Korkusuz
Can Ataklı

Başkentimiz Ankara değil mi?

Bİ SORALIM BAKALIM

Başkentimiz Ankara değil mi?


Başlığı okuyunca “Bu da nereden çıktı” diyebilirsiniz.

Haklısınız.

Ama önce Müjdat Gezen’le ilgili bir anımı aktarayım, konuya biraz gülerek girelim.

Bir gün büyük ustayla sohbet ederken konu televizyonlardaki bilgi yarışmalarına ve yarışmacıların kimilerinin ne kadar bilgisiz olduğuna geldi.

“Öyle cahiller var ki” dedim ve “Türkiye’nin başkenti neresi diye sorulsa bilemeyecekler” diye ekledim.

Müjdat Gezen hemen espriyi patlattı; “Yooo öyle deme, Türkiye’nin başkentinin Adana olduğunu herkes bilir.”

Türkiye’nin başkenti Ankara ama Türkiye neredeyse iki buçuk aydır Ankara’dan değil İstanbul’dan yönetiliyor.

[caption id="attachment_182328" align="alignnone" width="880"] KORONADAN HİÇ KORKMUYOR!:
AKP Genel Başkanı Erdoğan önceki gün Huber Köşkünde bir güvenlik toplantısı yaptı. Toplantıya katılanların tamamı maskeliydi. Ancak Erdoğan’da her zamanki gibi maske yoktu. Herkese maske takmayı zorunlu tutan Erdoğan bir fotoğraf çekiminde bile maske takmıyor. Oysa tüm Türkiye’ye örnek olması gerekiyor. Belki bunu da seçim kampanyasında “Korkmadan Koronanın üzerine giden ve yenen büyük lider” sloganıyla propaganda yapacaktır. “Olmaz olmaz” demeyin, bal gibi olur.[/caption]

Siyasetin çok deneyimli isimlerinden Şahin Mengü’nün bir mesajını görünce benim de dikkatimi çekti.



Şöyle diyordu Şahin Mengü:

İzlenebildiği kadarıyla, Cumhurbaşkanı, Mart ayı ortalarından itibaren iki aydan fazla bir zamandır İstanbul’da. Ankara’ya ne zaman döneceği hakkında bir açıklama da yapılmış değil.

Cumhuriyet tarihinde Başkent Ankara’dan kesintisiz olarak bu kadar uzun süre ve sonu açık şekilde ayrı kalıp, resmi işleri İstanbul’da sürdüren cumhurbaşkanı oldu mu acaba?

Sebep olarak Kovid-19 salgını gösterilemez; zira, en riskli şehrin İstanbul olduğunu sağlık bakanı açıklıyor.

O halde başka bir sebep aranması gerekiyor.... Ulusal bayramlardan sonra, sıra Ankara’nın başkent olma vasfını sulandırmaya mı geldi acaba?...

CHP Genel Başkanı merak ederse belki sorar.

Haksız mı Şahin Mengü?

Bence hiç değil.

Korona hiç bahane olamaz.

Çünkü sonuçta Cumhurbaşkanı nerede olursa olsun zaten olağanüstü bir koruma altında tutuluyor, tutulmalı da.

Bu durumda İstanbul’dan hiç ayrılmamasının bir anlamı yok.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Bu cümlelerin altına imzamı tereddütsüz atarım


Gün geçmiyor ki Tele1’deki konuşmalarıma RTÜK’ün yeni bir cezası gelmesin.

Biri bitmeden bir yenisini daha göndermişler.

Harp okulu diploma töreninde Atatürk’ün numarası okunduğunda herkesin ayağa kalkıp da “İçimizde” diye seslendiği töreni anlattığım konuşmama da 25 bin lira ceza kesmişler.

Neymiş ayağa kalkmayan bir albayla bir teğmenin davranışlarını eleştirmişim ve kişiliklerini zedelemişim.

İsim vermiyorum, ekrana görüntü getirmiyorum, sert ve heyecanlı bir tonla eleştiriyorum sadece.

Tele1’deki programlarıma yeni başlamadım.

İki yıldır her sabah tamamen kendime has üslubumla kamuoyunun karşısına çıkıyorum.

Bu tür eleştirileri aynı tonda aynı heyecanla, bazen öfkeyle bazen gülerek sürekli yapıyorum.

İki yılda hiçbir RTÜK cezası almadığım gibi kimse dava açmadı, tekzip yollamadı, şikayetçi de olmadı.

Ama RTÜK nedense son iki aydır ne söylesem cezayı basıyor.

Amacın ne olduğunu defalarca dile getirdim biliyorsunuz.

Ama yeter artık, bir kanalı batırmak için bu kadar ahlak ve vicdan dışına çıkılmamalı.

NOT: Konuşmalarımı kağıda döktüğünüz zaman farklı algılanabilir. Oysa bu sözler belli bir üslup içinde, konuşmalarım jest ve mimiklerle süslenerek ve ses kullanımı ile çok daha farklı anlam kazanıyor. Benim üslubum ortada. Görüntülü medyayı kağıt üzerine dökülen sözlerle cezalandırmaya kalkmak en azından hakkaniyete uygun değil.

NOT 2: RTÜK mahkemelerin de üzerine çıkarak başkaları hakkında karar veriyor. Şikayet olup olmamasına bakmadan “Şu kişinin, şu kurumun haysiyetine dil uzatılmıştır” ifadesiyle direk yaptırıma maruz bırakmak hukuka da ne kadar uygun bunu bilemiyorum.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Hastanenin adında “ölüm” geçirmek doğru olmuş mu?


