Korkusuz
Can Ataklı

Atalarımız “tuz kokmuş” sözünü işte bu durumlar için söylemiş

ANALİZ

Atalarımız “tuz kokmuş” sözünü işte bu durumlar için söylemiş


Önce deyimi ve ne anlama geldiğine bakalım.

Tuz koktu ne demektir? Tuzun kokması nedir?

Tuz koktu, denetim mekanizmasının yozlaşmasını ifade eden bir deyimdir. Bir olaydaki olumsuzluğu gidermesi gereken unsurun da o olumsuzluğa karıştığını belirtir. Olumsuzluklar karşısında çaresizlik ifade eden “Et kokarsa tuz basılır, tuz kokarsa çare ne?”, “Et kokarsa tuzlanır; ya tuz kokarsa ne yapılır? veya “Et kokarsa tuzlanır, tuz da koktu çare nedir?” şeklinde varyasyonları, halk arasında yaşayan deyimden türemiştir.

Aslına bakarsanız normalde tuz kokmaz.

Bazen o kadar kötü işler olur ki, tuzun bile koktuğuna tanık olabilirsiniz, işte anlatılan bu.

Şimdi gelelim bu tuz kokma olayının aklıma neden geldiğine.

Dünkü Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası, tarihe geçecek bir kapaktı.

Bugüne kadar ilk kez bir gazetenin ilk sayfasında, aynı konuyu içeren üç ayrı tekzibin yayımlandığına tanık olduk.



 

Konuyu hatırlayacaksınız elbette.

Sarayın sözcüsünün, Boğaz’daki Kuzguncuk’ta bir evi varmış. Bu evin yanında boş bir arsa varmış. Bu arsa vakıflara aitmiş. Boğaz öngörünümü sit alanı olduğu için buraya hiçbir şey yapılamıyormuş. Ancak saray sözcüsü burayı vakıflardan kiralamış, üzerine barbekü yapmış; oturma alanı oluşturmuş, bir anlamda evinin bahçesine bahçe katmış. Burası sit alanı olduğu için, yapılan derme çatma da olsa, inşaatın yasa dışı olması nedeniyle belediye gelip yıkmış. Bunu da Cumhuriyet gazetesi haber yapmış.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Saray sözcüsü, gazetenin evinin yerini belli ederek teröristlere hedef gösterdiğini ileri sürüp şikayetçi oldu. Savcılık, şikayet saraydan gelince harekete geçti, Cumhuriyet’e terör soruşturması başlattı, sarayın sözcüsüne bağlı Basın İlan Kurumu hemen ilan kesme cezası uyguladı, mahkemeler ise aynı gün çıkmış bütün haber ve köşe yazıları için tekzip yayımlanmasına karar verdi.

Dünkü Cumhuriyet’in ilk sayfasında tam üç tane tekzip vardı.

Önce çok basit bir soru soracağım.

Konunun bir tarafı sarayın sözcüsü olmasa herhangi bir kamu görevlisi ya da zengin biri olsa, üst üste kendi lehine bu kadar çok karar çıkartabilir miydi?

Kesinlikle hayır olduğunu biliyoruz.

O halde işte “tuzun kokması” tam da burada geçerli hale geliyor.

Devletin bütün gücünü arkasına alan biri, devletin ilgili tüm kurumlarını harekete geçirerek kendine rakip, hasım, düşman gördüğü herkesin üzerine yürüyor ve hayli etkili yaptırımlarda bulunabiliyor.

Türkiye’de böylesini hiç yaşamadık.

Gücünü devleti yöneten tek kişiden alan ve devletin tüm güçlerini harekete geçirme kabiliyeti olan biri, canı istediği gibi davranabiliyor.

Hepimize cezalar kestiriyor, mahkemelerde süründürüyor, tutuklamalar yaptırabiliyor.

Tuz kokmuş durumda artık.

Ne diyeyim; Allah sonlarını hayırlı etsin.

Bİ SORALIM BAKALIM

O otobüs boş muydu yani?


Birkaç gündür sosyal medya üzerinden muazzam bir saldırı kampanyası sürdürülüyor.

Daha önce de yazmıştım, korona önlemleri nedeniyle toplu taşıma araçlarında mesafe konusuna çok dikkat ediliyor.

Ancak bir sabah tıklım tıklım dolu bir otobüs görüntüsü paylaşıldı sosyal medyada.

İddiaya göre, bu kişiler Kağıthane’deki Fazilet durağından topluca binmişlerdi otobüse.

İstanbul Belediye Başkanı ve sözcüsü, bu konuda açıklamalar yapmışlar bunun bir tuzak olduğunu söylemişlerdi.

Bunun üzerine bazı gazeteciler de konuyu irdeleyen yazılar yazmış veya ekranlarda konuşmuşlar ve durumu protesto etmişlerdi.

Sonra anlaşılmadık bir gelişme yaşandı.

Belediye sözcüsü ekrana çıkıp “O bilgi yanlış aktarıldı” dedi.

Otobüs şoförü, o durakta hiç durmadığını ve yolcu almadığını söyledi.

Saldırı kampanyası da bunun üzerine başladı.

Neredeyse bir hafta geçti, saldırı bitmedi.

Belli ki iktidarın organizasyonu bu.

Şimdi eskiye oranla daha sistemli saldırıyorlar.

Anladığım kadarıyla trol ordusunun komutanı değişti.

