Korkusuz
Can Ataklı

Bu kadın çok müthişmiş meğer

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bu kadın çok müthişmiş meğer


Hafta sonunda çok sevdiğim eski bir siyasetçi ile birlikteydim.

Zamanımız da vardı, hayli uzun bir ufuk turu yaptık ülkemizle ilgili.

Zaman zaman deneyimlerinden yararlanmak için bu sohbetleri yapıyorum ve ben bunları iple çekiyorum.

Bu haftaki sohbetimizde, “Canan Kaftancıoğlu’nu iyi tanıyor musun?” diye sordu.

Ben de “Hiç tanımıyorum, bir kere karşılaştık o kadar, sohbetimiz de yok” cevabını verdim.



“Son Taksim toplantısında dinledim ve çok şaşırdım” dedi bu cevabım üzerine.

Taksim toplantıları korona nedeniyle artık bir salonda yapılmıyor, katılımcılar internet ortamında “Zoom” denilen sistemle bir araya geliyor.

Canan Kaftancıoğlu, son Taksim toplantısının konuğu olmuş.

Eski siyasetçi dostum, “Çoğu, CHP’nin deve dişi gibi isimleri karşısında inanılmaz bir performans sergiledi. Ben kendisini daha önce hiç görmemiş ve konuşmamıştım, ama beni çok etkiledi” dedi.

Ben de meraklandım haliyle.

“Ne söyledi, nasıl söyledi? Siz pek etkilenmezsiniz, üstelik son dönem siyasetçilerle ilgili eleştirilerinizi de biliyorum” diye gülerek takıldım önce.

Değerli dostum, “Dur, Taksim toplantısının son halini söyleyeyim önce” dedikten sonra devam etti; “Zoom olayını çok iyi kullanıyorlar. Bütün katılımcılar sanki salonda oturuyormuş gibi canlı olarak yayındalar, istediğiniz gibi soru sorabiliyor ve konuşuyorsunuz.”

Sonra, “Gelelim çok etkilendiğim ana” dedi.

Tanınmış bir siyasetçi mealen şöyle bir soru sormuş Canan Kaftancıoğlu’na; “Partiniz yönetimi, yaptığı son araştırmalarda AKP’nin çok oy kaybettiğini ve ittifakla bile kazanmasının artık mümkün olmadığını açıklıyor. Ayrıca ekonominin çok kötü olduğunu, halkın hiç olmadığı kadar tepkili ve mutsuz olduğunu da söylüyorsunuz. Bu durumda hemen bir seçime gitmek ve iktidarı devralmak için neden hiçbir şey yapmıyorsunuz?”

Siyasetçi dostum, “Cevabın klasik biçimde olacağını düşünürken Canan Hanım öyle bir cevap verdi ki, şaşkınlıktan dilimi yutacak gibi oldum” dedikten sonra benim “Nasıl yani?” bile dememe fırsat bırakmadan devam etti:

“Bu dönemde bir siyasetçinin popülizmden bu kadar uzak, bu kadar gerçekçi, samimi ve net bir cevap verebileceği aklıma bile gelmezdi. Ama bu kadın gerçekten müthiş. Açık söyleyeyim kendisini sevmedim, ama çok etkilendim.”

Ben şaşırarak kendisini dinlerken, “Sanki karşımda Golda Meir veya İndira Gandi var gibi hissettim, kadınlığı değil, soğuk görünümü altında fikirleri öne çıkan bir kadın” dedi dostum ve sonra da şunları ekledi;

“Alışılmış dışında bir siyasetçi olan Canan Kaftancıoğlu’nun, CHP’nin çok daha etkili bir görevinde olmasının, Türkiye için yararlı olacağını düşünüyorum ve galiba öyle de olacak. Bu kadar çok kararlı, asık suratlı ama konuşurken samimi bir siyasetçi nadir görülür.”

NOT:  Siyasetçi dostum Canan Kaftancıoğlu’nun soruya verdiği cevabı elbette anlattı bana. Ancak Taksim toplantıları basına kapalı yapılır ve kişinin izni olmadan, yapılan konuşmalar açıklanmaz. Ayrıca Kaftancıoğlu, gerçekten sıradan bir politikacı gibi konuşmamış. Söylediklerini bire bir aktarmam mümkün değil. Kendim dinlemediğim ve elimde yazılı bir metin olmadığı için yanlış da yazabilirim.

Bu nedenle burada yazmıyorum. Dilerse, kendisi verdiği cevabı kamuoyu ile paylaşır.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Yükseldikçe durum kötüleşir


Yeni haftaya biraz tebessüm ederek ama daha çok düşünerek başlayalım.

Sosyal medyada bir iki gündür gezen hikâyeyi sizlerle paylaşayım;

Profesör, bir öğrenciyi kürsüye çağırıp

“Anlat bugünkü dersi bakalım” demiş.

Öğrenci başlamış anlatmaya.

Profesör sözünü kesmiş öğrencinin, “Şimdi kürsünün üstüne çıkarak devam et” demiş.

Öğrenci kürsüye çıkıp devam etmiş.

Profesör, bir süre sonra yine lafa girmiş ve “Kürsünün üstüne bir sandalye koy, sonra üstüne çık devam et” demiş bu kez.

Öğrenci denileni yapmış.

Derken yeni talimat gelmiş profesörden, “Şimdi sandalye üstüne tabureyi koy, anlatmaya öyle devam et.”

