Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Bilhassa erkek milletinin büyük bir bölümü mülkiyetindeki mallara davrandığı gibi davranıyor, eşlerine...

Bugün pazartesi... Baharın müjdecisi Mart’ın ilk günü...

Tabii ki, kapıdan baktıran...

Kazma kürek yaktıran bir ay olduğu da bilinir...

Ama...

Nevruz da yine mart ayının en güzel günlerinden biridir...



Ve benim için ayrıca...

Biri 40, diğeri 38 yaşındaki iki evladımın annesi de olan, 53 yıllık sevgilimin doğum gününü kutladığımız aydır Mart...





İncilay’dan söz ederken “sevgilim” deyişimi yadırgayanlar...

Ya da beni henüz tanımış olanlar:

“Dede ya; sen bekar mısın?.. Sevgilinle nikahsız mı yaşıyorsun?” gibi sorular sorar...



Onlara derim ki...

İncilay’ı tanıdım ve sevdim...

Tanışır tanışmaz karım olmadı...

Ama sevgilim oldu...

Aradan geçen şu kadar zamandır (Bugün 53 yıl) da halen sevgilim...

Ne yani?..

Nikahlandığımız gün ona:

“Artık sen benim sevgilim değil, karımsın” mı demeliydim?..

Sevgililikten istifa mı etmeliydim...



Canlarım...

Erkek ya da kadın...

Resmi nikahlı ya da değil...

Sevgiliniz olmuşsa biri...

Lütfen hep öyle kalsın...



Çünkü...

“Eşiniz” ya da “Kocanız/karınız” oluğunda sanki bir mülkiyet hakkı doğmuş gibi oluyor...

Ve ne yazık ki...

İnsan; dini, dili, ırkı, milliyeti, rengi ne olursa olsun...

Bilhassa erkek olanlar...

Mülkiyetindeki mallara davrandığı gibi davranıyor, eşlerine...



Sevgilisine el kaldıramayan erkek...

Sevgililik “karılığa/eşliğe” dönüşünce...

En aşağılık şiddet eylemlerini uygulayabiliyor...



Siz, siz olun...

Sevgili olmaktan asla vazgeçmeyin...



Bugün izninizle...

Gündem dışı devam edeceğim...

Ve...

Ülkemizin yetiştirdiği soyadı gibi tatlı değerlerinden biri olan Bal Mahmut’tan (Baler) fıkralar anlatacağım...

RIZKINI VERMEDİKTEN SONRA


Mevsim yaz, hava çok sıcak...

Bektaşi, su arkının kenarına oturmuş, çamurdan insan heykelcikleri yapıp yan yana diziyor...

Oradan geçmekte olan bir Softanın dikkatini çekiyor Bektaşi’nin uğraşı...

Softa, Dede’nin yanına varıp “Ne yapıyorsun sen öyle?” diye soruyor...

Bektaşi başını önünde bitirmek üzere olduğu heykelcikten ayırmadan:

“Çamurdan insan yaparım...” diyor...

Softa aldığı cevap üzerine kuduruyor:

“Bree kendini bilmez zındık!..” diye hümkürüyor: “Sen kim oluyorsun da insan yapıyorsun!.. İnsanı yapmak da yaratmak da Allah’a mahsustur...”.  

Önündeki işine devam eden Bektaşi gayet yumuşak bir ses tonuyla ve Softanın yüzüne bile bakmadan:

“Ne kızıyorsun be hoca?” diyor, “Rızkını vermedikten sonra, yap yap sal sokağa...”.



Kim demişti hatırlamıyorum...

“En az Rabia çocuk” demişti...

Ama halk dinlemedi...

Çünkü rızık yok rızık...

ÖRNEĞİNİZ AYNA DEĞİL TV KANALLARI OLSUN LÜTFEN...


Timur’la Nasrettin Hoca’nın aynı dönemde yaşadığı ve hatta ahbap oldukları anlatılır...

Tarihçiler buna itiraz ediyorlar gerçi ama...

Ben yine de ikisinin arasında yakınlık varmış gibi anlatayım...



Timur’a bir ayna hediye etmişler...

O güne kadar hiç aynaya bakmayan Timur aynayı eline alıp yüzüne tutmuş...

Ve aynı anda...

Gözyaşlarıyla ağlamaya başlamış...

Nasrettin Hoca “Hayrola kumandanım ne oldu, niye ağlıyorsun?” diye sormuş...

“Ah Nasrettin ah” demiş Timur... “Ben yüzümün bu kadar çirkin olduğunu bilmezdim şimdi gördüm de ona ağlarım”...

Bu cevabı alan Nasrettin Hoca başlamış bu defa da iki göz iki çeşme ağlamaya...

Timur ağlamasını kesip sormuş: “Hoca ne oldu, sen neden ağlarsın?..”

