Korkusuz
Can Ataklı

Artık hiç kimse güvende değil, çünkü gerekçe yaratmak bu kadar kolay işte

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Artık hiç kimse güvende değil, çünkü gerekçe yaratmak bu kadar kolay işte


İktidar ne yapmak istiyor, anlamam mümkün değil.

Korona ile boğuştuğumuz şu günlerde aslında muhalefet pek etkili çıkışlar yapmıyor.

Hatta öyle ki, korona ile mücadele konusunda, iktidardan bile daha hassas davranıyor.

En azından toplumsal dayanışma konusunda, iktidarın sorumluluk almamak istemesine karşı, muhalif belediyeler, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte derde deva olmaya çalışıyor.

İktidar ise bir yandan bunları önlerken, diğer yandan da toplumu bölen, gerginliği artıran bir söylem biçimini hiç bıkmadan usanmadan kullanıyor.

Erdoğan’ı dinlerken artık açıkça çok gerildiğimi söylemeliyim.

Koronanın etkisinin giderek azaldığını, bir ay sonra hayatın normale dönebileceği müjdesini verirken, muhalefete çok ağır sözler söylemesinin anlamını çözmek çok zor.

Eğer bütün bu konuşmaları tek başına aldığı kararla yapıyorsa da çok kötü, danışmanlarının etkisiyle bunu yapıyorsa da çok kötü.

Bu kadar gerginlik ve nefret söylemi inanın çok korkutucu.

Artık şunu görüyor ve anlıyorum, AKP’li olmayan, iktidara biat etmeyen hiç kimsenin güvenliği yok.

Beğenilmeyen, iktidar partisince hedef gösterilen herkesin başına her an, her şey gelebilir.

Şimdi yazacağım konu bunun tipik bir örneği bana göre.

Akla hayale gelmeyecek, akıl ve mantık dışı gerekçeler icat edilerek, herkesin hayatı bir anda alt üst edilebilir.

Birkaç gündür medyada Fahrettin Altun’un Boğaz’daki evinin yanındaki vakıf arazisini kullanması ile ilgili haberler dolaşıyor.

Haberi burada tekrarlamayacağım, çünkü hem zaten biliyorsunuz büyük olasılıkla hem de mahkeme bu haberlere erişim yasağı koyduğu için bir de durduk yerde başımı derde sokmayayım.

Burada önemli olan, mahkemenin bu haberlere erişim yasağı getirirken, ortaya koyduğu gerekçe.

Bugüne kadar hiç böyle bir gerekçe duymamıştım.

Bakın mahkeme bu konuda ne karar vermiş;

“Tüm dünyanın içinde bulunduğu salgın bir hastalık olan koronavirüsle mücadelede, birçok Avrupa ülkesinin başarısız olmasına rağmen, ülkemizin mücadeledeki başarısını sekteye uğratmak ya da gizlemek için sıradan bir olayı, sırf milletimizin ve devletimizin mücadeledeki başarısını göstermemek için, dikkatleri başka yönlere çekerek itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı, bu amaçla, Yargıtay’ın haber alma ve verme hakkının sınırlarını belirleyen ilkelerin ihlal edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.”

Gerekçenin tuhaflığına bakar mısınız?

Ülkemiz tüm dünyaya örnek olurken, bir saray danışmanının suç olarak nitelenen bir eylemini yazmak, korona ile mücadeledeki başarının görülmesini engellemekmiş.

Tabii bu ifade ile saray danışmanının da aynı zamanda “ülke/devlet” olarak nitelendiğini anlıyoruz.

Mahkemenin kararında bir de gazetecilik dersi veriliyor.

