Korkusuz
Can Ataklı

Büyük başarı; Erdoğan çay-simit hesabını kendi iktidarında tutturdu!

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Büyük başarı; Erdoğan çay-simit hesabını kendi iktidarında tutturdu!


Bugün saray iktidarı hiçbir eleştiriye tahammül edemiyor.

Erdoğan’a yönelik bir şey mi söylediniz, savcıları hemen harekete geçirtiyorlar ve “cumhurbaşkanına hakaretten” soruşturma açtırıyorlar.

Sadece soruşturma açılsa neyse, bir de kendi kontrolündeki medya aracılığı ile ciddi bir linç ve karalama kampanyası da yürütülüyor.

Örneğin çöpleri karıştırıp yemek arayanları mı haber yapıyorsunuz, saraydan müthiş bir öfke patlaması yükseliyor.

Bağırıyor “Yok böyle bir şey, yalan söylüyorlar. Cehape zihniyeti işte budur” diye.

Oysa aynı Erdoğan, henüz iktidara gelmediği yıllarda “Benim halkım çöpleri karıştırıp yiyecek arıyorsa bu iktidar artık yerinde duramaz” diye eleştiriyordu dönemin hükümetlerini.

Erdoğan, ekonomik sıkıntı ve hayat pahalılığı ile ilgili eleştirilere de çok öfkeleniyor.

“Karnı doyuyorsa size ne oluyor?” diye azarlıyor örneğin.

Belki bir an sosyal bir devleti yönetmek zorunda olduğunu unutuyor ve “tebasını doyuran kral gibi” görüyor kendini.

Dünkü gazetelerde “İstanbul’da simidin 2.5 lira olduğu” yazıyordu.

Birden aklıma Erdoğan’ın yıllar önce, 90’lı yılların ortasında, “çay, simit ve asgari ücret üzerinden yaptığı geçinme formülü” konuşması geldi.

Erdoğan, o zaman da şimdiki gibi öfkeliydi, bağıra bağıra anlatıyordu derdini halka yine.

Bursa’da konuşurken, “Bakın size hep yaptığım bir ekonomik hesabı yapacağım. Simit bin lira” demiş ve “Bursalılar çay ne kadar?” diye sormuştu.

Çayın da bin 500 lira olduğunu öğrenince “Karı-koca ve üç çocuklu bir aileyi” anlatmıştı.

“Bu aile” demişti, “sadece çay ve simitle doymak istese bakalım ne oluyor?”

Hesabı yapmıştı.

Bir çay, bir simit 2 bin 500 lira.

Bunu beşle çarpalım 12 bin 500 lira.

Günde üç öğün, 37 bin 500 lira eder.

30 günde ise 1 milyon 125 bin lira.

Erdoğan bunu “Haydi 1 milyon 200 bin liraya yuvarlayalım” dedikten sonra eklemişti; “Bugün asgari ücretten ele geçen net para 949 bin lira. Peki benim asgari ücretli vatandaşım elektrik, su parasını nasıl ödeyecek, okul parasını nasıl verecek? Vatandaşına bir çay ve simidi layık görmeyen bu hükümet hâlâ göreve devam mı edecek?”

Müthiş alkış kopmuştu ve kalabalık dakikalarca “Hükümet istifa” diye slogan atmıştı.

Sonra Erdoğan iktidar oldu.

Her şeyden olduğu gibi ekonomiden de sorumlu.

O halde gelin “Erdoğanca çay-simit hesabını” tekrar yapalım.

Bugün İstanbul’da bir simit 2.5 lira.

Çay ara sokaklardaki mahalle kahvelerinde 2 lira.

Etti 4.5 lira.

Karı-koca üç çocuktan oluşan ailenin bir öğün çay-simit masrafı 22.5 lira.

Günde 3 öğün etti mi 67.5 lira.

Bunu 30’la çarpalım ne etti?

2 bin 25 lira.

Peki bugün asgari ücretten ele geçen kaç lira.

2 bin 825 lira.

Bu durumda Erdoğan başarılı mı?

Hükümetin gitmesini istediği dönemde, 5 kişilik bir ailenin sadece çay simit parası asgari ücreti geçiyormuş.

Şimdi geçmiyor.

800 lira cepte kalıyor.

Onunla, kira elektrik, su, okul parası ödenecek.

18 yıllık iktidarın sonunda gelinen başarı çizgisi işte bu.

