Korkusuz
Ümit Zileli

Gara

Önce “13 sivil vatandaşımız katledildi” dediler...

Tüm medya organları haberi böyle duyurdu... Bir süre sonra alçak terör örgütü PKK’nın bir mağarada katlettiği yurttaşlarımızın bir bölümünün kaçırılan asker ve polisler olduğunu açıkladılar... Sonunda, vahşice katledilen 13 kurbanın tümünün 6 yıldır PKK’nın elinde olan asker ve polis evlatlarımız olduğu ortaya çıktı!..

Ardından, iktidar “Kardeşlerimizi kurtarmak için aylarca uğraştık” söylemini öne çıkardı... “Kartal Pençe” harekatının rehinelerini kurtarmak için yapıldığını ise AKP’li Cumhurbaşkanı, tıklım tıklı dolu Rize AKP Kongresi’de açıkladı... Buna yanıt ise TSK’nın eski İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’den geldi:

-Rehine kurtarmaya “davul zurna” ile gidilmez!

Rize’ye dönelim; bol esprili, bol kahkahalı kongrede Cumhurbaşkanı, kürsüden cep telefonu ile Gara şehidi Uzman Çavuş Mevlüt Kahveci’nin annesine telefonla bağlandı, sesi mikrofona verdi ve ağlamaktan konuşamayan kadıncağıza şöyle dedi:

-Şehidimiz de sevgili peygamberimizin inşallah komşusu olacak, bir anneye böyle şeref nasip olmaz. Ama siz bu şerefi yakaladınız...

Şehit annesi, “Ben sana emanet etmiştim” deyince, Cumhurbaşkanı “Hiç merak etmeyin, emanetiniz, emanetimizdir” karşılığını verdi...

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin ise, medyaya yaptığı açıklamada, “Daha önce de rehin alınanlar oldu...” diye konuştu...

Art arda gelen bu açıklamaları, üzerinden sahtelik akan bir takım konuşmaları, “timsah gözyaşlarını” görünce, yiğit bir kadının, dik duruşlu, yurtsever bir gazetecinin, okurken yüreğimi yakan, boğazımı düğümleyen, hepimize ders olduğunu düşündüğüm yazısını yayınlamanın namus borcum olduğuna karar verdim. İşte Yeliz Koray’ın sosyal medyada paylaştığı o yazısı...

Semih’in suçu ne?


“21 Haziran 1993’te Malatya’da dünyaya geldi. Babası tanınan bir ticaret erbabı, annesi ev hanımıydı. İlkokulu, ortaokulu, liseyi başarıyla bitirdi. “Büyüyünce ne olacaksın?” diyenler hep aynı cevabı verdi:

-Asker olacağım!

Kimsenin meslek seçimine de hayallerine de karışmasına izin vermedi. Sık sık asker olan akrabasını ziyaret etti, uzun uzun kıyafetlerini seyretti, fotoğraflar çekildi, “Birgün ben de asker üniforması giyeceğim” dedi.

Dediğini de yaptı; çocukken kurduğu hayaline ilk adımı Balıkesir’de Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu’na başlayarak attı, okulunu bitirdi, çakı gibi Jandarma astsubay oldu. Her yurtsever asker gibi canını ülkesine feda etmeye hazırdı ama sonu belirsiz bir karanlığa girdiğinde yapayalnız kalacağını bilmiyordu...

22 yaşındaydı Semih. Rize’de görev yaparken annesinin kanser olduğunu öğrendi önce... Hemen izin aldı, arabasına bindiği gibi Malatya’nın yolunu tuttu. Ailesini bir daha göremeyeceğini hatta seslerini bile duyamayacağını, üniformasını son kez giydiğini bilmeden çıktığı yol onu Tunceli’ye getirdiğinde takvimler 17 Eylül 2015’i gösteriyordu...

Pülümür yolunda PKK’lılar aracını durdurdu. Sivildi Semih ama askeri kimliği de yanındaydı silahı da... O an ne hissetti kimse bilemez...