Saray danışmanının işlediği suçu şu sırada yazmanın bir alamı olmadığı bakın hangi cümlelerle ifade ediliyor;

“Ülkemizin doğal gündemi salgınla mücadele olduğu için, haberin güncellik değeri taşımadığı, haberin yapılmasında kamunun hiçbir yararının olmadığı, yasal olmayan ve suç içeren bir durum var ise, haberi yapanların bunun için suç duyurunda bulunma haklarının olduğu, haberin veriliş biçimi ile özü arasında bir dengenin kurulmadığı, bu nedenle yapılan haberlerin haber alma-verme, yorum ve eleştiri ile ifadeyi açıklama hürriyetleri kapsamında kalamayacağı, haberin amaçlarından birinin de talep edenin toplum nezdindeki itibarını ve saygınlığını zedelemeye yönelik matuf olduğu, toplumun birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğu bir dönemde suni kutuplaşma, kamplaşma ve gerilim üretilerek milletimizin, devletimizin ve onun temsilcilerinin dünyayı saran salgın hastalıkla mücadelesinin de birlik-dirlik ve başarısının sekteye uğratılmaya ve gerçek dışı haberlerle yönlendirilmeye çalışıldığı anlaşılmakla, itirazın kabulüne karar vermek gerekmiştir.”

Gerçekten inanılır gibi değil.

Yargı açıkça, “Bir suç olsa bile niye yazıyorsun, git sen de suç duyurusunda bulun” diyor.

Böyle bir gerekçe bilmiyorum ama dünyada bir ilk olabilir.

Şimdi korkmamak mümkün mü? İstedikleri an saçma sapan da olsa bir gerekçe ile kendilerinden olmayan herkesin güvenliğini yok edebilirler.

Bİ SORALIM BAKALIM

İsveç’ten “hasta getirdik” şovu yaparken, İran sınırındaki TIR şoförlerini unutmak da neyin nesi?


İsveç’te yaşayan zengin mi zengin, AKP’li mi AKP’li bir kişi, “Beni burada ölüme terk ettiler. Koronaya yakalandım ama beni tedavi etmiyorlar” deyince hükümetimiz harekete geçti.

Hemen bir ambulans uçak gönderildi İsveç’e. Bu kişi İsveç makamlarının dikkatinden kaçabilmek için uçağa sedye ile değil, sanki uçağın personeli gibi yaya olarak bindi, Türkiye’ye getirildi.

Yandaş medya, “Bunu dünyada yapabilen tek bir ülke bile yok, işte budur” diyerek sevinç naraları ile karşıladı.

Bu kişi hangi hastanede, nasıl bir tedavi görüyor, durumu ne kadar ağır, bunları bilen yok.

Ama bu şovlar yapılırken, çok uzaklarda değil, hemen İran sınırımızda kaderine terk edilen TIR şoförlerinin durumuna kim el uzatacak acaba?

Türkiye’den, Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerine yük taşıyan yüzlerce TIR şoförü, 20 gündür Türkiye-İran sınırındaki tampon bölgede bekletiliyor ve ülkemize girişlerine izin verilmiyor.

Durumu CHP Hatay Milletvekili Mehmet Güzelmansur’un soru önergesi üzerine öğrendim ben de.

Ardından gümrük kapısında çekilmiş bir video görüntüsünü de izledim.

Güzelmansur, konuyla ilgili hazırladığı soru önergesinde, 250’den fazla Türk şoförün aç, susuz ve temizlikten uzak 20 gündür tutulmasının nedenini sordu.

Sanıyorum korona nedeniyle, ancak neden bu insanlar Türkiye’deki bir karantina merkezinde daha insancıl koşullarda tutulmuyorlar?

Çok uzaklardan güya “kurtarma operasyonu” yapar gibi, sözde hasta birini getirmek ve bunu medya üzerinden propaganda aracı olarak kullanmak daha cazip geliyor herhalde.

Hemen sınırımızda bekleşen TIR şoförlerini ülkeye soktuklarında, “Bir destan yazdık” demeleri zor tabii.

ÇOK GÜLDÜM

Vatandaş fatura üzerinden skeç yazmış vallahi


Bu sıradan bir elektrik faturası.

