Korkusuz
Ümit Zileli

Bağımsızlık gününde Ayasofya daveti!..

Saray’ın simgelere olan düşkünlüğü malum...

Son olarak, Ayasofya camiye çevrildiği günün akşamı “Millete Sesleniş” konuşmasını da 1453’ü işaret etmek için saat 20.53’de yapmıştı mesela! Bugün de Ayasofya’da ilk namaz, bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün, kadınıyla erkeğiyle yurttaş olarak onurumuzla yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin temel belgesi Lozan Antlaşması’nın yıldönümüne rastladı, tesadüfe bakın!

Her fırsatta Lozan’ı yerden yere vuran, tarihi eğip bükme yolunda harikalar yaratan kafa, bakalım bugün o namazda bu şerefli antlaşmayı ve o antlaşmayı millete armağan eden kurucuları hatırlayacak mı? Bir de merak ettim;
namaza davet ezan değil midir? Hele ki Cuma namazında namaz daveti,  protokol olur mu?..

Neyse, ben sizinle yıllar önce kaleme aldığım bir yazımın bir bölümünü paylaşayım; Lozan neymiş, görelim...

Lozan vatandır!


Bayram değil, seyran değil Saray yine Lozan’a, dolayısıyla kurucu iradeye saydırdı!..

Cumhurbaşkanı dün 27. kez bir araya geldiği muhtarlara Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi niteliğindeki Lozan Antlaşması’nı şikayet etti!.. Önce neler söylediğine bir bakalım:

-1920’de bize Sevr’i gösterdiler. 1923’te bizi Lozan’a razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada. Şöyle bağırsan duyulacak adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu? Oralar bizimdi...

Orada da bırakmadı Cumhurbaşkanı; milli mücadele kahramanı İsmet İnönü’yü de hedef aldı:

-O anlaşmada masaya oturanlar o anlaşmanın hakkını vermediler. Vermedikleri için sıkıntısını biz yaşıyoruz.

Bir kere “anlaşma” değil, “Antlaşma” önce bu konuda anlaşalım!.. Söylediklerine gelince, birader ben bunun neresini düzelteyim, öncelikle emperyal devletler bize Sevr’i göstermediler, burnumuzun önüne uzattılar! Aralarında Damat Ferit Paşa haininin de bulunduğu üç kişilik Osmanlı heyetine Paris’in 3 km. dışındaki Sevr kasabasında eşşek gibi imzalattılar !.. Mustafa Kemal ve arkadaşları olmasaydı, Küçük Asya dedikleri Yozgat, Çorum havalisinde cemaat olarak yaşamaya mahkum olacak, sonra da silinip gidecektik. Sevr o sayede çöplüğe atıldı!..

1923’te bizi Lozan’a razı etmediler; biz ilk görüşmeler sırasında önümüze konulan müsveddeyi reddettiğimiz için toplantı sonlandı. Ancak ikinci görüşme maratonunda istediklerimizin azamisini aldığımız için o antlaşma imzalandı. Tarihte ilk Kurtuluş Savaşını kazanan bir mazlum ulus, özgürlük ve bağımsızlığını bileğinin hakkıyla söküp aldı!.. O sayede Misak-ı Milli sınırlarının Musul ve Hatay hariç, 789 bin metrekarelik tamamına “VATAN” olarak damgamızı vurduk!..

Lord Curzon’u Montrö’yü bilmeyen danışmanlar!..


Lozan o kadar bizim lehimizeydi ki, İngiliz Dışişleri Bakanı öfkeden kudurmuştu...

Lord Curzon antlaşmanın imzalanmasından sonra İsmet Paşa’ya hıncını şu sözlerle ortaya koymuştu:

-İstediğinizi aldınız (cebini ve ABD delegesini işaret ederek) ama para bizde; nasıl olsa geleceksiniz, yardım isteyeceksiniz. O zaman bugün kabul etmediklerinizi bir bir önünüze koyacağız!..

İsmet Paşa, hafif bir tebessümle o ünlü yanıtını vermişti:

-Gelirsek yaparsınız!..

Gelelim adalar meselesine; cehalet iyi bir şey değildir, o adalar Osmanlı tarafından İtalyanlara verilmişti. Onlar da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’a terk ettiler. Düyun’u Umumiye borçlarının esaslı bir bölümü de üstümüze kalmıştı. Ancak kazandıklarımızın yanında çok küçük kalıyordu!.. Öncelikle Boğazları yabancı askerden ve silahtan arındırmış, yüzyıllar boyu kanımızı, iliğimizi sömüren Kapitülasyon belasından kurtulmuş, İstanbul’u, İzmir’i, Trakya’yı, Akdeniz şeridini, Doğu ve Güneydoğu’yu, Karadeniz’i söküp almıştık. Büyük devrimcinin dehası sayesinde çok değil, 15 yıl içinde önce Montrö Antlaşması’yla Boğazları ve ardından da Hatay’ı Misak-ı Milli ile bütünleştirecektik!..

-Bugün ülkenin tüm değerlerini satıp savanlar bunu anlayamaz...

Çok doğal olarak, “Ulu Hakan”ları eliyle şimdiki Türkiye topraklarının iki misli yani 1.5 milyon kilometre kare toprağı yitiren, Kıbrıs’ı, Filistin’i İngilizlere adeta hediye eden kafanın bu durumu anlamasını da beklemiyoruz. Ancak biraz saygı hiç fena olmaz!..

Saray’ın, Meclis Başkanı sıfatlı muhteremin “Meriç ile Ağrı dağı arasında sıkıştık” şeklindeki gülünçlü cümlesini savunmaya çalıştığını da anlıyoruz, ancak bu şekilde tarihi eğip bükmekle başaramazsınız!..

Asıl vahim olan ise Saray’ın tarih danışmanları!.. Bir değil, üç değil, beş değil; insan sürekli yanıltılmaz ki canım, tabii ki Cumhurbaşkanı her şeyi bilemez ama doğru dürüst bilgilendirilmesi de hakkıdır yani...

-Çocuk oyuncağı değil ki bu!..