“Komutanım” demiş Hoca... “Siz şu mübarek suratınızı görmeye bir saniye bile tahammül edemediniz... O suratı her gün görmek zorunda olan kulunuz ne yapsın peki?...”



Bu çağda ayna yerine televizyonlar var...

Yani...

Fıkrayı ille de bir şeye uyarlayacaksanız...

Örneğiniz ayna değil TV kanalları olsun lütfen...

EVİNE DAMAT MI BAKIYORSUN?..


Güzel bir kış günü...

Neşeli, keyifli bir balıkçı, sepetine doldurduğu uskumruları bıçkın ve tatlı bir haykırışla satıyor...

Ermeni Teyze belli ki o gün balık yiyecek...

“Balıkçı” diye sesleniyor, “Uskumruların tazedir?..”.

“Tabiim ki tazedir hanımefendi” diyor Balıkçı...

“Gözleri parlaktır?..”.

“Hemi de canlı canlıdır hanımefendi...”.

“Kulak içleri kırmızıdır?..”.

Balıkçı biraz bozuluyor...

“Tabbiim ki kırmızıdır...”.

“Gösteresin bakayim boylari uzundur?..”.

Balıkçı iyice öfkeleniyor...

Sepeti yere koyuyor...

Başını kaldırıp bağırıyor:

“Hanımefediciim sen balık mı aloorsun yoksam evine damat mı bakkorsunnn?..”.



Damadı, balık alır gibi almayınca insanın başına neler geldiğini çok iyi öğrendik...

ADAM AVUKAT GİBİ HER HALTI YER...


Orta yaşın az üzerinde bir hanımefendi, avukatının yazıhanesinden içeri öfkeyle girdi:

Ev sahibine kızmıştı...

Aleyhinde dava açacaktı...

Bu arada bir sürü de aşağılayıcı şeyler söyledi...

Avukat, Hanımefendiyi büyük bir tahammül gücü ve sabırla dinledi...

“Tabii efendim” dedi saygılı bir ses tonuyla; “Bende vekaletnameniz var ben davayı açarım... Peki nasıl biri?.. Yalan söyler mi?.. Yalan yere yemin eder mi mesela?..”...

“İlahi Beyefendi” dedi Hanımefendi... “Adam avukat gibi her haltı yer...”.



Vallahi sadece fıkra olarak anlattım...

Lütfen hiç kimse bundan bir hisse çıkarmasın...

ELBET APTALIN BİRİ ÇIKAR VE HAZİNEYİ DOLDURUR


Küçük bir manav çırağı ufak bir el arabasına dağ gibi kavunları yüklemiş, yokuştan çıkarmaya uğraşıyormuş...

Yoldan geçen bir adam çocuğun haline acıyıp yardım etmiş...

Güç bela arabayı yokuşun başına çıkarmışlar...

Adamcağız yüzündeki terleri silerken çocuğa sormuş:

“Bu senin ustan nasıl bir adamdır be oğlum? Yumruk kadar çocuğun bu kadar kavunu

bu bayırdan çıkaramayacağını bilmez mi?.. Sen de ‘ben bunu götüremem’ demedin mi?..”

“Dedim ama”...

“Aması ne?..”

“’Elbet aptalın biri çıkar sana yardımcı olur’ dedi bana...”.



Ekonomiyi çökertenler...

Nasıl olsa bir siyasi aptalın çıkıp...

Hazineyi yeniden dolduracağını...

Ve...

Dolu hazineyi kendilerine bırakacağını...

Çünkü...

Halkın yeniden kendisine dönüş yapacağını biliyorlar...

DEMOKRASİNİZ NE ZAMAN ÖLDÜ?..


İşçi arayan adam, çalışmak isteyen adama sormuş

“Ne zamandan beri işsizsin?..”

“Çok sevdiğim annem öldüğünden beri” diye cevap vermiş iş arayan adam...

“Annen ne zaman öldü?..”.

“Beni doğururken ölmüş efendim...”.



Kovulan gazetecilere:

“Ne zamandan beri işsizsin?” diye sorulduğunda “Çok sevdiğim demokrasimiz öldüğünden beri işsizim” diyecekler...

“Demokrasiniz ne zaman öldü?..”.

“Bir gün, parmağındaki yüzüğünden başka hiçbir şeyi olmayan bir adam çıktı geldi......”.



Sahi ya...

Şu son cümledeki gibi başlayan bir öykü var mıydı?..

BU KISSA SİZE, KİMİ HATIRLATIYOR?..


Kendini çok beğenmiş bir aktöre yönetmen sorar:

“Shakespear’i tanıyor musunuz?..”.

“Hayır tanımıyorum” der aktör... “Ama o beni mutlaka tanıyordur”...



Bu kıssa size, kimi hatırlatıyor?..