Korkusuz
Ümit Zileli

Cadı Kazanı!..

Başlık, ünlü tiyatro yazarı Arthur Miller’ın 1952 yılında yazdığı eserin adı!

17. yüzyılda ABD’nin bir kasabasında cadılıkla suçlanan bir grup insanın cadı mahkemelerinde yargılanıp idam edilmesini anlatıyor gibi görünen tiyatro oyunu, aslında o yıllarda ABD’de hüküm süren, pek çok kişinin komünist ya da komünist yandaşı olduğu suçlamasıyla saldırıya uğradığı, hapislere atıldığı McCarthycilik ahlaksızlığını sorguluyor, hicvediyordu!

Miller’in kendisi de bu eseri nedeniyle komünizmi desteklemekle suçlanarak 1957’de Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme komitesi tarafından yargılanacaktı!..

Neredeyse 65 yıl sonra, bu güzelim ülkede de aynı “Cadı avı” darbecilik suçlamasıyla sürdürülüyor ne yazık ki! Hem de olayın içeriği, kimler tarafından niçin ve hangi şartlar göz önünde verildiğine hiç bakılmadan, şu sevinç çığlıkları ile sürdürülüyor:

-Oh en nihayet ayağımıza bir mağduriyet pası geldi!..

104 amiralin, bundan böyle “Montrö Bildirisi” olarak anılacak açıklamasına bakınca, bunun darbe çağrısı olarak algılanabilmesi imkansızlığı bir yana, bu emekli askerlerin önemli bölümünün Ergenekon ve Balyoz kumpasları nedeniyle yıllarca hapislerde yatmış, en verimli yıllarını kaybetmiş, aileleriyle birlikte acılar çekmiş komutanlar oldukları görülüyor.

Diğer önemli bir ayrıntı da bu amirallerin 15 Temmuz darbe girişimine de karşı çıktıkları gerçeği...

Üstelik Montrö-Lozan meselesi onların en iyi bildikleri, yıllarını verdikleri, uzmanı oldukları konular. Daha birkaç gün önce Büyükelçilerin, sonrasında eski milletvekillerinin aynı konuda yaptıkları açıklamalar ortadayken, emekli olmuş, üniformasını çıkarmış, silahını bırakmış bu insanlar konuşmayacaktı da bakkallar, eczacılar, kasaplar mı konuşacaktı: Kaldı ki Anayasa’nın 26. Maddesi’nin 1. Fıkrası şöyle der:

-Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestisini kapsar.

İltifata mazhar SADAT darbeci amiraller!..


Montrö Bildirisi’ne imza atan amirallerde bazıları gözaltında, bazıları yaş haddi sebebiyle üç gün içinde gelmeleri şartıyla savcılığa davet edildiler...

Gelelim, tam tersi örneklere; TSK ile “irticai faaliyetler” nedeniyle ilişkisi kesilen emekli askerlerin öncülüğünde kurulan SADAT örneğine bakalım önce... Başında, 1996 yılında TSK’dan emekli edilen Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi bulunuyor. Yakın tarihe kadar Cumhurbaşkanı başdanışmanı görevinde de bulunmuştu.

Bu şahıs, Yönetim Kurulu Başkanı olduğu ASSAM Kongresi’nde yaptığı “Mehdi gelecek, ortamı buna göre hazırlamalıyız” sözleriyle büyük tepki çektiği için, hem başdanışmanlık hem de Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyeliğinden istifa etmek zorunda kalmıştı...

Aynı kişinin, 19-20 Aralık tarihlerinde başında olduğu ASSAM tarafından İstanbul’da düzenlenen “ASRİKA Ortak Savunma Sanayi Üretimi” konulu İslam Birliği Kongresi’de aynen şöyle deniliyordu:

-Devletin adı ve şekli: ASRİKA (Asya-Afrika) İslam Devletler Birliğidir. ASRİKA İslam Devletleri Konfederal Cumhuriyetidir.

-ASRİKA İslam Devletler Birliği, kuvvetler ayrılığı sistemini uygular ve başkanlık sistemi ile yönetilir.

-Başkenti İstanbul, resmi dili Arapçadır!

Nasıl buldunuz? Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük kentinin başkenti olduğu, resmi dili Arapça olan, Konfederal bir İslam Cumhuriyeti kurulması çağrısı yapılıyor, anayasası bile açıklanıyor! Peki, düpedüz “Anayasayı ortadan kaldırma” suçu olan bu girişim karşısında ne yapılıyor?

-Koskocaman bir hiç!..

Aynı kuruluşun ve başındaki Tanrıverdi’nin“İrtica hükmünün kaldırılması”, “Laikliğin anayasadan çıkarılması”, “Eyalet sisteminin getirilmesi” gibi konularda “Siyasetin tam da göbeğinden” açıklamaları da mevcut! Tanrıverdi, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iktidara yaptıkları tüm önerilerin tamamıyla uygulandığını da övünerek şöyle sıralamıştı:

-Yüksek Askeri Şura’nın yapısı değişsin dedik, değişti... Askeri Yüksek yargı kalksın dedik o da gerçekleşti. Başkanlık sistemi gelsin dedik, o da geldi...

Burdan çıkan sonuç ne? Demek ki bu askerler “iltifata mazhar”, Montrö’yü savunan amiraller darbeci öyle mi!..

Peki bu amiraller ne demiş?..


Bir örnek daha vermek isterim...

Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un “Montrö kaldırılabilir” sözlerinin ardından bir yandaş yazarın “Artık Montrö’nün kaldırılmasının da sırası geldi” sözlerini bu sütunda aktarmıştım sizlere...

Bu durumdan cesaret alan Atatürk-Cumhuriyet-Lozan düşmanları olacaktı tabii, oldu da! FETÖ’nün kapatılan gazetesi Zaman’ın yazarlarından Mustafa Armağan, Montrö için aynen şöyle dedi:

-Montrö’nün fesih süreci başlayacaktır. Bu kadar. Önünde bir engel yok!

Gördüğünüz gibi, her isteyen cumhuriyet karşıtı Montrö’ye, Lozan’a karşı ağzına geleni söyleyecek, emekli amiraller buna karşı ağzını bile açmayacak öyle mi!

Amirallerin bildirisinde özetle ne deniyor, merak edip okuyan var mı? İşte bazı başlıklar:

-Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse uluslararası antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.

-Montrö, Türkiye’nin haklarını en iyi şekilde koruyan, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlar’daki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşması’nı tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir.

-Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Montrö’nün tartışma konusu yapılmasına/ masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.

-Diğer taraftan, son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikte bazı görüntüler (cübbeli-takkeli amiral) ve haberler ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur.

-Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir.

İşte komutanların başlıklar halinde vermeye çalıştığım kaygı ve önerileri... Bir de, “darbe iması var” denilen bölümü paylaşayım:

-Bu gerekçelerle TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tahdidi ile karşılaşabilecektir.

Bu bildiriden “darbe iması”, tehdidi çıkar mı sorusunu sormaktan bile utanır, elem duyarım. Ancak bir başka soru sorabilirim:

-İçeriğinde karşı çıktığınız, “Benimsemiyorum” dediğiniz ne var?

Bu ülkenin sade, yurtsever tüm insanlarına açık bir sorudur...