Korkusuz
Can Ataklı

Erdoğan’dan ilk defa bu kadar korktum

ANALİZ

Erdoğan’dan ilk defa bu kadar korktum


Sanki çok kötü günlere gidiyoruz gibi.

Pek çok kişi, “Tabii ki gidiyoruz, sanki yeni bir şey mi söylüyorsun” diyebilir.

Ama bana göre bu kez farklı.

AKP Genel Başkanı’nı 30 yıldır tanıyorum.

15 yıl öncesine kadar aramızda bir hukuk da vardı.

Hep eleştirdim kendisini.

Birlikte olduğumuz toplantılarda, baş başa yemek yediğimiz zamanlarda da eleştirdim, benimsediği siyaseti asla benimsemeyeceğimi söyledim kim bilir kaç kere.

Erdoğan, geçtiğimiz yıllar içinde iktidarını pekiştirirken herkesi korkutan, hatta açıkça tehdit eden pek çok söylem kullandı.

İnsanlara hakaret etmekten hiç çekinmedi.

Kendisine yönelik basit eleştirileri bile hakaret sayıp dava açan AKP Genel Başkanı, başkaları için en ağır sıfatları (aşağılık, rezil, ahlaksız, terörist, cibilliyetsiz, namussuz, hırsız) rahatlıkla kullandı.

Tüm bunlar zaman içinde beni de etkiledi, bazen de korkuttu.

Ancak dünkü konuşmasındaki kadar hiç ileri gitmemişti bana göre.

Erdoğan’ın dün AKP grubunda yaptığı konuşma inanılmazdı.

Yakın geleceğimizin çok korkunç olaylara sahne olacağının habercisiydi adeta.

Devleti yöneten tek adam eğer, “Dur bu daha bir şey değil, bak neler olacak” derse neler olacağını tahmin etmek bile çok ürkütücü.

Şimdi başa sarayım.

Erdoğan, Rize’de saldırıya uğrayan Meral Akşener’e yönelik konuştu dün.

Meral Akşener’in “Ben Rize’nin geliniyim” sözlerinden yola çıkarak, “Gelin Hanım burası Rize, sen Rize’nin uşağına hakaret edersen yapılacak olan budur” dedi.

Yapılan neydi peki?

Küçük ama azgın bir grup Akşener’e ve yanındakilere saldırdı.

Tekmeler yumruklar havada uçuştu.

Küfürler edildi.

Elbette Akşener’in başta korumaları olmak üzere yanındakiler de karşılık verdi.

Sonuçta saldıranlar değil, saldırıya uğrayanlar hakkında soruşturma başlatıldı.

Erdoğan, dünkü konuşmasının bu bölümünün finalinde; “Dur bakalım daha bu birinci ders, daha neler olacak neler” diyerek Meral Akşener’e bundan sonra nereye giderse gitsin daha da şiddetli saldırılarla karşılaşacağını ima etti.

Şimdi çıkan sonuçlara bakalım.

Birincisi, eğer göstericiler Erdoğan’dan yana iseler ne kadar şiddete başvururlarsa vursunlar, “demokratik haklarını kullanıyor” muamelesi görüyor ve görecektir.

İkincisi; Erdoğan’a öyle ya da böyle laf söyleyenler her türlü saldırıya açıktır ve bu saldırılar meşrudur.

Erdoğan aklını yitirmediğine göre, ne yapmak istiyor acaba?

Hızla düşen oylarını, kendinden olmayanlara şiddet uygulayarak, döverek, söverek yükselteceğini mi düşünüyor?

Yoksa verdiği işaretle ülkenin her yanında muhalefete yönelik “demokratik tepki” adı altında saldırılar başlatmak, sonra bunlara karşılık verilmesini sağlamak, bunun yaratacağı kaos ortamını güya ortadan kaldırmak için OHAL ilan etmek hazırlığı içinde mi?

Gerekçesi ne olursa olsun, Erdoğan’ın muhalefete yönelik şiddeti meşru gösterme çabası korkunçtur.

Dur bakalım ne olacak?

Açıkçası ben ilk kez ciddi biçimde korktuğumu söylemeliyim.

Kendim için değil elbette, ama ülkenin gidişi açısından çok ciddi korkuya kapıldım.

KOMİK

Aslında günün özeti bu


Sosyal medyada hâlâ Habertürk’ün organize ettiği oyunun yankıları sürüyor.

Süleyman Soylu’nun, “Bir dakika müsaade edin, geleceğim o sorulara” diye diye üç saati harcaması, belki gerçeklerden kaçması açısından kendine bir yarar sağlamıştır ama itibarını ciddi oranda kaybettiği kesin.

AKP Genel Başkanı’nın; Meclis’te kendisine sahip çıkmasının da pek değeri yok, çünkü bu işler öyle uzun vadeli olmaz.

Bugün sahip çıkılan yarın bir anda yolda bırakılır.



Örnekleri bol.

Ayrıca Soylu, Erdoğan’ı öven cümleleri sıkça kullandı ama konuşmalarının ana fikri, “Ben de potadayım, AKP’nin başına oynayabilirim” anlamı taşıyordu ki, Erdoğan’ın bunu fark etmemiş olması mümkün değildir.

Konunun o tarafını bırakalım, dün sosyal medyada gördüğüm bir espriyi sizlere de aktarayım.

Bir kullanıcı, Soylu’nun sorulardan kaçmasını böyle yorumlamış.

Sorular aslında çok basitti.

Ama Soylu’nun verecek cevabı olmadığı için, konuyu çok çapraşık hale getirip kafaları karıştıracak kadar uzun ve anlamsız şeyler söyleyerek dağıttı.

El hak, bunda başarılı da oldu.

