Korkusuz
Can Ataklı

Durun canım hapse girmiyorum

BAŞIMDAN GEÇENLER

Durun canım hapse girmiyorum


Cumartesi günü telefonlarım üst üste çalmaya başladı.

Diyeceksiniz ki, “Yazına meşhur roman klişesi ile mi giriyorsun?”

Hani “Telefon acı acı çaldı” cümlesi vardır romanların değişmez klişesinde.

Telefonun acı acı çalması ne demektir? Hiçbir anlamı yoktur elbette ama tınısı güzel diye yazılır yine de.

Üst üste çalmaktan kastım, sabahtan itibaren neredeyse hiç çalmayan telefonun birden aranır hale gelmesi.

Arayanların hepsi “Geçmiş olsun, yine mi, neler oluyor?” türü sorular soruyorlardı.

Önce bir mana veremedim.

“Hakkında soruşturma açılmış” diyenlere “Eee bilinen şey, RTÜK cezaları var ya” karşılığını verdim önce.

Sonra anladım ki sosyal medyada bir haber yayılmış, “Can Ataklı’ya hapis istemi” başlıklarıyla veriliyor haber.

Ayrıntısına baktım, RTÜK’ün ceza verdiği “Televizyon eğitiminde türbanlı öğretmen” olayıyla ilgili.

Haberlerde savcılığın iddianame hazırladığı, hakkımda 1 yıl ile 1.5 yıl arasında hapis cezası istendiği belirtiliyordu.

Durumu anlatayım o zaman.

Tele1’e de kapama ve ağır para cezası gelmesine neden olan türban konusu nedeniyle, organize biçimde CİMER’e yani saraya da başvurular olmuştu.

CİMER, bunları bir araya getirip savcılığa gönderiyor ve “Gereğini yapın” diyor.

Bu kapsamda 20 gün kadar önce ifadeye çağırmışlardı.

İfadeyi verdikten sonra konuyu sizlerle de paylaşmış ve “Ceza alırsam türbanın dini simge olduğu resmiyet kazanacak. Bu durumda hakkımda dava açanlar, ceza verenler anayasa suçu işlemiş duruma düşecek” diyen ironik bir yazı da yazmıştım.

Öyle kimileri hâlâ “Bırakın şu kıyafetle uğraşmayı” sığlığı ile sanki iyi bir şey söylüyorlarmış gibi davranıyorlar ama hakkımda yapılan şikayetler, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere hep “dini aşağıladığım, İslami değerlere saldırdığım, inançlarla alay ettiğim” noktasında birleşiyor.

Bu da türbanın aslında toplumun bazı kesimlerinde tercih edilen bir kıyafet değil, İslam dininin sembollerinden biri olarak kabul gördüğünü gösteriyor.

Eğer mahkemede ceza alırsam; ki bana göre çok az bir ihtimal, suçlama ne olursa olsun hiçbir suç işlemediğim ortada. Türban, İslami simge olarak kabul edileceği için bunu kullananların da bu amacı taşıdığı tescillenmiş olacak.

Bu durumda, Anayasa’nın laiklik ilkesinin, şikayetçiler tarafından ihlal edildiği de tescillenmiş olacak.

Yani bana en fazla 1.5 yıl hapis verilirken, şikayetçi olan, bu şikayeti dikkate alan, yargılayan, ceza veren herkes aslında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası istemi ile yargılanacak.

Neyse, konuyu çok uzatmayayım; haberi hafta sonu görüp heyecanlanan herkese söyleyeyim: Henüz hapse falan girmiyorum, korkulacak veya sevinilecek bir durum yok ortada.

Tabii, başımı belaya sokmak ve benden kurtulmak için bu tür çabaları sürdürmek isteyenlerin olduğunu da biliyorum.

Olsun ne yapalım, bugünün koşulları böyle.

İktidar, beğenmediği her görüşü yok etmek için akla gelen gelmeyen her çareye başvuruyor.

Ama şunu bilmeliler.

Her türlü haksızlık, adaletsizlik ve zulüm, kısa sürelerde sahibine yarar sağlar belki.

