Korkusuz
Can Ataklı

“Help Turkey” onurlarına dokunmuşmuş

ACAİP YAZILAR

“Help Turkey” onurlarına dokunmuşmuş


Yangınlar iktidarın bütün kimyasını bozdu.

Ne yapacaklarını bilemez halde sürekli, “Şu kadar uçak, şu kadar helikopter, şu kadar itfaiye aracı sahada” diyerek ne kadar büyük bir özveri ile çalıştıklarını anlatma yarışındalar.

Oysa şikâyet konusu şu an uçak, helikopter olmaması değil ki.

Yangın başladığında sadece seyrettiler.

Daha önce hiçbir önlem almadıkları için müdahale edemediler.

Müdahale edemeyince yangınlar çok büyüdü.

Öyle bir hale geldi ki, beş değil, 500 uçak olsa bile bu yangın söndürülemezdi artık.

Sonra yangınlar doğal olarak sönmeye başlardı çünkü yanacak bir şey kalmadı.

Her yer yanıp bittikten sonra getirilen uçakların sayısını vermenin hiçbir anlamı yok ama halkı aptal yerine koymaktan hiç sakınmayan iktidarımız, acizliğini böyle örteceğini sanıyor ve yine bildik numara olan mağduriyet edebiyatına sarılıyor.

Örneğin şu “Help Turkey” olayına gösterdikleri tepkiye bakın.

Basit bir yardım çağrısının altından neredeyse darbe bile çıkaracaklardı.

Gerçi akıllarından hiç çıkmıyor orası da ayrı.

Neymiş dünyaya “Bize yardım edin” diye çağrıda bulunmak Türkiye’yi küçük gösterme çabasıymış.

Onurlarına çok dokunmuş.

Saray medyası bunu vatandaşın ağzından söyletmeye çalıştı.

Türkiye’nin dört bir yanından tepki yağmış “Help Turkey” çağrısına.

Tamam da “T.C. kaldırılırken” onur yok muydu?

“Andımız yok edilirken” neden bunların aklına onur gelmedi hiç?

Atatürk’e “ayyaş” dendiğinde de onur umurlarında olmadı.

Cumhuriyet’in bütün değerleri yok edilirken onur düşündüler mi hiç?

Bu milletin alın teri, göz nuru ile yapılmış bütün eserler tek ve hurda fiyatına peşkeş çekilirken onurdan söz ettiklerini duydunuz mu?

“Milliyetçiliği ayaklar altına alırken” yine hiç onurdan konuşmadılar.

Habur’dan içeri sokulan teröristlerin ayağına hakimler gönderilirken de onur yoktu.

Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde onur unutulmuştu, üstüne bir de “Ne notası bu müzik notası mı?” diye sorulduğunda ise onur yine bir yerlere kaçmamış mıydı?

Genelkurmay Başkanı’nın önderliğinde Türk askeri ve bayrağı, Suudi bayrağının önünde baş eğerken neden onur hiç akıllarına gelmemişti?

“Ananı da al git” fırçası atıldığında da onurun adı yoktu.

“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” hakareti de bunların onuruna hiç dokunmamıştı.

“Bu can bu bedende oldukça o gazeteci hapisten çıkamaz” dedikten bir ay sonra, o gazeteci apar topar serbest bırakıldığında onurunuz yok muydu?

Ya papaz, Amerikan Bakanı, “Başlarım ama” der demez “Tamam abi” diyerek gönderildiğinde onurunuz hiç mi zedelenmedi?

Bir başka Amerika Başkanı, beyzbol sopası gösterip “Kırarım kafanı” mesajı gönderdiğinde de onur monur hak getire değil miydi?

Şimdi kalkmışlar canı yanmış insanların isyanına, “Bunlar dış güçlerin oyuncağı, onurumuzu zedeliyorlar, bütün amaçları Türkiye’yi batırmak” edebiyatı ile saldırıyorlar.

Hadi be, yürüyün gidin.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bir plaja “tesettürlü alınmaması” ayırımcılık mıdır?