Tabii bunun adı başarıysa...

CANIMI SIKAN ŞEYLER

İbrahim Kalın da S-400’leri gömeceklerini açıkladı


Güya alındığının söylendiği günden bu yana, S-400’lerin asla kullanılmayacağını ve çöpe gideceğini yazıyorum.

Çok kızanlar oldu.

Sinop’ta deneme atışı yapılınca çok heyecanlananlar, “Şimdi o füzeyi ne yapacaksın?” türü iğrenç göndermeler bile yaptılar.

Kimileri “Çık özür dile” diye parmak salladı kendince had bildirerek.

Ama o zamanlarda da “Kendinizi kandırmayın, bir blöf yapıldı, tutmadı. Şimdi halka belli etmeden geri adım atılıyor” dedim.

Trump kazanıp devam etseydi, S-400’ler çöpe atılsa bile kimseye haber verilmeyecekti.

Ama Biden seçilince konuyu tekrar gündeme, üstelik bu kez çok daha açık biçimde getirdi Amerikan yönetimi.

Yani “Kimseye bir şey söylemeden durumu idare ederiz” deme olanağı kalmadı.

Milli Savunma Bakanı da “Konuyu görüşme masası kurarak çözeriz” demekten vazgeçerek, “S-400’ler için Girit modeli uygulayabiliriz” açıklaması yaptı.

Girit modelini anlatmıştım, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesiminin aldığı S-300 füze sistemini, Türkiye’nin de sert tepkisi üzerine kendi envanterine geçirmiş ve Girit Adası’ndaki bir yer altı askeri deposuna kapatmıştı.

Benzer açıklama dün de saray sözcüsü İbrahim Kalın’dan geldi.

Bana göre onun açıklaması daha da vahim.

Belli ki artık çok sıkıştılar.

Bir Amerikan televizyonuna konuşan Kalın şöyle demiş;

“Sayın Cumhurbaşkanımız, Patriot ya da bir başka NATO müttefikinden başka bir savunma sisteminin satın alınması konusunda Türkiye’nin görüşmelere hazır olduğunu belirtti. Bunu yapmaya hazırız, tam iş birliğine hazırız. Biden yönetimiyle yeni bir sayfa açacağımıza inanıyoruz. Kendisi Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanımızı tanıyor.”

Bu nasıl şeydir böyle?

Eğer Patriot veya Avrupa füzesi alınacaksa Ruslar’dan niye füze alındı, niye bu milletin 2.5 milyar doları adeta sokağa atıldı?

Hani Amerika Patriot’ları vermiyordu da mecburen Rus füzesi alınmıştı?

Neresinden tutsanız olmuyor.

Bu arada bir askeri kaynağım, “Amerika Girit modelini kabul etmek istemiyor. Tümüyle ortadan kaldırılmasını istiyor S-400’lerin” dedi.

FIKRA GİBİ

AKP kongreleri her geçen gün daha kalabalıklaşıyor


Korona yasakları herkesi bunalttı.

Tabii bu işin başka çaresi de yok.

Hatta aslına bakarsanız Türkiye’de, Avrupa ülkeleri kadar sıkı önlemler yok.

Avrupa ülkelerinde gün içinde sokaklarda gezinenlere, kafelerin önünde ellerinde bardaklarla yığılanlara, parklarda sere serpe oturanlara, ölüm, doğum nedeniyle ev ziyaretleri yapanlara rastlamak mümkün olmuyor.

Bizdeki önlemler onlara göre hayli gevşek ama yine de hiç yoktan iyidir.

Ancak bu önlemler hepimizin gördüğü gibi, iş siyasi olunca keyfe göre yön değiştiriyor.

Örneğin bir protesto amaçlı basın bildirisi okuyacaksınız, iktidar partisi içinde size talimat gelmediği halde adaylık açıklamaya kalkacaksanız, “pandemi kuralları” anında devreye giriyor.

İktidara yakın bir kulüp, STK değilseniz genel kurul yapmanız hatta yönetim kurulunu toplamanız bile pandemi yasaklarına takılıyor.

Tek istisna AKP’nin kongreleri.

Burada yasaklar işlemiyor.

Hatta bu kongreler gün geçtikçe daha da kalabalıklaşıyor.

Çünkü Erdoğan her seferinde “Salgın hastalığa rağmen geldiğiniz için çok teşekkür ediyorum” diye başlıyor söze.

