Korkusuz
Ümit Zileli

“Biz varız!”

Evet, varlardı...

Hem de öyle bir varlardı ki, ayağa kalktıklarında, yeri sarsmış, güvenlik güçleri yetersiz kalmış, ordu göreve davet edilmiş, İstanbul ve Kocaeli’de bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edilmişti!..

Yarım yüzyıl önce, 15 Haziran 1970... Haklarının verilmemesi, sendikaların boğulmak istenmesi üzerine özellikle iki büyük sanayi kentinde direnişe geçen işçiler, İzmit’ten İstanbul’a yürüyüşe başlamıştı... Ülke tarihinde bir ilk olan ve üzerine kitaplar yazılan, filmler çekilen, belgeseller üretilen, araştırmalar yapılan bu eylem tarihe şu sözlerle kazınacaktı:

-15-16 Haziran İşçi Direnişi!..

Aslında, bu direnişi anlayabilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor. 1961 Anayasası’yla birlikte birtakım haklar kazanan ve örgütlenmeye başlayan işçiler, aradan geçen 8-9 yıllık süreçte çok önemli bir çıkış yakalamıştı; o yıllarda pek çok işçi eylemi gerçekleşti. Mesela bunların en etkili, üzerinde çok konuşulan eylemlerinden biri Saraçhane Mitingi’ydi... İşçi sınıfı ilk kez güçlü bir şekilde bir araya geliyor, hakkını arıyordu!

1962 yılında ki “Açların Yürüyüşü” ise büyük ses getirmişti. 3 Mayıs 1962’de çoğu inşaat amelesi olan 5 bine yakın işçi ve işsiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğru harekete geçmiş, valiliğin izin vermemesine rağmen yürüyüş sürmüş, polis de engel olamamış ve işçi Meclis’in kapısına dayanmıştı.

-Bu eylem işçi lehine bazı kararların alınmasını sağladı ve tarihe geçti.

DİSK kuruluyor!


1967 yılına gelindiğinde ise “devrim niteliğinde” bir olay gerçekleşti...

Türk-İş’i bağımsızlığını kaybetmekle ve hükümetin dünem suyuna girmekle suçlayan 5 sendika konfederasyondan ayrıldı ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kurdu. DİSK kısa zamanda sivrildi ve işçinin tercih sıralamasında ilk sırayı almaya başladı. Bu durum başta işveren kesimi olmak üzere iktidar çevrelerinde rahatsızlık yarattı!

İşverenlerin bastırması, Türk-İş’in de destek vermesi sonucunda TBMM’de bir yasa tasarısı hazırlandı; tasarı, sendikaların ülke çapında faaliyette bulunabilmesi için işkollarındaki işçilerin en az üçte birinin üye olması zorunluluğu getiriyordu. Oyun çok açıktı:

-Konulan baraj, kısa bir süre önce kurulan DİSK’in ve ona bağlı sendikaların örgütlenmesini ve işçileri temsil edemez duruma düşmesini hedefliyordu!..

İşte, 15-16 Haziran işçi direnişi bu koşullarda filizlendi, büyüdü ve gerçekleşti... Özellikle İstanbul ve Kocaeli merkezli bu direnişe yurdun pek çok yerinden de destek geldi. Slogan ise çok anlamlıydı:

-Biz varız!

Direniş iki gün sürdü; kolluk güçleri yetersiz kalınca sahaya ordu güçleri indi, 1 ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi... İki gün içinde kent merkezlerine 150 bin işçi yürüdü. Her sendikadan işçi kol kola yürüdü. Kadın işçiler adeta başı çekti...

Hükümet, bu kadarına dayanamadı tabii! DİSK üyesi sendikacılar, işçiler gözaltına alındı, yüzlerce işçi işten atıldı. Dönemin Başbakanı Demirel, bu direnişi şöyle tanımlayacaktı:

-Ayaklanma provası!..

Ardından 12 Mart Muhtırası ve baskı dönemi geldi. İşçi eylemleri iyice zapturapt altına alınmış, “sarı sendikacılık” başarılı bir şekilde sahneye dahil edilmiş, işveren de rahat bir soluk almıştı!

Zaten sırada, 12 Eylül darbesi, yalnızca sendikaların değil tüm toplumun ehlileştirilmesi projesi vardı ama henüz hiç kimse bilmiyordu!

-Bugün, aslında o günlerin eseridir!

Bakın şu alçaklığa!


Hafta sonu bir “haşere”, sosyal medya üzerinden Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a alçakça bir saldırıda bulundu...

Bu şeref yoksunu alçağın yazdıklarını bu sütuna almaya bile utanırım... Olayın beni sevindiren tarafı, iktidar partisi de dahil olmak üzere tüm partilerin ve toplumun ezici çoğunluğunun bu pespayeliğe, bu alçaklığa en yüksek perdeden karşı çıkması oldu...

Gerçi bir tarikat organının “küçük” tetikçisi gibi tipler, AKP’den yükselen protestolara pek bozuldu ama o da bence hayırlı oldu; kimlerin zift kustuğunu bu tür olaylar nedeniyle görmemiz de çok önemli!..

-İnsanlarla yaratıkları birbirinden ayırmak lazım, değil mi?!