Gerçek ise mutlaka ortaya çıkar, adalet de öncelikle bu dünyada mutlaka yerine gelir.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Yok artık daha neler?


Yandaş tetikçi medyanın önde gelenlerinden birinin internet sayfasında dün sabah saatlerinde şöyle müjdeli bir haber vardı;

“Son dakika haberi: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), işsizlik rakamlarını açıkladı. Türkiye genelinde işsizlik oranı, ocak, şubat ve mart aylarını kapsayan şubat döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre 1.1 puanlık azalarak yüzde 13.6’ya geriledi.”



Sıradan bir günde, son derece normal bir haber bu elbette.

Ama bugün gerçeği yansıtmıyor.

Çünkü işsizlik gerilemiyor.

Tam tersine işsizlik şu sıralar en tepe noktaya çıkmış durumda.

Yandaş gazetenin TÜİK’ten aldığı rakamlar yılın ilk üç ayını kapsıyor. Yani henüz korona ile ilgili önlemler alınmamış, hayat normal akışında devam ediyor.

Oysa martın son haftası ile birlikte korona önlemleri başladı ve milyonlarca insan iş yerini kapadı, burada çalışanlar evlerine gönderildi.

Bundan çok azı normal maaşını alabiliyor ya da daha önceki kadar para kazanabiliyor.

Hayatın normale dönmesiyle birlikte, şimdilik işini geçici olarak yapamayanların bir bölümünün, işsizler ordusuna resmen katılacağı da bir başka gerçek.

Durum böyleyken, işsizliğin gerilediğini söylemek ve bunu müjde gibi vermek ne anlama geliyor?

Siz biliyorsunuz tabii ne anlama geldiğini.

Ama bu kandırmacalarla nereye kadar idare edebilirler ki?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Maçların başlayıp başlamaması nasıl olur da Sağlık Bakanı’nı ilgilendirmez?


Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı, Sağlık Bakanı’nı ziyaret ediyor, bir saat oturup konuşuyorlar.

Sonra yapılan açıklamalarda, “Maçların başlayıp başlamaması konusu gündeme gelmedi” diyorlar.

Akıl ve mantık dışı açıklamalar bunlar.

Federasyon Başkanı ile Sağlık Bakanı, bir saat konuşacaklar ve maçların başlayıp başlamaması konu bile edilmeyecek.

İnsan doğasına aykırı bir kere bu; hiçbir şey olmasa meraktan bile konuşurlar.

Ama gayet doğal bir şeymiş gibi, “Yok konuşmadık” diyorlar, diyebiliyorlar.

Topluma saygı, bu iktidarda bu kadar düşük düzeyde işte.

Sonra bir baktık maçların başlama tarihi açıklanıverdi.

Bu kez Sağlık Bakanı yine hepimizle dalga geçer gibi “Konu bizi ilgilendirmez, Futbol Federasyonu karar verir” dedi.

Sanki virüs tehlikesinin geçip geçmediğini federasyon bilecek.

Sorun o değil, bu tür yasakları koyan da kaldıran da saray.

Belli ki Sağlık Bakanı, korkudan “Bizi ilgilendirmez” diyor.

Çünkü bilime güvenerek, “Maçlar henüz başlayamaz, bu doğru olmaz zaten” diye bir açıklama yapsa, ardından sarayın “Maçlar şu tarihte başlayacak” bildirisi ile karşılaşsa ne yapacağını bilemez, öyle değil mi?

Hepimizin gözünün içine baka baka bu oyunu oynamıyorlar mı, insan deliriyor yani.

ÖNERİ

65 yaş üstündekilerin sokağa çıkma saatleri değiştirilmeli


Yaklaşık iki ay aradan sonra 65 yaş üstündekilere sınırlı da olsa sokağa çıkma izni verildi.

Pazar günü yüz binlerce 65 yaş üstü vatandaşımız 4 saatliğine sokağa çıktı.

Genel sokağa çıkma yasağı uygulandığı için 65 yaş üstünde olanlar bomboş cadde ve sokaklarda özgürce gezdiler.