Bu sözlerin söylenmesinden sonra illerde “Biz daha fedâkarca geliyoruz salonlara yarışı” başladı.

Tabii kendisi sarayda, kamera karşısında konuşuyor.

Anladığım kadarıyla konuşurken, karşısındaki ekranlardan salonları ve buralarda adeta üst üste oturanları tam göremiyor ve bu nedenle her konuşmasına “Maske-mesafe-temizlik kurallarına çok iyi uyduğunuzu görüyorum, bunun için de teşekkür ediyorum” diyor.

Böyle komik bir ülkeyiz işte.

BUNU YAZMAK GEREK

Yine aynı edebiyatla Amerika’ya cevap verilmiş


Yeni Amerikan yönetiminden sürekli zorlayıcı mesajlar geliyor.

Boğaziçi öğrencilerine uygulanan orantısız güç eleştiriliyor örneğin.

Akdeniz’de gerginliğin sona erdirilmesi isteniyor.

S-400 konusunun bir an önce bitirilmesi isteniyor.

Son olarak ve ikinci kez Osman Kavala hakkındaki AİHM kararının uygulanması isteniyor.

Dışişleri Bakanlığı da Amerika ile eşit olduğumuz için, dışişleri sözcüsü aracılığı ile cevap vermiş.

Tabii kullanılan üslup yine aynı...

“Kimse bizim yargımıza müdahale edemez” edebiyatı.

Dışişleri Sözcüsü, “Osman Kavala hakkında bağımsız mahkemelerce yürütülen yargı süreçleri devam etmektedir. Herkes bu süreçlere saygı duymak zorundadır” diyor açıklamasında.

Sonra da lafı sanki çok istiyorlarmış gibi Fetullah Gülen’e getiriyor sözcü ve şöyle diyor; “Türk demokrasisine darbe girişiminde bulunan FETÖ elebaşının ülkemize iadesi konusunda hukuki süreçleri bahane gösteren bir ülkenin, Türkiye’de devam eden bir hukuki sürece müdahale etme gayreti ilkesiz ve tutarsız bir yaklaşımdır. Türkiye bir hukuk devletidir. Hiçbir devlet veya hiç kimse Türk mahkemelerine yargı süreçleri hakkında emir veremez.”

Papaz olayını hatırlamasak bu edebiyata inanacağız da olmuyor işte...

OKURDAN MESAJ

İçişleri Bakanı akıl versin lütfen; Gerçekten bu insanlar ne yapsınlar?


Uzun zamandır 65 yaş üstüne ve 12 yaş altına getirilen sınırlamaların ne kadar anlamsız olduğunu, bunun aynı zamanda herkesin işini de zorlaştırdığını yazıyorum.

Bugün, İstanbullu 65 yaş üstü bir okurumdan gelen mesajı paylaşmak istiyorum.

Bakın ne demiş bu okurum?

Sevgili Can Bey;

Bildiğiniz gibi 65 yaş üstü kişilerin hafa içi saat 10.00 –13.00 saat dilimi haricinde sokağa çıkmaları yasak olduğu gibi, serbest saatlerde de toplu taşıma araçlarını kullanması yasak.

Bulunduğumuz yer Beykoz’un Akbaba Mahallesi (köyü). Burada eczane, aile hekimi, hastane, banka şubesi, PTT şubesi vb. yok.

Bunlarla ilgili herhangi bir işimizi halletmek, doğalgaz, su, elektrik, telefon, internet ve benzeri ödemelerimizi yapabilmek için 7-8 km uzakta Beykoz’a gitmek zorundayız.

Oysa toplu taşıma araçlarına da binmemiz yasak.

Bu durumda biz işlerimizi nasıl halledeceğiz? Bırakın hastalanmayı, raporlu ilaçlar dışında herhangi bir ilaç yazdırmak için hastaneye ve doktora gidemediğimiz gibi, almak için eczane de yok. Bizlere yasak getirilirken sorunlar olabileceği hiç düşünülmüyor.

Adeta elektronik kelepçeli mahkum gibiyiz.

Saygılarımla.

Bu ve benzeri o kadar çok şikayet var ki, hepsini yayımlamak elbette mümkün değil.

Tabii bir de çocuklu ailelerin toplu taşıma araçlarına binememesi, alışveriş merkezlerine girememesi de var.

Acaba diyorum “İçişleri Bakanı bu durumda olanlara bir akıl verebilir mi?”