Ama nereye kadar?

Gerçeklerden ne kadar kaçabilirsiniz ki?

BAŞIMDAN GEÇENLER

Bugün doğum günü olan kızımın isyanı; “Baba sakın cumhurbaşkanı olma”


Bugünün tarihi 27 Mayıs.

Bu tarih elbette siyasi tarihimizde çok önemli bir gün.

Ama benim için de ayrı bir önemi var.

Çünkü kızım Peri, 27 Mayıs 2013’te doğdu.

Aramızda iki gün var, ikizler burcuyuz.

Birkaç gün önce ailecek yemek yiyoruz.

Eşimle sohbette laf, son günlerin olaylarına geldi.

Ben de şimdi neyi örnek gösterdiğimi tam hatırlamıyorum ama “Valla ben cumhurbaşkanı olsam” diye başladım ki, kızım birden yemeği bırakıp parmağını bana uzatarak “Sakın, baba sakın” dedi öfkeli biçimde, “Sakın cumhurbaşkanı olmaya kalkma.”

Eşim güldü, “Niye Peri, fena mı? Altımızda en güzel arabalar, uçaklar, etrafımızda dönen çalışanlar olacak, çok zengin bir hayat süreceğiz” diye üsteledi.

Kızım bu kez annesine döndü “Ama özgürlüğümüz olmayacak” dedi.

İnanın donup kaldık ikimiz de.

Peri, o an için hiç aklımıza gelmeyen bir şey söylemişti.

“Nasıl?” diye sordum.

Peri daha az öfkeli bir sesle; “Okula korumalarla mı gideceğim, arkadaşlarımla oynarken etrafımızda polisler mi olacak, seni hiç görmeyecek miyim? Evimiz hep silahlı adamlarla mı dolu olacak?” demez mi...

Gözlerim hafif doldu, sarıldım kızıma “Korkma” dedim, “Cumhurbaşkanı falan olmayacağım, sen rahat et, özgürlüğümüz her şeyden daha değerli.”

8 yaşındaki bir kız çocuğunun cumhurbaşkanına bakışı böyle işte.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Yeni Şafak yapınca darbe çağrısı olmuyormuş


Bazen kendimi tutamayıp “Bu saray medyasında hiç akıl yok” diyorum.

Ama haksız da değilim ki.

Bakın dünkü Yeni Şafak’ın manşetinde, “Dün ve bugün aynı senaryo” başlıklı bir haber vardı.

Tam bir darbe iması.

Hatta saray medyasının gözüyle bakarsak tam bir darbe çağrısı bu...

Neymiş;



27 Mayıs’tan önce CHP’liler, Uşak’ta DP binasına taş atmışlar, sonra İnönü gelince kentte gerginlik olmuş. Aynısını Rize’de Meral Akşener yapmış.

27 Mayıs’tan önce üniversiteliler sokağa itilmiş, bugün aynı oyun Boğaziçi Üniversitesi üzerinden sahneleniyormuş.

27 Mayıs’tan önce Menderes ve bakanlarının yolsuzluk yaptığı yalanları atılmış ortaya, bugün de 128 milyar dolar kayıp yalanı söyleniyormuş.

27 Mayıs’tan önce askerler İnönü’yü ziyaret edip “Emrinizdeyiz paşam” demişler, bugün 104 emekli amiral bildiri yayınlıyormuş.

Hatırlayın, aylar önce İlker Başbuğ kitabını anlatırken, o kitapta yazan bir cümleyi tekrarlamıştı.

O cümle şöyleydi; “Menderes, 25 Mayıs günü Eskişehir’de erken seçim kararını açıklasaydı muhtemelen darbe önlenirdi.”

İşte bu cümle üzerine kıyamet koparıldı, İlker Paşa hakkında darbe kışkırtıcılığı yapmaktan suç duyuruları yapıldı. Bilmiyorum iddianame hazır mı, ama emekli paşa bu nedenle yargı önüne çıkacak.

Peki İlker Başbuğ’un bir cümlelik hatırlatması, ki o da kitabı anlatırken söylenmiş, bu hükümete yönelik de değil, darbe kışkırtıcılığı oluyorsa; Yeni Şafak’ın yaptığı nedir?

Bana sorarsanız asıl darbe iması daha doğrusu darbe kışkırtıcılığı, çağrısı budur.

Ve bunu özellikle yapıyorlar.

Mağduru oynamak için.

Bitmedi 20 yıldır şu mağduriyet edebiyatı.

BUNU YAZMAK GEREK

Bahçeli’ye not: Peker’in söylediklerini yanlış anlamışsınız


Sonunda konuştu Devlet Bahçeli ve medyaya göre Peker’e karşı, Soylu’nun yanında yer aldı.

Gerçekten öyle mi, bilemiyorum.

Çünkü Soylu’ya sahip çıkmasını “tasma” örneğinden verdi.

Böylelikle o hakareti hatırlatmış oldu ki, bu nasıl destek anlamadım.

Ama Devlet Bey’e bir hatırlatma yapmak istiyorum.

İzmirli dikkatli okurum, Latife Hanım Grubu’ndan Engin Sarıkartal Demirkollu hatırlatınca fark ettim.

Bahçeli, “İçişleri Bakanı’na kimse tasma takamaz” diyor.

Ama Sedat Peker’in de söylediği bu zaten.

Peker, konuşmasının 30’uncu dakikasında “Devletin o şerefli makamından ayrıldıktan sonra bir gün yüzleşeceğiz. O zaman tasmanı takıp....” diye başlayıp devam ediyor hakaretine.

Yani Sedat Peker için bakanlık makamı çok şerefli, onun derdi bakanlar ama o da bakanlık bittikten sonra.