Bunu anladım da yine anlamadığım bir nokta var.

Tamam Fazilet durağından otobüse kimse binmedi, bu konuda yalan söylenmişse özür dilenir.

Ama hıncahınç dolu otobüs görüntüsünü ne yapacağız?

O duraktan kimse binmedi otobüse ama o kalabalığı nasıl açıklıyor acaba saldırganlar?

Hangi duraktan binildiyse binildi, o kalabalık nasıl oluştu? Belediye aleyhine konuşan ve “O duraktan yolcu almadım” diyen otobüs şoförü, o kadar yolcuyu otobüse nasıl aldığını niye açıklamıyor ki?

ŞAŞIRDIM

İşte Gezi ancak böyle hatırlanır


Cumartesi günü bakanlık da yapmış eski bir siyasetçi dostum aradı.

“İstanbul’un Fethi için belediyenin düzenlediği törenler belki göz kamaştırdı ama bir konuda canım sıkkın” dedi.

Ne olduğunu sorunca, “Ekrem İmamoğlu büyük oranda, demokrasi, hukuk, insan hakları konusunda duyarlı Atatürk ve devrimlerine bağlı Cumhuriyetçi kesimlerin oylarıyla bu makamına seçildi” dedikten sonra, “Yani öncelikle bir bakıma Gezi direnişine katılan milyonların desteği ile belediye başkanı oldu” diye ekledi.

Biraz durduktan sonra, “Gezi olayını hatırlamaması, Gezi için birkaç kelime etmemesi çok canımı sıktı” dedi.

Eski bakan bu üzüntüsünü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin basın danışmanı olan ve önceki yıllardan çok iyi tanıdığı gazeteciye aktarmış.

O basın danışmanı da “Merak etmeyin pazar günü bir açıklama yapacak bu konuda başkan” demiş.

Pazar günü dündü.

İstanbul belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Twitter üzerinden bir mesaj yayınlayarak Gezi’yi unutmadığını belli etti.

Şöyle demiş başkan bu tweetinde:  Şeyh Edebali’nin “Ey Oğul” seslenişi yöneticiler için anlamlı bir kılavuzdur. Kılavuzun şaştığı zamanlar oldu. Şehrin yeşiline ve demokrasisine saygı göstermeyenlere karşı milyonların derin bir nefes alışı oldu Gezi. Kaybettiğimiz canları rahmetle anıyorum. #Gezi7yaşında...

İşte bu kadar. Harika bir açıklama ve anma değil mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Okulu boş ver Kur’an kursu çok daha önemli


Korona belasını atlattık mı henüz bilmiyoruz ama Milli Eğitim Bakanı, tedbir amaçlı olarak okulların bu yıl açılmasının uygun olmayacağını bildirdi.

Belli ki saray, bu karara uydu ve okullar fiilen tatile sokuldu.

Neden okullar böyle bir salgın durumunda tehlikeli görülüyor?

Çünkü çocuklar, okullarda iç içe oturuyorlar, birlikte oyun oynuyorlar, nefesleri nefeslerine karışıyor sürekli.

Üstelik okul çağındaki çocukları ne kadar uyarırsanız uyarın, önlemleri harfiyen uygulama konusunda çok yeterli olmayacaklardır.

Peki okullar böyle de Kur’an kursları farklı mı?

Üstelik Kur’an kurslarına genellikle ilkokul veya öncesi çağında çocuklar gönderiliyor.

Yani kontrol edilmeleri çok daha zor bir yaş gurubu.

Ama Diyanet, ne sağlık dinliyor ne salgın ne de önlem.

Okulların açılmadığı bir sırada, Kur’an kurslarının açılmasına karar verilmiş.

Bunda amacın çocukların din eğitiminden geri kalmaları değil, din istismarı olduğu çok açıktır.

Bir de ne komik biliyor musunuz?

Diyanet, müthiş bir genelge hazırlamış, temizliğe ve salgına karşı alınacak önlemlere çok sıkı kontrol getirilmiş güya.

Kur’an kurslarının verileceği yerler dezenfekte edilecekmiş, sınıf, yatakhane, yemekhane ve diğer ortak kullanım alanlarında maske takılacakmış, fiziki mesafe (1.5 metre) korunacakmış mutlaka.

Ayrıca;

- Kurslarda ateş ölçer bulundurulacak ve belirli aralıklarla öğrencilerin ateş ölçümü yapılacakmış.

- Kullanılan maske ve eldivenlerin atılması için kurslarda tıbbi atık kutuları bulundurulacakmış.

- Kurs içerisinde bulunan klima ve havalandırmalar çalıştırılmayacak, kapı ve camlar açık tutularak kurs içerisinin sürekli havalandırılması sağlanacakmış.

- Kurs, yurt ve pansiyon bölümlerinin sürekli temizlenmesine dikkat edilecek, kapı kolları gibi el temasının yoğun olduğu yerler dezenfektan maddelerle silinecekmiş.

- Ders aralarında ve teneffüslerde öğrencilerin mutlaka bir öğretici tarafından gözetimi sağlanacakmış.

- Cemaatle kılınacak namazlarda, fiziki mesafe kurallarına dikkat edilecekmiş.

Görüyorsunuz değil mi, Diyanetimiz çocukların Kur’an eğitiminden geri kalmaması için nasıl da müthiş çalışıyor.