Sınırlı izin gününde yaşananların haberlerini okudunuz, televizyonlardan izlediniz. Ortaya çok hoş manzaralar da çıkmıştı.

Buna karşı, izin saatleri bana biraz yanlış geldi..

Dün Sabah Tele1’deki yayında bunu dile getirdikten sonra izinden yararlanan ve pazar günü sokaklara koşan bazı tanıdıklarımla konuştum.

“Çok haklısın, günün en sıcak saatlerine koymuşlar sokağa çıkma iznini. Aslında perişan olduk ama ilk gün diye sesimiz çıkmadı pek” dediler.

Havalar giderek ısınıyor, yaza dörtnala koşuyoruz adeta.

Saat 11.00 ile 15.00 arası günün en sıcak saatleri.

Bu, gelecek hafta daha fazla olacak, ondan sonraki hafta ise belki dayanılmaz hale gelecek o saatler.

Bana sanki sokağa çıkma izni 11.00-15.00 değil de 15.00-19.00 arasında olsa daha iyi olacak gibi geliyor.

Çünkü o saatlerde güneş etkisini biraz daha kaybetmiş oluyor.

Ayrıca saat 19.00’da, Türkiye’nin her yerinde artık hava aydınlık, neredeyse günlük güneşlik.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

20 yaş altına uygulanan gün ve saatler de yanlış


Yaşı 65’in üstünde olanlar, iki ay sonra gelen sokağa çıkma iznini pazar günü kullandılar.

Şimdi sıra 20 yaş altında olanlarda.

Gençlerimiz ve çocuklarımızın bir bölümü sokağa çıkma iznini yarın kullanacaklar.

0-14 yaş arası, yarın 11.00-15.00 saatleri arasında dışarı çıkabilecekken, 15-20 yaş grubu, 15 Mayıs Cuma günü aynı saatler arasında dışarı çıkabilecek.

Ancak burada bir nokta ihmal edilmiş gibi geldi bana.

Okul çağında olanlar için bu saatler arasında televizyon eğitimi yapılıyor.

Çarşamba ve cuma günleri bu eğitime ara mı verilecek yoksa saatleri mi değiştirilecek?

Yine saat 11.00-15.00 arası günün en sıcak olduğu saatleri kapsıyor.

Çocukların da akşam üzeri serbest bırakılması sanki daha mantıklı gibi geliyor.

Ayrıca 65 yaş üstünde olanlara, izin için sokağa çıkma yasağının da uygulandığı pazar günü ayrılırken, 20 yaş altına neden hafta içinde veriliyor bu izin?

20 yaş altı, bu izni cumartesi günü kullanabilir örneğin.

OKURDAN MESAJ

Farklı iki konuda, doğru iki soru


Sürekli okurlarımdan birinden aldığım mesajı sizlerle de paylaşmak istiyorum;

Değerli Ataklı; takip ettiğim ya da önemsediğim gazeteci olmanız nedeniyle aklıma gelen her şeyi size yazıyor olmamdan umarım rahatsız olmuyorsunuzdur.

Takıldığım çok konu olsa da rahatsız etmemek için kendimi frenlediğim de olmuyor değil.

İki konudaki düşüncemi sizinle paylaşmak istiyorum.

Sorulması gereken konular olması, ancak kimsenin benim gibi düşünüp sormaması nedeniyle şaşırdığım konular.

1- Geçtiğimiz hafta sonu, bir karton toplayıcısına 4.500 TL ceza kesilmesi ile ilgili olarak hiç kimsenin, “Sen devlet olsan, al şu 1.000-1.500 lirayı. Bir ay içerisinde tekrar karton toplarken görürsem (salgın sürecinde), cezaya yardımı da ekleyerek yazarım” dediğini görmedim.

2- Diyanet İşleri Başkanı’nı eleştirenlerden, “Sayın Diyanet İşleri Başkanı, erkek çocuklarına tecavüz edenler de eşcinsel sayılır mı, yoksa bunu aktif-pasif olarak mı değerlendiriyorsunuz?” diyen olmadı. Oysa bence en doğru soru bu
olurdu.

Zorunlu olarak sıklıkla dışarıdasınız, kendinize iyi bakın.