Korkusuz
Ümit Zileli

Her şey gözümüzün önünde oynandı biz yalnızca seyrettik!

İşte budur!..

Neymiş, demokrasinin olmazsa olmaz temel koşulu “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesiymiş, bu ilkenin en ufak şekilde bile zarar görmesi demek “totaliterlik”, “tiranlık”, “diktatörlük” yolunu açarmış... O pek öykündüğümüz Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de, adam gibi her ülkede kuvvetler ayrılığı ilkesi en güçlü şekilde tesis edilmemiş miymiş?..

- Laf ola, beri gele!..

Biraz dürüst, biraz mert olalım; zaten yıllardır bu ülke, tüm kuvvetlerin tek elde toplandığı bir “ileri demokrasi!” düzeni yaşamıyor mu?.. Hakkını aramaya çalışan her canlı eninde sonunda polis copu, gaz bombası, biber gazı tatmıyor mu?.. Medyanın neredeyse tamamına yakını her Allah’ın günü bir yeni “pembe Rockefeller gazetesi” çıkarmıyor mu?.. Bu ülkenin “banisi” efendimiz, Ergenekon savcılığından “Muhteşem Yüzyıl” dizisine dek ülkede kıpırdayan her “yaprağa” çekidüzen vermek için gece gündüz kendini paralamıyor mu?..

Tayyip Bey yalnızca “yeni düzenin” adını koydu, olması gerekeni tüm “aççık seççikliği” ile ortaya koydu, gayet dürüstçe ne istediğini söyledi...

- Vallahi helal olsun!..

Ne dedi Tayyip Bey?..“Yapmak istediğimiz her işte bürokratik oligarşi, yargı bize engel oluyor” dedi... “Dışardan bakanlar yav işte 326 milletvekiliniz var, hâlâ mı bahane diyorlar” dedi. “Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen olay var ya, o önünüze gelip engel olarak dikiliyor” bile dedi!.. Yetinmedi, ana muhalefet partisinin yasama noktasında çıkardıkları yasaları geciktirdiklerini, vakit kaybettirdiklerini dahi söyledi...

-Daha ne desin!..

Bir Tanrı’nın kulu ses çıkarmadı!


Gerçekten daha nasıl açık anlatsın meramını?..

Verin artık şu sultanlığı resmen de işimize bakalım” mı desin, insaf yani!.. Aslında adamcağız onu bile dedi de biz kavrayamadık kanımca!.. Bakın AKP’nin Anayasa Hazırlık Komisyonu’na getirdiği “başkanlık sistemi” önerisine, orada ne istediği, bir eşeğin bile kolaylıkla anlayacağı şekilde yazılı:

- Dilediğinde Meclis’i feshetme yetkisi istiyor...

- Kararname çıkarma yetkisi istiyor. Üstelik Meclis’in çıkardığı kararname üzerinde denetimi olmayacak, iyi mi?.. O zaman ne olacak? Her kararname “ferman” olacak!..

- Ama Meclis’in çıkardığı kanunları veto yetkisi de istiyor. Hem de veto edilen yasanın yeniden kabulünü beşte üç çoğunluk şartına bağlayarak... Ehh bu da zaten geçirilemezle eş anlama geliyor!..

- Sekreterlerini, pardon bakanlarını Meclis dışından seçmek istiyor, bu seçimde Meclis denetimi de istemiyor...

Sultanlık, ay dilim dolaştı, Başkanlık sistemi önerisi böyle. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun; saklamış mı, gizlemiş mi, ne istiyorsa açıkça dikte etmemiş mi?.. Gayet mertçe, “tüm davullar ve dahi tokmaklar benim elimde olacak” buyurmamış mı?..

- Bravo vallahi!..

Gelelim bizlere... Günlerdir bekliyorum; hadi bürokrasi “oligarşisinden” vazgeçtim, şu kadar yılda taraf olmayan üst ya da orta düzey bir Allah’ın kulu bıraktılar mı onu da bilemiyorum,

-Peki ya yargı?..

Kuvvetler ayrılığının üç tarafından biri olan yargıdan bir tanecik olsun ses çıkmaz mı, Yargıtay’dan, Sayıştay’dan, Danıştay’dan biri olsun çıkıp “bu söylem demokrasiye aykırıdır, yargının bağımsızlığına vurulan ağır bir darbedir” demez mi?.. Bu soruyu çok sevdiğim bir hukukçu arkadaşıma sordum, acı acı güldü ve referandumu hatırlattıktan sonra şöyle dedi:

- Sen ileri demokrasiyi hâlâ çözememişsin!..

Medya ise bildiğiniz gibi; yurtsever gazeteler, televizyonlar ve kalemlerle hayal kırıklığına uğramış bir, iki “yetmez ama evet”çi dışında bırakın tartışmayı, sözünü bile edemediler. Ama hiç kuşkunuz olmasın, direktifi alınca övgüler düzmeye başlarlar... Bana gelince; dönüp dolaşıp aynı şeyi düşünüyorum:

- Bu ülke bu kadar ucuza gitmez, bu ülkenin yurtseverleri var, aydınlık milyonları var, ‘kocca’ bir direniş tarihi var...

Yanılıyor muyum?..

Müstahak mıyız peki?


Yaşadığımız süreç ne yazık ki “yanıldığımı” gösterdi!

Bir avuç yurtsever, Cumhuriyet sevdalısı aydın, korkusuzca öne atılan gençlik dışında toplumun büyük bölümü suskunluğu, “aydın” geçinenlerin ezici çoğunluğu “paydaşlığı”, işbirlikçiliği tercih etti!..

Anayasa Mahkemesi’nin HDP kapatma davasını kabulü ve resmi sürecin dün itibarıyla başladığını duyunca “buralara nasıl geldik?”, “yahu bunlar değil miydi parti kapatmak demokrasiye yakışmaz diye bas bas bağıran?” diye düşündüm ve aklıma uzun yıllar önce, taa 2012’de yazdığım bir yazım geldi...

-Bir kez daha acı duyarak gördüm ki, hiç de gizli kapaklı değil, göstere göstere getirmişler koca ülkeyi günümüze!

Gözlerimizin önünde koca bir oyunu perde perde oynatmışlar; provokasyonlar, yıllarca AKP’nin ön saflarında görev yapmış Ali Babacan’ın geçenlerde söylediği üzere seçim manipülasyonları, daha neler neler! O halde şu soruyu sormam gerek:

-Biz bu zavallılığa, bu yoksulluğa, bu kepazeliğe müstahak mıyız?

Hâlâ “hayır değiliz” diye düşünüyorum... Ancak tüm detayları bir yana bırakıp el birliği ile geleceğimizi söküp almak, karanlığı sandığa gömmek şartıyla!

-Bu asil millete de bu yakışır!