada...

Siyasî...

İktisadî...

Ve...

Askerî konularda oyun kurucu olan ülkelerin:

Birbirleriyle...

Ve...

Türkiye ile olan ilişkilerini: Sedat Ergin’in köşesini okuyarak öğreniyorum...



Ve fakat canlarım...

Medyamızda...

Sedat Ergin gibi gazetecilerin sayısı o kadar azaldı ki...

Bu azalma haliyle sadece medyaya değil...

Siyaset ve siyasetçinin kalitesine de olumsuz yansıyor...



Hâsılı canlarım...

Bugün içimden:

Sedat Ergin’i alkışlamak geldi...