-Tam 1498 gün önce aracını ateşe verip, kopardılar Semih’i sevdiklerinden...

O dönem Malatya Ticaret Borsası’nın başkanıydı babası. Sadece oğlu Semih için değil, aralarında polis ve erlerin de bulunduğu, PKK’nı kaçırdığı 12 can için çalmadık kapı, aramadık insan bırakmadı. Ne TSK’dan, ne Cumhurbaşkanından, ne Başbakandan, ne de bakanlardan bilgi alabildiler...

-Sanki Semih hiç yaşamamış gibi, devletin askerinin hiç kıymeti yokmuş gibi...

“Sıla kadar Şeyma kadar gündem olamadılar!”


Yüreklerini ferahlatan haber tam 105 gün sonra yılbaşı gecesi geldi...

PKK’nın yayınladığı bir video ile oğullarının yüzünü gören aile “en azından yaşıyor” diye teselli buldu.

-Yorgun ama dimdikti Semih...

Kanserle mücadele eden annesinin ağlayarak izleyeceğini biliyordu çünkü. Kendini tanıttı, devletten kendilerini kurtarmayı beklediklerini söyledi. Aynı videoda PKK’nın kaçırdığı diğer polis ve askerler de vardı.

Aileler yeniden toplandı, çağrı yaptı, TBMM’ye gitti, yalvardı. Semih’in kızkardeşi Malatya’ya gelen Tayyip Erdoğan’a ulaştı, çıktı karşısına “Kardeşimi ve kaçırılan askerleri kurtarın ne olur” dedi, “Yapabileceğim bir şey yok, sabredin” cevabını aldı.

Sanki herkes ağız birliği yapmıştı. Çalınan her kapı “sabır”, “sabret”, “sabredin” ile kapandı. Velhasıl, ne sevgilisinden şiddet gören Sıla, ne de Acun’dan boşanan Şeyma kadar gündem olabildiler... Herkes sustu, unuttu. Sanki Semih hiç yaşamamış gibi, sanki PKK’nın elinde 12 canımız yokmuş gibi...

Dile kolay, 3 yıl geçti. Ne siyasiler ağızlarına aldı ne de basın yazdı çizdi. Ve PKK 5 ay önce Semih’in bir videosunu daha paylaştı. Şöyle diyordu:

-Ben Semih Özbey. 21 Haziran 1993 doğumluyum. 17 Eylül 2015 tarihinde alındım. Yardımcı olacak herkesten yardım bekliyorum. 3 yıldır buradayım. Bizim için çabalanıyor mu, bir çaba var mı bilmiyorum. Bizim için mücadele etsinler...

Bugün tam 1498 gün oldu. Bir anne evladını 22 yaşında bıraktı, sarılamadı, koklayamadı, öpemedi..

-Ölmedim, iyileştim, seni bekliyorum, diyemedi...

Tam 1498 gündür 12 canımız PKK’nın elinde. Açlar mı, susuzlar mı, nerede tutuluyorlar belli değil. Ne Alman’ın gazetecisi ne de Amerika’nın rahibi kadar pazarlık konusu oldular. Hatta konu bile olmadılar...Sanki hiç yaşamamışlar gibi...

Velhasıl, Acun ve Şeyma’nın ayrılığı kadar konuşulu mu ya da Devlet Bahçeli af için bastırdığı kadar 12 canımız için bastırır mı bilmem. Semih’in ailesinin tüm siyasilerden ricasıdır bu:

-Evlatlarımızı istiyoruz biz!

Ölüme giden ince uzun bir yol!


Bu köşe yazısını 3,5 yıl önce yazmıştım...

Semih’in kardeşi Beyza’nın “Abla sesimizi kimse duymuyor ne olur yardım eder misin?” diye yazdığı mesajla haberdar olmuştum ben de. Askerlerimizin kaçırıldığı haberleri vardı ama döndükleri haberi yoktu. YouTube’da PKK’nın yüklediği videoları vardı ama o bile haber olmamıştı. İnanamamıştım. Tanıdığım ne kadar gazeteci, ne kadar siyasetçi varsa haberdar ettim...

