Bir hafta geçti çıt yok, sözde yardımlar cepte kaldı yine!
Türkiye için “utanmazlıkların en rahat yaşandığı ülke” diyeceğim ama dilim varmıyor.
Gerçek tuhaf bir durum, bu ülkede kimse rezil olmuyor.
Utanma kalmamış.
Ar, haya yok.
Ahlak, namus çökmüş.
Terbiyesizlik, nezaketsizlik yükselen değer olmuş.
Hırsızlıktan, uğursuzluktan söz etmiyorum bile; bunlar neredeyse yaşam biçimi oldu.
Buna rağmen ahlaklı, namuslu, vicdanlı, dürüst insanlarımızın çoğunluk olduğuna inanıyorum.
Buna karşı kötüler o kadar ortada, o kadar fütursuza davranıyor, o kadar güç sarhoşluğu içindeler ki bu milletin gerçek feraseti bir türlü daha güçlü olduğunu gösteremiyor.
Bakın aradan tam bir hafta geçti geçen pazar yazdığım yazı üzerinden.
Neydi o yazı?
Bir sürü ünlü isim tüm televizyonların yaptığı ortak yayında bağış toplamıştı depremzedeler için.
Türkiye’nin en tanınmış iş insanları bağlanmışlardı yayına, bağış adı altında milyonlar uçuşmuştu havalarda.
Sonunda 7 saatte 115 milyar lira toplandığı ilan edilmişti.
Zaman zaman vıcıklıkların da yaşandığı bu geceden sonra defalarca sordum: “Bu paralar hangi hesapta, imza yetkilisi kim, şu ana kadar bu 115 milyardan ne kadar ve nereye harcandı?” diye.
Kimse cevap bile vermedi.
Sorulara devam ettim: “Milyonlarca lira bağış yapanlar bu paraları yatırdı mı, yatıranlar neden dekontlarını göstermiyorlar?”
Sonunda bir açıklama geldi.
Meğer o gece sadece kumbarasını kıran çocuklar, emeklilik maaşının yarısını feda edenler, bir günlük hasılatlarını veren esnaf, ev kadınları, memurlar, öğrenciler vaat ettikleri miktarları yatırmışlar.
Bir de kamu kuruluşları, onlar da emir tepeden geldiği için belirttikleri paraları bilmediğimiz AFAD hesabına aktarmışlar.
Bu nasıl bir ahlaksızlıktır böyle.
Bir hafta önce adı büyük iş insanlarının vaat ettikleri paraları yatırmadıkları çıktı ortaya.
Bir hafta geçti hala yatırmamışlar.
Yatırsalar en azından biri çıkıp “İşte vaat ettiğim miktarın dekontu” diye çıkardı ortaya.
Ahlaksızlıktır bu, dolandırıcılıktır bu.
O geceye katılan ve aldıkları her bağıştan sonra sevinç çığlıları atan ünlü sunuculardan da hiç haber yok.
Bir hafta geçti, belli ki hiçbiri o gece konuştukları ünlü isimleri aramamışlar, “Beni de rezil ettiniz, parayı niye yatırmadınız” dememişler.
Onlar da mı bu kadar utanmazlar?
Örneğin Acun Bey, acaba “Abi, abi” diye konuştuğu ve “Haydi 50 milyon daha yuvarlayalım” dediği kişiyi aradı mı “Abi ne oldu ya şu senin bağış işi” diye sormadı mı?
Diyorum ya, kimse rezil olmuyor bu ülkede.
Çünkü aslında kamuoyu önünde rezil olan bu kişiler öyle çok kazanıyorlar ki “Amaaaan, boşver, rezil olsak ne olacak, bu millet balık hafızalı, unutur nasıl olsa, biz keyfimize bakalım” diyorlar.
KOMİK
Gülmekten öldüren olaylar
Okurlarımdan Erhan Tığlı’nın zaman zaman gönderdiği taşlamaları mutlaka okumuşsunuzdur daha önce.
Erhan Tığlı bu kez taşlama yerine dört tane “ölümlü” ama çok “komik” olay göndermiş.
Gelin birlikte okuyalım;
Her şeyin mizahı olduğu gibi, ölümün de mizah vardır. Bunlardan kimisi ürpertir ya da acı acı güldürür, kimisi de gülmekten öldürür. İşte birkaç örnek:
Cimri oğulun başına gelen
Cimri bir İskoçyalının babası ölüyor. Oğlu, köyüne gömülmesini vasiyet eden babasının cesedini trenle götürmeye karar veriyor ama ölü için istenen para dirilerden çoktur. O da babasını giydirip diriymiş gibi kompartımana oturtuyor. İçerde kimse yoktur. Oğul sıkılıp dolaşmaya çıkıyor. Aksilik bu ya, ara istasyonlardan birinden trene bir yolcu biniyor ve babanın karşısına oturuyor, selam verip kendisiyle konuşmak istiyor ama baba susmakta, gözlerini ona dikip durmaktadır. Yolcu bu duruma çok kızar, cinler tepesine çıkar; “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz; yoksa adam yerine koymayıp küçümsüyor musunuz? Ayıp be!” diyerek adama şöyle bir vurur ve onu yere yuvarlar. Adamın kalbini dinler, atmadığını ve onun hareketsiz kaldığını görünce de katil oldum diye çırpınır, ne yapacağını şaşırır. Tam o sırada tren tünele girmiştir. Adam onu aldığı gibi pencereden dışarı atar, bir şey olmamış gibi oturur. Oğul gelip babasını sorunca da gayet sakin, “O yaşlı adam geçen istasyonda trenden indi” der. İş işten geçtikten sonra, neye yarar ah ile vah. Böyle hayırlı evlat vermesin Allah!