Önce bir bölümü açılan Başakşehir’deki Şehir Hastanesi’nin tümünün açılışı dün yapıldı.

Erdoğan ve Japonya Başbakanı Şinzo Abe açılışa telekonferansla katıldılar.

Bu sayede öğrendik mi bu şehir hastanesinin adı “Çam ve Sakura Şehir Hastanesi” yapılmış.

Önce hiç aklıma gelmemişti ama bir okurumdan gelen mesaj dikkatimi çekti.
Sakura (サクラ)  Japon kültüründe büyük bir öneme sahipmiş aynı zamanda bu ülkenin ulusal simgelerinden biriymiş.

Türkçe karşılığı “kiraz çiçeği” demekmiş.

Ama Japon kültüründeki asıl manası şuymuş; Kiraz çiçekleri yavaş yavaş açılır ama daha açılırken dökülmeye başlar. Hem hayatın başlangıcını yani baharı müjdeler, hem de kaçınılmaz sonunu simgeler. Yani “ölüm ve yaşam” anlamına gelir.

Anlamını öğrenince hastaneye bu ismin verilmesinin doğru olup olmadığı takıldı aklıma.

İçinde “ölüm” geçen bir isim hastaneye verilmemeli sanki.

YENİ ÖĞRENDİM

İş Bankası operasyonuna ayetli cevap


İktidar İş Bankası’na hakim olmak için CHP’nin elindeki hisseleri almak için harekete geçiyor biliyorsunuz, önceki gün ve dün bu konuda iki yazımı okumuş olmalısınız.

Gerçi miras hukuku gereği bu hisselerin alınması mümkün değil gibi görünüyor ama söz konusu AKP olunca durum farklı tabii.

Hisseleri hukuken alamayacak olsalar bile alırlar, hukuk yerine getirilene kadar da yine “Atı alan Üsküdar’ı geçti” nakaratını söylerler.

Bir okurum miras konusunun sadece hukuk konusu olmadığını belirten bir mesaj atmış.

Mirasın İslam dini açısından da önemli olduğunu belirten okurum Bakara Suresi’nin bir ayetini örnek göstermiş.

Bakın Baraka Suresi’nin 180’inci ayeti ne diyor: Kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse hiç kuşkusuz bunun günahı onu değiştirenler üzerinedir. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.

Bu ayeti okuduktan sonra Diyanet’in sitesine girerek aynı ayetin nasıl tefsir edildiğine baktım.

Diyanet ayeti öyle tefsir etmiş: Vasiyet usulüne uygun olur, bir yanlışlık ve haksızlık bulunmazsa bunun hayatta kalan ilgililerce yerine getirilmesi gerekir. Yerine getirmeyen, ölünün iradesi dışında değişiklik yapan kimse sorumlu ve günahkâr olur. Ya meşrû ve helâl olmayan bir mal, menfaat ve fiil vasiyet edilmiş ya da vasiyetin dinî ve hukukî kuralları çiğnenmiş, kasten veya bilmeyerek yanlışlar yapılmış olursa vârislerle lehlerinde vasiyet yapılan kimselerin arasına girerek durumu düzeltmek, sakıncalı olmak bir yana müminlerin vazifeleri cümlesindendir; 181. âyette “günah” olarak nitelenen “değiştirme” fiili bu nevi düzeltmeleri, iyileştirmeleri kapsamaz.

Pekiiii, şimdi birileri kalkıp da Atatürk’ün vasiyetini değiştirmeye kalkanlara “Siz Kuran’a mı karşı geliyorsunuz?” derse ne cevap verecekler acaba?

Tabii kimileri “Ayet usulüne uygun vasiyetten söz ediyor. İş Bankası hisselerinin bir kısmının CHP’ye bırakılması usulsüz ve haksızdır” diyebilir mi?

Diyemez, çünkü konu sadece vasiyetle sınırlı değil ki, üstüne bu konuda bir de kanun çıkarılmış, yani kimse usulsüzlük ve haksızlıktan söz edemez.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

“Çıkardık” deyip hâlâ parça almalarına bu kadar sevinmek ayıptır


Amerika, AKP genel başkanının S-400 ısrarını sürdürdüğü için Türkiye’yi F-35 programından çıkardığını açıklamıştı.

Dünyanın en gelişmiş savaş uçağı olarak nitelenen F-35’lere aslında Türkiye de ortak.

Uçağın birçok parçasının Türkiye’de üretildiği biliniyor.

Ancak Amerika tek taraflı olarak 20 Mart 2020 itibarıyla Türkiye’den parça alımını kestiğini bildirmişti.

Oysa meğer durum böyle değilmiş.

Amerika F-35’ler için hâlâ bazı parçaları Türkiye’den almaya devam ediyormuş.

Bunu bir düşünce kuruluşunun düzenlediği panelde konuşan savunma sanayi müsteşarından öğrendik.

Panele telekonferans yöntemiyle katılan müsteşar İsmail Demir, F-35’le ilgili parça siparişlerinin devam ettiğini belirterek “Türkiye’ye net mesajlar verildi. Biz alttan alma demeyelim de sadık bir ortak olarak kalacağımızı gösterdik. Program ortaklarının işlerinin durdurulacağı, tarih verilen haller olduğu halde, biz üzerimize düşeni yaparız tavrında olduk. Faydasını görüyoruz. Mart 2020 son tarihti. Geldi geçti, üretim devam ediyor, sipariş devam ediyor” dedi.

İşe bakar mısınız?

Amerika’ya sadık olduğumuzu göstermişiz ve bunun faydasını görüyormuşuz.

Aşağılık duygusu mu yoksa başka bir şey mi ben çözemedim doğrusu.