Gazeteci Saygı Öztürk ve İYİ Parti Milletvekili Lütfü Türkkan’dan başka kimsenin umurunda olmadı. Öztürk köşesinde yazdı, Türkkan “Semih’in suçu ne” yazımı Meclis’te okudu...

Aradan 9 ay geçti. Semih ve kaçırılan askerlerin mektupları geldi bu kez. Hepsi annesine babasına, sevdiğine seslenmişti yine. 29 Mayıs 2019’da yeniden yazdım.

-Şimdi yazdıklarım birilerini rahatsız edecek. Hatta şikayet edecekler, belki daha fazlası... Ama umurumda değil. Gazetede yazmadığım için buradan sesimi duyurmak zorundayım, duyurmak zorundasınız; askerlerimizi kurtarın...

Şimdi yazacaklarım başıma ne iş açacak bilmiyorum. Doğrusu umurumda da değil. Gazeteci büyüklerim(!) “Devlet terörle pazarlık yapmaz Yeliz. Boşuna uğraşma” demişti. Devlet, teröristleri dağdan davulla zurnayla indirip, çadır mahkemelerde “pişmanım” diyeni herkesi salıverdiğinde yaptı o pazarlığı... Kapalı kapılar ardında görüşerek, İmralı’ya feribot turu düzenleyerek, Öcalan’ın mektubunu mitinglerde okutarak, el ele halay çekerek...

Sanatçıları, sözde aydınları barış elçisi gibi “akil insan” kılığında il il dolaştırarak, kırmızı bültenle aranan Öcalan’ın kardeşini TRT’ye çıkartarak...

Ne İstanbul’u kaybettiğiniz kadar üzüldünüz ne de Ankara kadar dert ettiniz kendinize! Tam 6 yıldır bu askerler için ne yaptınız da şimdi utanmadan “şehidimiz var” diye yazıp çiziyorsunuz?

Kaçırılan askerlerimiz ABD’nin papazı, Almanya’nın gazetecisinden daha mı değersizdi? Semih’in suçu neydi bilmem ama katilini biliyorum! İki satır yazı yazdıramadığım, iki dakika haberlerde yer verdiremediğim gazeteciler, kanallar, vekiller şimdi yazıp çiziyor utanmadan!

-Sayfaya kan bulaştı beyler bayanlar... Sizi hiçbir şey temize çekmez artık!

Üç maymun oynayan herkesi vicdanıyla baş başa bırakıyorum... Olmadı, yapamadım. Ailesini aramaya bile utanıyorum. Çok üzgünüm

Bunlar da Semih’in ve diğer askerlerin son mektupları... “Bizi yalnızca AKP isterse bırakacaklar” diyor, okuyun... Buyurun... Cevap bile verilmemiş!

(Yazının bu bölümünde, CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan’ın, dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’a sorduğu “Asker ve polislerimizin terör örgütünün elinden kurtarılması için ne yapıyorsunuz” sorusu var. Yanıt bile verilmemiş!)

Kendi adıma vicdanım rahat ama çok üzgünüm. Daha ne yapabilirdim bilmiyorum. Her fırsatta “1’i polis 12 askerimizi PKK’nın elinden kurtaralım” dedim ama olmadı, tek başıma bu kadar yetebildim.

-Daha fazlasını yapamadığım için hepsinden özür diliyorum...”

Hiç tanışmadığım, yüzünü bile görmediğim sevgili Yeliz Koray’ın yazısı, noktası ve virgülüne kadar bu! Ben yalnızca ara başlıkları koydum.

Eminim, hepiniz “Gara’da ne oldu?” diye soruyorsunuz... Bu yazı, o sorunun cevabıdır işte!..

-Böyle bir meslektaşım olduğu için gurur duyuyor, sürekli değişen “ne idüğü” belirsiz gündemi bir tarafa bırakıp, konuya odaklanamadığım için şehitlerimizin aileleri başta olmak üzere Türk Milleti’nden özür diliyorum... Ruhları şad olsun...