Saray medyasında iki gündür sürdürülen bir kampanya var.

İstanbul Kilyos’da bir plaja (Bunlara beach deniyor biliyorsunuz) giden aile kapıdan çevrilmiş.

“Tesettürlü almıyoruz” demişler.

Saray medyası da kıyameti koparıyor.

Vay efendim nasıl olurmuş, bu bir ayırımcılıkmış, rezaletmiş.

Plaja tesettürlü girer girmez, bunu bilemem ama bu konuda merak ettiğim birkaç nokta var.

En birincisi; tesettürlü biri neden herkesin mayo, bikini ve şortlarla olduğu yere gitmek ister?

Üstelik buralarda genellikle içki de içiliyor.

İkincisi; tesettürlü bir kadın her tarafta çıplakların dolaştığı bir yere kocalarının girmesinden rahatsız olmazlar mı?

Şimdi gelin olaya başka açıdan da bakalım.

Son yıllarda pıtrak gibi tesettür otelleri açılıyor.

Buralara mayo, bikini giyenler alınıyor mu peki?

Bu otellerde içki içmek isteyenler içebiliyor mu?

Kadınların denize girdiği yere erkekler girebiliyor mu?

Bu durum da ayırımcılık değil mi?

Geçmişte tesettür otelleri açılmasına pek sıcak bakmazdım.

Ama sonra “Madem böyle bir yaşam istiyorlar elbette olabilir, bunun kimseye zararı yok” demeye başladım.

O halde muhafazakâr olanların gidebileceği otel ve plajlar varken, ille herkesin bikinili mayolu olduğu ve içki içilen yerlere girme ısrarı bir özgürlük değil, sadece maraza çıkarma amacı taşır.

KOMİK

Tam bir ‘ayranı yok içmeye’ durumu


Başka zaman olsa üzerinde çok fazla durulmayabilir.

Ama Türkiye’nin ciğerlerinin yandığı sırada olunca insanın içi bir tuhaf oluyor.

Türkiye günlerdir, 4 milyon dolarlık tamir maliyeti karşılanmadığı için yanan ormanlara müdahale edemeyen Türk Hava Kurumu’nun yangın söndürme uçaklarını konuşurken bir de baktık AKP Genel Başkanı yeni bir Cumhurbaşkanlığı kararı imzalamış.

Bu karara göre Somali’ye 30 milyon dolar veriyoruz.

Kredi, borç falan değil.

Hibe yapmış AKP Genel Başkanı hepimiz adına.

Tabii herkesin aklına “Yangına müdahale edemeyecek kadar güçsüzken nasıl oluyor da Somali’ye bu kadar büyük bir para hibe ediliyor?” sorusu geliyor.

“Büyük devlet olduğumuzu” gösteriyormuş bu.

Valla inanan milyonlarca zavallı insan var.

Her ne kadar “Ayranı yok içmeye” durumu olsa bile fısıltı gazetesinde işin başka bir yönü olduğu yayılıyor.

Söylendiğine göre, sarayın müteahhitlerinden biri Somali’de liman ve rafineri işletiyormuş.

Limana dev tankerlerin yanaşabilmesi için 50 milyon dolarlık bir yatırım gerekiyormuş.

İşte güya Somali Hükümeti, aldığı 30 milyonluk hibeyi bu liman için kullanacakmış.

Yine söylentiye göre zaten bu limandan öncelikle İsrail’e petrol taşıyan tankerlerin sahipleri de tanıdık isimlermiş.

Bilemiyorum artık ne kadar doğru, yakında kokusu çıkar.

Sedat Peker açıklar belki de.

ÇOK GÜLDÜM

Bu hafta 4 fıkra var, ikisi “Ziyaaaa” fıkrası


Hani unutulmaz Türk filmlerinden “Neşeli Günler’in” sempatik kahramanı Ziya vardır, Şener Şen’in canlandırdığı karakter. Sürekli palavra atar ama ne palavra.

