Korkusuz
Ümit Zileli

Bedeli çok pahalı bir oyuncak: İdam!..

27 Mayıs ihtilalinin üzerinde bir kara leke olarak kaldı...

Dünyanın en özgürlükçü anayasalarından birinin yapılmasına olanak tanıyan, ülkeyi Anayasa Mahkemesi gibi evrensel kurumlarla tanıştıran İhtilal yönetimi, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı asarak hem asla kapanmayacak, unutulmayacak bir yara açtı, hem de bir siyasi kan davasının temelini attı!..

Aslında Cumhurbaşkanı Celal Bayar da idama mahkum edilmişti ancak cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrilecekti... Zorlu ve Polatkan 16 Eylül 1961’de sabaha karşı idam edildiler... Menderes arkadaşlarıyla birlikte idam edilememişti çünkü intihar teşebbüsünde bulunmuş ancak başarılı olamamıştı. Ertesi gün, sağlık muayenesini yapan doktorların “sağlam” raporu vermesi üzerine aynı gün öğleden sonra 13.21’de asıldı...

-Siyasi idamlara giden yol ardına dek açılmıştı!..

11 yıl sonra bu defa Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde yine sabaha karşı üç gencecik fidan darağacına doğru yürüyordu... Aslında normal şartlarda bir kaç ay, bilemedin bir kaç yıl ceza ile kurtulabilecek 20’li yaşların başındaki bu üç genç adam, siyasi bir intikam için kurban seçilmişlerdi. TBMM’de idamların oylanması esnasında Adalet Partisi sıralarından şu haykırışlar yükselmişti:

-Üç bizden, üç onlardan!..

Öyle de oldu; başta İsmet İnönü ve CHP Grubu olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, 1971 faşizminden nasibini almış, bir bölümü hapishanelerde misafir (!) edilen aydınların çabaları hiçbir işe yaramadı... 6 Mayıs 1972 sabaha karşı üç yiğit devrimci art arda idam edildi...

-Siyaset giyotini çalışmaya başlamıştı!..

Çocukları bile astılar!..


Aradan yalnızca 8 yıl geçtikten, bu süre içinde 5 bini aşkın insan acımasızca katledildikten sonra 12 Eylül karşı devrimi geldi; hem de alkışlarla, sevinç gözyaşlarıyla, kutlamalarla birlikte!..

Ancak darbenin ağırlığı ve gerçek yüzü çok geçmeden ortaya çıktı; 1 milyona yakın insan işkencelerden geçirildi, partiler, sendikalar, dernekler kapatıldı, özellikle sol dümdüz edildi... 3 yıllık “kara dönemde” 50 kişi de idam edildi!.. Cunta lideri Kenan Evren bu konuda yapılan eleştirilere karşı meydanlarda şöyle bağırıyordu:

-Asmayalım da besleyelim mi?!.

Asılanların tümünün hikayesi bu sütunu aşar! Beslenmeyip asılanlara en güzel örnek ise Erdal Eren’dir!.. Ankara Aşağı Ayrancı’da bir izinsiz gösteri esnasında bir askerin şehit edilmesinin suçu bu çocuğun üzerine yüklenmişti. Avukatlarının tüm çabası, gösterdikleri deliller mahkemede en ufak şekilde itibar görmedi. Cuntacılar ve kuyrukçuları Erdal’ın idam edilmesini istiyordu, o kadar!.. Ancak küçük bir engel vardı; Erdal Eren’in nüfusunda yaşı 19 olarak görünüyordu, ancak ailesi nüfusa büyük yazıldığını, aslında 18 yaşından küçük olduğunu ileri sürüyordu. Avukatları kemik ölçümlerinin yapılarak yaş tespiti istedi... Askeri Yargıtay, “doğum tarihinde bir ihtilaf olmadığı”  gerekçesiyle talebi reddetti ve cezayı onayladı... Mamak Cezaevi’nde yaşadığı ağır işkencelerden sonra zaten ölüme gönüllü olan Erdal, asmak için almaya geldiklerinde darağacına adeta güle oynaya gitti!..

-İntikam hırsı bir çocuğu daha ölüme sürüklemişti!..

İdamı adeta şehvetle istemek!..


Yukarıda üç ayrı dönemden üç ayrı idam öyküsü okudunuz...

Verdiğim örneklerdeki insanlar bir daha geri dönüşü olmayan idam cezasının o tarihlerde yasalarımızda varoluşu nedeniyle ipe gittiler. Bir ortaçağ ilkelliği demek olan bu ceza, “kana kan, dişe diş” diye özetlenebilecek intikam hırsının yasalara geçmiş halidir. Bugün çağdaş olarak adlandırılan dünyada neredeyse ortadan kaldırıldığı da bir gerçek. Evet ABD’nin bir kısım eyaletlerinde halen geçerli; yeniden ortaçağa dönüş sürecindeki dünyada faşist ve ırkçı liderlerin halkın bir bölümünün sempatisini kazanmak için “idam” meselesini dillerine doladıklarını da biliyoruz.

-Ancak ne şekilde olursa olsun idam ilkelliktir, yasa yoluyla zorbalıktır ve intikam aracıdır!..

Bizim en büyük Türk büyüklerinin de zaman zaman ve de özellikle seçim öncelerinde bu “kan donduran oyuncağı” tepe tepe kullandıklarını biliyoruz... Öyle ki, darağacını adeta “şehvetle” isteyen siyasetçiler meydanlarda bu “ölüm oyuncağı” ile kıyasıya oynamakta hiçbir beis görmüyor...

Sokaktaki yurttaşın, etrafında gördüğü sapkınlıklar, hunhar cinayetler, terör belası nedeniyle sempatiyle bakabileceği idam cezası yeniden yasalara girdiğinde ne olacaktır biliyor musunuz?

Ülkeye bugün egemen olan, öfke ve intikam duygularıyla hareket eden, muhalefeti yok etme aracı olarak düşünen zihniyet başta olmak üzere, herkes ama herkes aynı tehdidin altında yaşayacaktır...

27 Mayıs’ın 60. yılında, geçen yıllarda da yaptığım uyarıyı bir kez daha yapmak istedim; elde edilecek tek başarı ölüm olacaktır;  siyasetin baştan aşağı kana boyanmasını istemiyorsak, yeni acılar, kan davaları istemiyorsak, vicdanımıza ve aklımıza başvurmaktan başka çaremiz yok...

-Unutmayın, idam bir cinayettir ve geri dönüşü yoktur!..