Öğrenci tabii onu da yapmış yapmasına ama artık düşmemek için dengesini kontrol etmeye daha fazla özen gösterir olmuş, bu kez de konuştukça dediklerinde tutarsızlıklar başlamış.

Hoca bunun üzerine, “Tamam artık” diyerek şu dersi vererek bitirmiş; “İnsan yükseldikçe, dediklerinde tutarsızlıklar olur, çünkü artık beyin söyleneni değil, bulunan yerden düşmemeyi önceler.”

Peki bizim bundan almamız gereken ders nedir?

Hikâyeyi sosyal medyada paylaşan şu notu koymuş altına;

Kimilerinin söylemlerine buradan bakın...

ŞAŞIRDIM

Yaşlılara zatürre aşısı gerekli de sorun bakalım var mı?


Uzmanlar, özellikle yaşlı kişilerin koronaya karşı önlem olarak zatürre aşısı olmalarını tavsiye  ediyor.

İyi de zatürre aşısı var mı, isteyenler bulabiliyor mu ya da nasıl bulunuyor?

Eski milletvekillerinden ve Yolsuzlukla Mücadele Derneği Başkanı Tevfik Diker, zatürre aşısı macerasını bakın nasıl anlatmış;

Ankara Özel Güven Hastanesi Göğüs Hastalıkları uzmanına, “65 yaş üstüyüm, malumunuz zatürre tedavisi gördüm. zatürre ve grip aşısı yapar mısınız?” dedim.

Cevap; “Zatürre aşısı yok. Eylül 15’ten sonra gelecek. Grip aşısıyla ilgili bilgimiz yok, zatürre aşısı için sıra bekleyenler var, aşı geldiğinde mümkün olursa sizi ararız.”

Devamlı ilaç aldığım eczaneye sordum.

“Zatürre aşısı yok. Sizi listeye aldım. Fiyat 334 TL ve grip aşısı yok” cevabını aldım.

Aile hekimini aradım.

O da “Zatürre aşımız yok. Gelince ararım. Sırada çok hastam var. Grip aşısıyla ilgili bilgiler net değil” dedi.

TBMM Hastanesi’ni aradım.

Telefona cevap veren yok.

Durumu TBMM Genel  Sekreteri Kumbuzoğlu’na WhatsApp mesajıyla bildirdim.

Cevap bekliyorum.

Sade vatandaş ne yapsın?

Sağlık Bakanı ancak 2T yani Twitter ve tabela da var.

Derhal istifa etsin.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Korona tedavisi böyle oluyorsa yandık yani


SSosyal medyayı iyi izleyenler Mehmet Kudal’ı bilir.

Kudal, Tele1’de yaptığım konuşmalardan küçük bölümler alarak sosyal medyada paylaşan bir okurum-izleyicim.

Cumartesi günü Mehmet Kudal’dan gelen mesaj canımı çok sıktı.

Çünkü ne yazık ki koronaya yakalanmış çok genç yaşında.

Şimdi yaşadıklarını kendisinden dinleyelim;

“Pazartesiden beri vücudumda olan kırgınlık, halsizlik sonrası, perşembe günü Memorial’da 500 lira vererek test yaptım pozitif çıktı ve az önce filyasyon ekibi gelip uzakta durup içeri sıtma ilacı fırlatıp gittiler. Ben ‘10-14 gün sonra size ücretsiz test yapacağız’ demelerini beklerdim. Test yapmadıklarını söylediler. Yani ben negatif miyim, değil miyim diye yine para vereceğim. Etrafımdan kulağıma gelen, başka hafif geçiren pozitif vakalarda, iki ilaç birden verdiklerini duydum ama bana sadece 5 gün kullanabileceğim tek bir tane sıtma ilacı (plaquenil)  10 tablet verdiler. Demek ki korona ile mücadele böyle yapılıyormuş.”

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Dünyanın bileğini yine büktük mü yani?


Doğu Akdeniz’de sismik araştırmalar yapan Oruç Reis gemisi, Türkiye ile Yunanistan arasında NATO nezdinde başlayan müzakereler çerçevesinde Antalya Limanı’na geri dönmüş.

Bir ayı aşkın süredir, “Herkes yaptığının bedelini öder, karşımıza çıkanı perişan ederiz; bizimle boy ölçüşemezsiniz” türü edebiyatı dinledik durduk.

Oruç Reis gemisi, Türk donanmasının eşliğinde denizde gezdi.

Sondaj yaptı mı, bir bulguya ulaştı mı, bunları bilmiyoruz.

Şu an bildiğim, geminin Antalya Limanı’na döndüğü.

Yunan tarafı, Oruç Reis gemisinin geri dönüşünü, “Müzakerelerin başlaması için olumlu bir adım” olarak tanımlamış.

İktidar, “Türkiye, askeri gücünü göstererek tarafları masaya oturtma aşamasına geldi, bundan sonrası artık müzakerelerle olacak” diyecektir elbette..

Ama öyle değil işte.

Kimse kendini de milleti de kandırmasın.

Türkiye gemisini çekmeden, Yunanistan masaya oturmaya razı olsaydı ve gemi ondan sonra limana yanaşsaydı bir diplomatik/askeri başarıdan söz edilebilirdi.

Yani yine dünyanın bileğini falan bükmüş değiliz, tam tersine galiba yine Amerika ve NATO  “Tamam artık, otur yerine” dedi.