Eniştesi rolündeki Münir Özkul da biraz fazla atmaya başlayınca uzaktan “Ziyaaaaa” diye seslenir.

Ziya da kendine gelir, “Tamam enişte” deyip palavrasını makul seviyeye indirir.

Bu hafta Yıldırım Tuna’nın gönderdiği dört fıkradan ikisi işte bu
“Ziyaaaa” kıvamında.

Öyleyse onlardan başlayalım;

Ah şu politikacılar

Politikacı, kenarlarda unutulmuş bir kasabayı yıllar sonra ziyarete gitmiş, kasabanın ileri gelenleri etrafını heyecanla sarmışlar, politikacı büyük bir havayla “Hükümetimiz sizin için ne yapabilir?..” diye sormuş,

“İki büyük sorunumuz var..!” demiş karşılayan grubun lideri, “Birinci sorunumuz, sağlık ocağımız var ama doktoru yok..!”
Politikacı hemen çekmiş telefonu cebinden, çevirmiş bir numarayı, bir müddet sırtını hafifçe dönerek konuşmuş, “Hallettim..!” demiş, “Yarın sabah doktorunuz burada.. Öbür talebiniz nedir?..”
Grubun lideri, “Bu bölgede cep telefonu ağı yok..” demiş, “Hiçbir yerden çekmiyor, konuşmak için 25 km. ötedeki komşu kasabaya gidiyoruz..!”

İş adamı havası

Genç iş adamı şirketini yeni kurmuş, merkezde bir ofis kiralamış, içine birkaç şık mobilya, güzel bir ofis masası da yerleştirmiş, koltuğunda yaslanmış otururken potansiyel müşteri görünümlü biri, koridorda görününce hem meşgul görünmek, hem de önemli biriyle görüşüyor havasını vermek için adam içeri girer girmez; “Tamam işte üç milyon lira veriyorum, o işi halledin..!” diye bağırarak konuşmaya başlamış, “Haftaya bitmezse tek kuruş ödemem bilesiniz..!” diye sertçe kapatmış telefonu. Adama dönüp “Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sormuş,

“Ben telefon firmasından geliyorum..” diye cevap vermiş ziyaretçi, “Müracaatınız var da telefon hattınızı bağlamaya geldim..!”

Pahalı otel

Orta gelir sahibi bir adam, sırf merakından çok pahalı olduğu bilinen bir otele yerleşmiş, gece yarısı midesinde bir yanma hissedince oda servisini aramış ve bir soda istemiş...

Sodanın yanında gelen slibi görünce resmen delirmiş ve hemen resepsiyonu aramış, “Lüks bir otelde kaldığımın farkındayım..!” demiş , “Ama bir soda 1150 TL olur mu?.. 1150 de ne yaa??..” demiş bağırarak..

“Soda otelimizin bir  ikramı efendim” diye nazikçe cevap vermiş resepsiyon görevlisi, “Sanıyorum siz oda numaranızdan şikayetçisiniz..!”

Hemen ümidi kesme...

Kaşif, balta girmemiş ormanda dolaşırken etrafını ilkel ve vahşi bir kabile sarmış, adam umutsuzca dizinin üzerine çökmüş, “Tanrım.. Ayvayı yedim, yardım et..!” diye içten yalvarmış..

Bir ışık seli ve ardından ekolu bir ses gelmiş yukarıdan, “Evladım, ümidini kaybetme.. Henüz ayvayı falan da yemedin” diye, “Şimdi tam önündeki iri kayayı al ve tam karşındaki baş kısmı süslü kabile reisinin kafasına indir..!”

Kaşif biraz önce duyduklarından müthiş heyecanlanmış, neredeyse nefesi kesilecek, tereddütsüz denileni yapmış, süslü reis cansız yere düşmüş, o ışık seli tekrar görünmüş, ekolu ses tekrar duyulmuş, “Evet evlat.. İşte şimdi gerçekten ayvayı yedin..!”