Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Hadi oradan be hadi, hadi, hadi...

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, Hazine arazisini kimsenin haberi olmayan bir ihalede aylık 300 küsur liraya kiralayıp içine barbekü falan inşa ediyor...

Ve bu kaçak yapı (İmar affından sonra ve hazine arazisine) medya tarafından görüntüleniyor...



AKP Genel başkanı bile bunu haber yapan gazete ve gazetecileri aşağılıyor, hakaretler ediyor...

Savcılık, gazeteciler aleyhinde soruşturma başlatıyor...

Neymiş efendim?..

“Özel hayat” imiş...



Peki...

Yılmaz Özdil’in eşinin mülkünü görüntülemek özel hayat değil de güzel hayat mı?..

Fatih Portakal’ın mülkünün havadan görüntülenmesi, Hollywood sinemalarında görüntülenmek için mi çekildi ve yayınlandı?...

Hatta bir de üstüne üstlük devletin ajansının (AA) görüntüleyenlerden biri olması suç değil mi?..



Efendiler...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukuk devletidir...

“Hukuk devleti” demek yürürlükte bulunan kanunların herkese eşit uygulanması demektir...

Eğer CB İletişim Başkanı’nın Hazine arazisine yaptığı yasa dışı inşaatları görüntülemek suç ise...

Yılmaz Özdil ve Fatih Portakal’ın yasal, tapulu mülklerini görüntülemek suçun katmerlisidir...



Peki...

İktidar siyasetçilerinden ve yandaş medyadan, Yılmaz’a ve Fatih’e yapılan bu ruh tacizleri için harekete geçen savcı var mı?..

Yok...



Neden yok?..

Çünkü bu saldırganların adalet duyguları yok...

Çünkü bu saldırganların vicdanları yok...

Çünkü bu saldırganların ar damarları yok...



Çünkü bunlar din taciri...

Çünkü bunlar kıssadaki edepsiz, arsız cami hocası gibi...

Başkalarının hanımlarının süslenmesi günah...

Kendi karısı süslenince “yakışıyo haspaya”...

Hadi oradan be hadi, hadi, hadi...


YAKIŞIYO HASPAYA...


Hocanın biri camide vaaz verirken, kadınların çok fazla süslendiklerini ve şık görünmek için pahalı kıyafetler giydiklerini hatırlatıp:

“Zinhaaaarrr!” diyor... “Hem çok günah hem israf... Karılarınızın kulaklarını çekin, yine uslanmıyorlarsa dövün...”

Sonra kendi karısı hakkında söylenenler geliyor aklına ve gülümseyerek devam ediyor:

“Diyeceksiniz ki, ‘yahu hoca, senin karın kasabanın en şık ve en çok süslenen kadını’... El hak doğru; doğru ama yakışıyo haspaya...”...

İKİ MECLİSLİ DEVLET DEVLEŞMİŞTİ...


Bu pazar, Antik Roma dönemini kısaca anlatmaya çalışacağım...

Umarım yararı olur...



M.Ö. Antik Roma Cumhuriyeti iki meclisli bir devletti.

Bir senato vardı...

Yani “Yaşlılar Meclisi”...

Yani, danışma meclisi...

Yani “akil insanlar” meclisi...

Ve bir de Pleblerden oluşan bir halk meclisi vardı...



Senatörler, Patriciler arasından seçilirlerdi...

Yani zengin sınıf...

Sayıca Pleblerden çok azdılar ama yönetimde etkin olanlar da onlardı...



Plebler ise çalışan halktı...

Köylü ya da tacir...

Kimisi orta gelir düzeyinde kimileri ise fakir...

Ama...

Çok para ve itibar kazanıp patrici sınıfına yükselenler de vardı aralarında...



Sözün özü...

O çağ için oldukça parlak bir cumhuriyet rejimi vardı Roma’da...

TEK ADAM FELAKETİ...


Sezar’ın kurduğu tek adam rejiminde halk meclisi kaldırıldı, senato güçlendirildi.

Senatoya akil insanlar, deneyimli yaşlılar değil; diktatör imparatorların kendi adamları, emir kulları yerleştirildi...



Gelecek yıllarda Roma’yı yönetecek olanlar, daha önce de bu köşede tanıttığım Caligula, Neron, Honorius ve Justinanus gibi diktatörlerdi...

Hepsi de psikopat kimlikli, hasta ruhlu kişilerdi...

Tarihçi Prokopius’un “Bizans’ın Gizli Tarihi” isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim...

Kitapta, Caligula gibi Jüstinyen’in de devletin hazinesinden yandaşlarını önce zengin ettiğini...

Sonra da...

Bir suç uydurup bütün mal varlıklarına el koyduğunu okurken tek adam rejimine lânet okuyacaksınız...



Sezar’ın bu psikopat halefleri, kendilerini tanrılarla aynı seviyeye çıkardılar...

Oysa Sezar’dan sonra gelen diktatörler de bırakın tanrı olabilmeyi, sıradan bir Romalı kadar bile kültürlü değildiler...

Vasıfsız birer deliydiler yani...


İLK DİKTATÖR


Jül Sezar, Roma’nın ilk diktatörüdür...

Öldürülmüş olmasına rağmen gömüldükten sonra Senato tarafından tanrı ilân edildi...

Devlete sahip olmak, daha rahat yönetebilmek için senatoyu kendi adamlarıyla doldurdu...

Peki diktatörlüğünü devam ettirebildi mi?..

Tabii ki hayır...

Hatta, aralarında evlatlığı Brütüs’ün de olduğu ve bizzat atadığı bir gurup senatör tarafından öldürüldü (M.Ö. 44)...

Ardından Oktavianus konsül seçildi...

Tabii ki Sezar’dan devir aldığı diktatörlüğünü aynen sürdürdü...

Ve aradaki istisnalar hariç yönetime gelen tek adamlar, Roma’yı batırdılar...


SONUNDA ÇÖKECEKTİ ÇÖKTÜ...


Tarih, bütün diktatörlerin halkı uyutabilmek için sürekli düşman yarattıklarını...

Savaşarak, halkı güncel dertlerini düşünmekten uzaklaştırdıklarını yazar...



Roma diktatörleri de aynı şeyi yaptılar...

Halkın huzursuzluğunu giderebilmek için sürekli savaş ve savaştan elde edilecek ganimetlere bağladılar imparatorluğun geleceğini...



Ne var ki ganimet yerine bol bol düşman kazandılar...

Sadece tarımla ayakta kalmaya çalışan bir imparatorluk haline geldiler...

Halk, ticareti bıraktı tarıma yöneldi ancak...



Diktatörler bu defa da yine devletin hazinesinden servet sahibi yaptıkları Romalı zenginler aracılığıyla; büyük maliyet ve fiyat artışları karşısında çaresiz kalan köylülerin tarlalarını ele geçirdiler...

Bir devletin, bir imparatorluğun böyle sürdürülebilmesi elbette mümkün değildi ve önce Batı Roma, İstanbul’un fethiyle de Doğu Roma imparatorluğu çöktü...