Bavuldaki ceset
Hollanda’da çalışan Metin Can, eşyalarını arabaya yükleyip tam memleketine gitmeye hazırlanırken, yanında kalan annesi ölüveriyor. Ölüm sigortası ve resmi işler zaman alacak, pahalıya da mal olacaktır. O da annesini cesedini kırmızı bir valize koyup sağına soluna naftalin yerleştirir ve arabanın üstüne bağlar, yola çıkar. Ama evdeki hesap çarşıya uymaz. Mola verip uyudukları sırada kırmızı valiz çalınır. Hırsızlar onu değerli bir eşya sanmışlardır...
Merdivendeki çürük basamak
Adamın kaynanası evin üst katında ölür. Cesedi taşıyanlar onu aşağıya indirirlerken merdivenin çürük basamağına takılıp düşerler ve tam ölmemiş kaynana dirilir, ayağa kalkar. Aradan bir süre geçer. Kaynana bir kere daha ölür. Cesedini yukardan aşağıya taşırlarken damat taşıyıcıları uyarır; “Dikkat edin, merdivenin çürük bir basamağı var!” diye bağırır...
Tabuttaki diri
Bir başka ölümlü yolculuk da şu:
Köye giden minibüse bir adam binmek ister ama sürücü boş yer olmadığını söyler, adam binmekte ısrar edip oraya muhakkak gitmesi gerektiğini söyleyince, “Yukarda boş bir tabut var, istersen için gir, öyle git” der. Adam bu teklifi kabul edip tabutun içine girer. Bir süre sonra, yolda bir yolcu el kaldırıp minibüsün önüne çıkar, sürücüye köye götürmesi için yalvarır. Sürücü, yukarıdaki tabutun yanına tutunup giderse onu alabileceğini belirtir. Yolcu olur der ve yukarı çıkar, bir kenara tutunur. Aksilik bu ya, bozuk bir dönemeçte araba sarsılır, tabutun kapağı açılır içindeki adam ne oluyor diye bağırarak ayağa kalkar. Onu gören diğer yolcu ölü dirildi sanıp paniğe kapılır, korkuyla kendini yola atar...
Bu hafta üç fıkramız var
ÇOK GÜLDÜM
Baharın güzelliği yavaş yavaş etkisini gösteriyor.
Hafta sonları daha keyifli hale geldi, herkes güzel havadan yararlanıp dışarı çıkmak ister elbette.
Ama diyorum ki çıkmadan önce Yıldırım Tuna’dan gelen fıkraları okuyun, güne daha neşeli devam edin;
Neye niyet neye kısmet
Uzakdoğu seferine giden uçak acil iniş yapmak zorunda kalınca kabin görevlisi uzun koridorun tam ortasına gelip “Şimdi herkes başını bacaklarının arasına alsın!” diye bağırmış, Orta yaşlı adamın biri, “Kendi bacaklarımızın arasına mı alacağız?” diye telaşla bağırmış, “E herhalde... Tabi ki!” demiş hostes.
“Yahu olur mu?.. Sırf bu iş başka bir şekilde olsun diye hayaller kurup, dünya kadar da bilet parası verip Uzakdoğu’ya gidiyoruz?.. Daha yarı yolda başımıza gelene bak!”
Eve erken gelince
Adam bir gün evine hayli erken dönmüş, arabasını park edip kapıları kilitlemiş, evine doğru giderken bir bakmış yan komşusu evinin tam önündeki kaldırımda yalınayak ve çırılçıplak koşuyor.
“Heyy! Komşum!” diye bağırmış arkasından, “Manyak mısın oğlum?... Niye böyle çıplak koşuyorsun?”
Komşusu “E n’apıyım ki aslanım?” demiş, uzaklaştığı için giderek azalan bir sesle “Bu saatte çat diye habersiz eve gelinir mi ?..”
Balayı
Balayımız için eşimin memleketi İngiltere’ye yaptığımız ziyarette Tania, İngiliz pasaport kontrol hattına yönelirken; ben bir Türk olarak ‘Yabancılar’ sırasına girdim. Epey sonra sıra bana geldiğinde pasaport memuru nazikçe “Ziyaret sebebinizi öğrenebilir miyim?” diye sordu,
“Ne demek?.. Tabii ki” dedim gülümseyerek, “Balayı için geldim...”
Memur oturduğu cam bölmeden belini sağa sola oynatarak her iki yanıma baktı, sonra da arkamda sarı çizgideki yaşlı adama baktı, “Çok ilginç” dedi, “Biliyorum size çok tuhaf gelecek ama çoğu erkek balayı seyahatlerinde eşlerini de getiriyorlar..!”