Her elektrik faturasında gördüğümüz gibi kullandığımız miktarın bedelinin iki katını ödüyoruz.

Bu herkes için geçerli.

Kullandığınız elektrik bedeli 100 lira mı örneğin, faturanız içinde TRT payı gibi artık çok lüzumsuz kesintilerle birlikte 200 liraya çıkıyor.

Kullandığınız elektrik diyelim ki 500 lira, o zaman da 1000 lira ödüyorsunuz.

Vatandaşın biri, aslında pek de fazla olmayan bir elektrik faturasının yanına notlar düşerek göndermiş.

Bunları yazarken hayli eğlenmiştir herhalde, çünkü sanki skeç yazar gibi düşmüş notları.



ŞAŞIRDIM

Belediyelerin yurt dışından getirttiği mallar “ticari sır” sayılıyormuş


Cumhuriyet Halk Partisi Mersin Milletvekili Alpay Antmen, Ticaret Bakanlığı’na yönelik bir soru önergesi hazırlayarak, “AKP’li belediyelerin yurt dışından ithal ettiği ürün ve hizmetleriyle, bunlara harcanan paraları” sormuş.

Ticaret Bakanı ise skandal bir yanıt vermiş CHP milletvekiline.

Demiş ki, “Belediyelere ilişkin talep edilen bilgiler, ticari sır niteliğinde olduğundan, bahse konu talebin karşılanması mümkün bulunmamaktadır.”

Nasıl oluyor bu?

Belediyeler kamu kurumudur.

Halka hizmet için kurulmuştur ve yönetimi seçimle iş başına gelir.

Belediyeler, her türlü harcamalarında şeffaf olmak zorundadır.

Yaptıkları hiçbir harcama “ticari sır” niteliğinde değildir.

Nedenine gelelim.

Önce kanun “ticari sır” tanımını nasıl açıklıyor;

Bir ticari işletme veya şirketin faaliyet alanı ile ilgili yalnızca belirli sayıdaki mensupları ve diğer görevlileri tarafından bilinen, elde edilebilen, özellikle rakipleri tarafından öğrenilmesi halinde, zarar görme ihtimali bulunan ve üçüncü kişilere ve kamuya açıklanmaması gereken, işletme ve şirketin ekonomik hayattaki başarı ve verimliliği için büyük önemi bulunan; iç kuruluş yapısı ve organizasyonu, malî, iktisadi, kredi ve nakit durumu, araştırma ve geliştirme çalışmaları, faaliyet stratejisi, hammadde kaynakları, imalatının teknik özellikleri, fiyatlandırma politikaları, pazarlama taktikleri ve masrafları, pazar payları, toptancı ve perakendeci müşteri potansiyeli ve ağları, izne tabi veya tabi olmayan sözleşme bağlantılarına ilişkin veya bu gibi bilgi ve belgeleri ifade etmektedir..

Yasadan anlaşıldığı gibi ticari sır, ticari amaçla kurulmuş şirket ve kurumları kapsama alıyor.

Şirketler mal ve hizmet üretir, bunu satar, kâr elde eder.

Bu nedenle, yapılan harcamalarını, mali yapısını, ürünleri ile ilgili kendilerine ait bilgileri açıklamak zorunda değildir.

Oysa belediyeler, kâr amacı gütmedikleri gibi, ticari rakipleri de yoktur ve olamaz.

O halde her ne amaçla olursa olsun, hiçbir harcamaları ticari sır olarak kabul edilemez.

Bu durum önergeyi veren Antmen’in de tepkisini çekmiş.

Antmen, “Ne demek ticari sır? Ben kimsenin özel ticari ilişkisini sormuyorum. Halkın parasıyla yürüyen kurumların, yurt dışından neyi, ne kadara aldıklarını sordum. Halkın parası nerelere harcanmış bunu öğrenmek istedim. Anlaşılıyor ki, ticari sır diyerek kapatmak istedikleri parasal ilişkiler var” dedi.